La Broquière Seyahatnamesi
Gürcan Banger
Bertrandon De La Broquière’in seyahatnamesi, Türkçe olarak Eren Yayıncılık tarafından 2000 yılında “Bertrandon De La Broquière’in Denizaşırı Seyahati” adıyla basılmış. Eski Fransızca ile yazılmış bu kitabın, elimde 1892 yılında “Voyage d’Outremer” ismiyle basılmış olan orijinalinin 1972 tarihli tıpkıbasımı da var. Masaüstü yayıncılığın ve baskı donanımının gelişmesi ile birlikte; eski kitapların istenen sayıda yeniden basılmasına dair bir olanak doğdu. Bu nedenle bazı orijinal seyahatnamelerin de tıpkıbasımlarını ‘ödenebilir’ fiyatlarla yurtdışından (nadiren yurt içinden de) sağlamak mümkün oluyor. Bilginin ve kültürün yaygınlaşması bakımından benzeri yaklaşımların (baskısı çok eskilerde kalmış eserlerin yeniden üretilmesi yönünden) ülkemizde de kullanılması, kitapseverlerin istekleri arasında yer alıyor.
La Broquière, (İstanbul’un Fatih tarafından fethinden 30 küsur yıl kadar önce) 1421 yılında Fransa’da Bourgogne Dükü Philippe Le Bon’un yanında hizmet yapan bir soyludur. Zaman zaman resmî görevler yapan yazar, hizmetlerinden dolayı Dük tarafından arazi ve şato verilerek taltif edilmiştir. 1432 yılında Le Bon, La Broquière’i ‘gizli’ bir görevle Doğu’ya göndermiştir. Seyahatnamede 1432 yılında başlayıp yazarın, 1433’te ülkesine dönmesi ile tamamlanan yolculuk anlatılmaktadır. Seyahatname, geziden çok sonra yazılmış; 1457’de tamamlanmıştır.
La Broquière, efendisinin emirleri uyarınca bir hac ziyareti görüntüsü altında Müslüman topraklarını ziyaret edecektir. Gerçekten yazar, 1432 yılında Venedik’ten bir gemi ile Akdeniz’e açılarak Rodos ve Kıbrıs yoluyla Yafa kentine doğru yola çıkar. Buradan başlayarak Kudüs’ü ve civarındaki kutsal yerleri ziyaret eder. Buraya kadar yolculuk, gerçekten bir hac ziyareti özelliğine sahiptir. Seyahatin bundan sonraki bölümü, Müslüman topraklarının gezilmesi ve bilgi toplanması amacını gütmektedir.
Hac ziyaretinin tamamlanmasının ardından La Broquière, Akka ve Beyrut’un ardından Suriye’ye geçer. Şam, Homs, Hama üzerinden Antakya’ya ulaşır. Anadolu’yu güneyden kuzeye doğru geçerek Ramazanoğulları, Karamanoğulları ve Osmanoğulları toprakları üzerinden İstanbul’a ulaşır. Anadolu yolcuğu sırasında Adana, Kayseri, Konya, Kütahya, Bursa ve İzmit ile yol üzerindeki daha küçük yerleşimleri gezer. Henüz Osmanlılar tarafından fethedilmemiş olan İstanbul’da bir süre kaldıktan sonra 23 Ocak 1433’te ülkesine doğru yola çıkar. Trakya’da uzun bir gezinti yaptıktan sonra Filibe, Belgrat, Buda ve Viyana üzerinden ülkesine geri döner.
Anlaşıldığı kadarı ile La Broquière’in bu uzun gezisinin amacı, Dük Philippe Le Bon’un hayallerini süsleyen yeni bir haçlı seferidir. O dönem, Batılılar tarafından Türkler hakkında düşünülüp yazılanlar, İstanbul’un tehdit altında olduğunu göstermektedir. La Broquière’in görevi de Anadolu’da yükselen yeni güçler hakkında bilgi toplayarak bu durumu doğrulamaktır. Ama (gözlem ve izlenimler aktarılmış olmakla birlikte) kitabın yazılarak Le Bon’a takdimi (1457), Fetih’ten sonraya rastlar.
Seyahatname, 1804 yılına kadar unutulmuş bir elyazması olarak kalmıştır. 1804’te Fransız Ulusal Kütüphanesi’nde (Bibliotheque Nationale’de) görevli J. B. Legrand d’Aussy tarafından kısmen yayınlanmıştır. Daha sonraki yıllarda bu eksik haliyle diğer Batı dillerine de çevrilerek basılmıştır. Seyahatnamenin bir bütün olarak hazırlanması ve basılması, 1892 yılını bulur. Bu tarihte Ch. Schefer tarafından dip notlar ve açıklamalar eklenerek hazırlanan orijinal metin, 1892’de Paris’te basılmıştır.
Kitabı Türkçe’ye çeviren İlhan Arda ve kitap üzerinde uzun bir makalesi bulunan Prof. Dr. Semavi Eyice’nin ifadelerine göre, Eski Fransızca ile yazılmış olan orijinal metni okumak, Fransızca bilenler için dahi hayli zordur.
Seyahatname üzerinde çalışma yapmış uzmanlardan birisi olan Profesör Dana Rouillard, Türkleri olduğunca tarafsız bir gözle değerlendirmiş olan bu seyahatnamenin 19’uncu yüzyıla kadar basılmamış olmasını (Türklerin Avrupa’da daha iyi tanınmalarını engelleyen) bir talihsizlik olarak değerlendirir.
La Broquière’nin cümleleriyle bitirelim: “(Türkler) birbirlerine saygı duyan, iyi niyetli insanlardı. Yemek yerken çoğu zaman görmüşümdür, yanlarından bir fakir geçiyorsa onu kendileriyle birlikte yemek yemeğe çağırıyorlardı; bu, bizim hiç yapmadığımız bir şeydi.”