EskiÅŸehir Rekabet Edebilir mi?
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Küreselleşme olarak isimlendirilen olgunun en önemli sonuçlarından birisi, ekonomik ve sosyal aktörler olarak kentlerin öne çıkmaya başlamasıdır. Bu dönemde küresel sermaye hareketleri, ulusal sınırları ekonomik anlamda soluklaştırırken kentleri ekonominin yeni yıldızları olarak gündeme taşıyor. Tabii ki; bu süreçte her kentin ışıltılı bir umut verdiğini söyleyemeyiz. Kaybedenin çok, kazananın az olduğu bu yeni süreçte kentler de kendi potansiyellerine, girişimcilik düzeylerine ve potansiyeli gerçekliğe taşıma güçlerine göre sıralanıyorlar. Bazı kentler küçülürken, bazıları görkemle yükseliyor; kimileri ise bir başıboş büyüme örneği olarak çözümsüzlüğe doğru savruluyor.
Kentsel Üstünlükler
Klasik iktisadın uluslararası ticaretin yararlarını göstermek için kullandığı araçlardan birisi, ‘karşılaştırmalı üstünlükler teorisidir’. Bu teoriye göre; iki ülke arasında ticareti mümkün kılan unsur, ülkelerin üretimdeki farklı üstünlük dereceleridir. Bir başka deyişle; bir ülke, diğerine göre hangi mal veya hizmetlerin üretiminde daha yüksek üstünlük sahibi ise o alanlarda uzmanlaşmalıdır.
Küreselleşmenin etkisiyle kentlerin ön plana çıkması, aklımıza hem ulusal sınırlar içinde hem de uluslararası ticaret anlamında bu teorinin bölgeler ve kentler için yorumlanmasını getiriyor. Fakat bu süreçte önemli olan kentlerin herhangi bir zaman dilimindeki mutlak üstünlükleri değil. Kentsel üstünlüklerin sürdürülebilirliği, rekabet açısından vazgeçilmez bir unsur olarak karşımızda duruyor. Çünkü artık kent ekonomileri, artan küresel rekabetin aktörleri olarak yaşamak zorundalar.
Kentler Arası Rekabet
Kentlerin küresel aktörler olarak ulusal ekonomiye olan katkılarının artması, yeni bakış açıları ve yaklaşımlar geliştirilmesini zorunlu kılıyor. Kentin gelişimine kolaycı yaklaşım, yerli ve yabancı sermayeyi kente çekme ve bununla yetinme yanılsamasıdır. Gerçekten bir kentte sermaye birikimi konusunda bir sıkıntı varsa, bunu aşmanın yollarından birisinin dışarıdan sermaye aktarımı (ve bu yolla istihdamda genişleme yaratma) olduğu düşünülebilir. Ama kentin öz katma değerinin artırılması açısından bakıldığında; yapılması gereken, kentteki tasarruf ve yatırım eğilimleri ile girişimcilik yetkinliklerinin geliştirilmesi olduğu anlaşılır.
Hedeflerine ve ölçeğine göre ulusal veya küresel ekonominin aktörü olmak isteyen bir kent, geçmiş döneme ait bir strateji olan ‘yatırım çekmek ve böylece istihdam yaratmak’ saplantısından vazgeçmek zorundadır. Çağdaş kentsel kalkınma anlayışı, kenti oluşturan ekonomik ve sosyal aktörlerin katılımıyla sert rekabet ortamında ayakta kalmayı ve kalıcı büyümeyi sürdürmek olmalıdır. Bu çerçevede kentsel kalkınma ve kentsel sürdürülebilir rekabet gücü için kentteki aktörlerin ekonomik ve sosyal yeteneklerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Kent, kendi dinamiklerini canlandırmadığı ve sürdürülebilir kılmadığı sürece yüksek katma değer yaratmada ve kentler arası rekabette başarılı olamayacaktır.
Yarışta hiçbir kentin durumu, artık kolay ve rahat değil. Çünkü bir kentin kendisi için cazip bulduğu sermaye akımlarına, yatırımlara ve pazar payına talip olan çok sayıda kent var. Yaşadığımız çağ bir yandan katılımcı yaklaşımları gündemde tutarken; diğer yandan bu sert rekabet gerçeği, kent yönetimi anlayışını stratejik planlama, bütçeleme ve yenilikçi kaynak yaratma eksenine konumlandırmayı zorunlu kılıyor. Kentlerin geleceğe doğru dönüştürülmelerinde ve yeniden tasarlanmalarında yeni yaklaşımlar ile yeni yöntem ve tekniklere ihtiyaç var.
Geçen yüzyılda kentsel gelişmenin birincil yolu, merkezî hükümetten daha fazla bütçe ve yatırım alma şeklindeydi. Örneğin 19’uncu yüzyıldan 20’nci yüzyılın ilk yarısına olan sürece bakıldığında; Eskişehir’in kamu yatırımları açısından şanslı bir kent olduğunu görürüz. Hatta öyle ki; merkezî hükümetin yatırımlarının fazlalığı, bu kentin insanlarını kamuda ücretli işgören olma yolunda ciddi anlamda motive etmiştir. Buna karşılık; Gaziantep gibi kamu yatırımları yönünden düşük akım alan kentler ise özel yatırım ve girişim yönünden ciddi gelişmeler göstermiştir. 1960’da DP Hükümeti’nin askerî darbe ile devrilmesiyle birlikte Eskişehir’in şaşaalı kamu desteği dönemi de sona ermiştir. Bir kentin sonsuza kadar merkezî hükümetin desteğini alamayacağı gerçeğinden hareketle; bu durumu biraz da olağan karşılamak gerekir.
Kent ve Strateji
Kentlerin öne çıkması ile birlikte yerel yöneticiler, kendi kentlerini bir çekim merkezi yapabilmek için yoğun bir çalışma içine girdiler. Dünyanın her bölgesindeki yöneticiler, kentli yurttaşlar için daha kaliteli bir yaşam arayışı başlattılar. Kentlerin bazıları, yöneticilerin gösteriş temelli popülist uygulamaları ile yaz-boz tahtasına dönerken, bazılarında ise üzerinde özenle çalışılmış geleceğe yönelik kalkınma stratejileri üretildi. Günümüzde sıklıkla duymaya başladığımız ‘küresel kent’, ‘Dünya kenti’ gibi kavramların arkasında genelde bu rekabetçi stratejiler var.
Küresel kent düzeyine terfi edebilmiş yerleşimlere baktığımızda; bu kentlerde nitelikli bir altyapının mevcut olduğu, ciddi sermaye akışı ve hareketliliği ile buna uygun finansal kurumların bulunduğu ve özellikle hizmetler sektöründe nitelikli kuruluşların varlığı gözlenir. Küresel kent kavramı ile özellikle kendi kaynaklarını ekonomik açıdan sürdürülebilir biçimde örgütlemiş ve gelişkin bir hizmetler sektörü kurumlaşmasına sahip kentler anlaşılıyor.
Bir kentin ekonomik ve sosyal konumunu tespit edebilmek için bu yerleşimin bölgesel, ulusal ve küresel göstergeler cinsinden nasıl niteliklere sahip olduğunu incelemek gerekir. Örneğin Eskişehir’i inceliyorsanız; komşu kentlerle, ulusal sosyo-ekonomik büyüklüklerle ve küresel ölçekteki gösterge değerlerle kıyaslamalar yapmanız zorunludur.
Çağımızda kentlerin gelişmişliklerinin ve ülkenin kentleşme düzeyinin, toplumsal refah ile çok yakından ilintili olduğu biliniyor. Bu nedenle; ekonomik ve sosyal gelişmişlikten söz edilirken, kent ekonomilerinin önemle ele alınması şaşırtıcı değildir. Bir toplumun sosyal faaliyetleri ile kültürel ve sanatsal canlılığının ciddi anlamda kentlerde oluştuğunu da özenle hatırlamalıyız. Son dönemde Eskişehir’in çekim merkezi olmaya başlamasında, kentte gözlenen sosyal, kültürel ve sivil canlanmanın katkısı olduğu kuşkusuzdur.
Daha önceki yazılarımda da sözünü ettiğim gibi; 19’uncu yüzyılın son yarısına kadar küçük bir Anadolu yerleşimi olan Eskişehir, 1900’lerin sonlarından başlayarak düşük tempoda büyümeye başlamıştır. 20’nci yüzyıla gelindiğinde ise o ana kadar yaşanan genel anlamda kendiliğinden (vizyonsuz, plansız ve katılımsız) büyümenin olumsuz sonuçları görülmeye başlamıştır.
Bugün Eskişehir, bir dönüm noktasındadır ve bu kırılmadan başlayarak vizyonsuz ve stratejik planlamasız ilerlemesi mümkün değildir. Bugün rakiplerle adil bir yarış içerisinde yer alabilmek isteyen bir kent, kalıcı rekabette performans başarısı ve sürdürülebilir kalkınma yetkinliği elde etme istiyorsa; bir vizyona sahip olmalı ve hedeflerine stratejik olarak gitmelidir. Bugün gıpta ile bakılan küresel kentlerin tümü, geçmişi geleceğe bağlayan bir vizyonu olan ve gelişimini stratejik planlama ile paydaşların katılımına dayandırmış olan yerleşimlerdir.
Kentsel nitelikler yönünden gelişmiş kentler deneyimi incelendiğinde; birkaç faktör dikkat çekiyor. Aşağıda sözünü edeceğim bu faktörlerin, günümüzün bilgi ve ağ toplumunda kentlere rekabet açısından da avantajlar kazandırdığı gözleniyor. Örneğin başarılı kentler kendi ekonomik ve sosyal iç dinamiklerini canlı tutarken, diğer yandan da yenilikçi ve kaliteli yatırımları çekmeyi başarıyorlar. Bu sürece bağlı olarak nitelikli işgücünün o kentte yetiştirilmesi yanında özgün nitelikleri olan yetkin çalışanların kente akmalarını sağlıyorlar. Dolayısıyla ‘iyi’ bir kent, öncelikle kendi dinamikleri açısından canlı ve girişimci, daha sonra dışarıdan kaliteli sermaye ve işgücü akışı açısından çekici olabilmelidir.
Yukarıda; küresel bir kentin hizmetler sektörü açısından gelişmiş olması gerektiğinden söz etmiştim. Küresel yarışta başarılı olmasını beklediğimiz bir kentin, bilgi çağına ve ağ toplumuna uygun finans, sigortacılık, danışmanlık, muhasebe, denetim, eğitim, bilişim ve iletişim gibi alanlarda nitelikli firmalarla donanmış olması gerekir. Diğer yandan; kentin, getirisi ortalamanın üzerinde olan ve katma değer oranı yüksek işletmelere sahip olması, rekabette diğer önemli unsurlardır.
Eskişehir özeline baktığımızda; kentin iki üniversitesi, yüksek okullaşma oranı, yüksek nitelikli altyapıya sahip bir organize sanayi bölgesinin varlığı, kent halkının çok kültürlülük özelliği ve giderek yükselen sosyal, kültürel, sanatsal ve sivil etkinlikler dikkat çekiyor. Bunlar, ‘iyi’ özelliklerdir. Katılımla oluşturulmuş kent vizyonu ve yetkin stratejik planlama eksik veya zayıf kalan unsurların hızla toparlanması sonucunu verecektir.
Eskişehir’in Rekabet Olanakları Nelerdir?
Bir kentin komşu veya uzak rakiplerle olan yarışında ilk dikkate alınması gereken unsur, kentin coğrafi konumudur. Eskişehir’e bu açıdan bakıldığında; Marmara, Ege, Karadeniz ve İç Anadolu bölgeleri için bir kavşak noktası oluşturduğu görülür. Diğer yandan bugün için Marmara’daki sanayileşmenin Anadolu’ya açılan kapısı durumuna gelmiştir. Trakya, İstanbul, Kocaeli ve Bursa bölgelerinde artan birim yatırım maliyetleri ve yüksek doluluk, Eskişehir’i bir çekim merkezi haline getirebilecektir. Bu fırsat, doğru (sürdürülebilir ve sağlıklı) yönetildiğinde kavşak konumunun avantajı kullanılmış olacaktır.
Doğal, kültürel ve tarihi yapı açısından da Eskişehir’in bazı avantajlara sahip olduğu kuşkusuzdur. İl yüzeyine yayılmış, başta bor olmak üzere değişik maden kaynakları bulunmaktadır. Porsuk Çayı ile Sakarya Nehri havzalarıyla birlikte değerli yerüstü su kaynaklarıdır. Eskişehir, merkezinden bir akarsu geçen ve içinde termal sıcak su bulunan nadir kentlerden birisidir. Diğer yandan Eskişehir coğrafyasına yayılmış olarak bulunan kültür ve tarih turizmi için yeterli anıtlara ve sit alanlarına sahiptir. Akarsu havzalarının oluşturduğu bölgede pek çok doğal güzellik bulunmaktadır.
İnsan sermayesi açısından baktığımızda; Eskişehir, pek çok ulusal rakipten daha avantajlı bir konumdadır. Eğitimli nüfusu ile ekonomik sektörlerin ihtiyaç duyduğu insan kaynağını sağlayabilecek bir özelliğe sahiptir. Buna karşılık eğitimli nüfusun özgün iş alanlarında yetkinleştirilmesi ihtiyacı da bir başka gerçektir. Bu nedenle kentte okul sonrası ve meslek içi eğitim süreçlerinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması ihtiyacı oluşuyor. Bu da yukarıda sözünü ettiğim bilgi çağı ve ağ toplumunun gereklerinden birisi olarak görünüyor.
Kenti teknolojik potansiyel açısından ele aldığımızda ise; üniversiteler ile giderek yetkinleşen teknoparkların varlığı, Eskişehir’in bir teknoloji merkezi olma olasılığını yükseltiyor. Sanayi-üniversite işbirliği konusunda yapılacak yeni girişimler, bu ihtimali artırıcı etki yapabilir. Bu işbirliğinin stajyer gönderme dışında yeni alanlarda pekiştirilmesi gerekir.
DP’nin iktidardan düşürülmesinden 2007 genel seçimlerine kadar olan süreçte Eskişehir’in merkezî hükümet nezdinde temsilinde çok başarılı olunamadığı gözlenmektedir. Merkezden kaynak akışında zaman zaman yükselmeler görülse de; kentin ihtiyacı olan kaynağın yeterli ölçüde sağlanamadığı bir gerçektir. Dolayısıyla bir kentin rekabet şansını artıran unsurlar arasında merkezin yerele katkılarının önemini gözden kaçırmamak gerekir. Bu anlamda Eskişehir yerel siyaseti, bundan sonraki dönemlerde kendini bu noktayı dikkate alarak organize etmek zorundadır.
Eskişehir sanayisi, büyük oranda kobi olarak anılan küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşmaktadır. Arçelik, Eti, Tusaş, Sarar gibi bazı örnekler dışında (özellikle ciddi kentsel rakiplerle karşılaştırıldığında) çok sayıda büyük işletmeye sahip değildir. Böyle bir durumda ölçekten kaynaklanan avantajlardan yararlanabilmenin yenilikçi yollarından birisi kümelenmedir. Kümelenme olgusundan yararlanarak benzer veya bağlı sektörlerde çalışan kobilerin bir araya gelmesi ile yerel sinerji yaratmak mümkündür. Bu konuda çalışmaların başlamış olması sevindiricidir. Eskişehir’deki ekonomik ve sosyal aktörlerin kümelenme konusuna daha fazla önem vermesi gerekiyor.
Eskişehir, yavaş da olsa kendi girişim ve yatırım ataletini aşıyor. Son yıllarda kentte sermayenin (yaşanan sıkıntı ve darboğazlara rağmen) eski yıllara oranla biraz daha cesaretli olmaya başladığını gördük. Önümüzdeki dönemde Eskişehirlinin işgören olmaktan işveren olmaya doğru daha hızlı adımlarla ilerleyeceğinden kuşkum yok.
Vizyon
Bir kentin, kentler arası rekabette en önemli silahı bir vizyona sahip olmasıdır. Son 10 yılda Eskişehir, gelişimi açısından giderek daha net bir görüntü vermektedir. Ama bu kentte yaşayan herkesin alıp içine sindirebileceği bir kentsel vizyona acil ihtiyacımız olduğu da bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Eskişehir kent vizyonunun oluşumu için gerekli faaliyetleri oluşturmak, bu gelecek bakışının hepimizi sarması için gerekli düşünsel ve katılımlı platformları yaratmak zorundayız. Bir paylaşılmış vizyona sahip olunduğunda; sürdürülebilir rekabette çok daha güçlü olunacağına hiç kuşkum yok. Bugün Eskişehir, ulusal ölçekte rekabet edebilmek için gerekli donanıma sahiptir. Uzun dönemde küresel ölçekte başarılı olabilmesi için ise vizyoner anlayışla geleceğe stratejik adımlarla yürümelidir.