Yalnızlık
Gürcan Banger
Blues temalı rock müziği ile ilgilenenler, Janis Joplin’i bileceklerdir. Onun bir cümlesini okudum bir kitapta. Muhtemelen bir röportajından alınmış. Bu ünlü rock kadın şarkıcının 27 yıl sürmüş, kısa ama ilginç yaşamının güzel bir ifadesiydi söyledikleri: “Sahnede yirmibeş bin kişi ile aşk yaşarım ve daha sonra eve yalnız dönerim.” Joplin; bu ifadeyle, belki yalnızlığın felsefi ve psikolojik bir tanımlamasını yapmıyor ama sanırım yalnızlığın en yakıcı anlatımlarından birisini ortaya koyuyor. Yoğun uyuşturucu ve alkol karışımının etkisiyle biten yaşamının sırrı, belki de bu yalnızlık duygusuydu.
Kalabalıklar içinde yalnız olmak… Yoğunluk görüntüleri veren insanlar vardır. Ne çok işleri, ne yoğun koşuşturmaları vardır diye düşünürüz. Çevrelerinde sürekli olarak, değişik kesimlerden insanlar bulunur. Onların da yalnız olabilecekleri nadiren aklımıza gelir.
Yalnızlık, kolay paylaşılabilir bir duygu değildir. Yalnız olmaktan utandığımız, başkalarına ifade etmeye cesaret edemediğimiz dönemler bile olur. Ancak yaşam deneyimimiz arttıkça, yalnızlığın pek çok insanın ortak özelliği olduğunu hayretle fark ederiz. Değişik mekânlarda bir kalabalık olarak bulunduğumuz halde, topluluğumuzun gerçekte tek tek yalnızların toplamı olduğunu kavrarız.
Yalnızlık, Janis Joplin örneğinde olduğu gibi kaderimiz midir! Yalnızlık, kırılmaz ve değiştirilmez bir alınyazısı mıdır! Yalnızlığımızdan kurtulmak için pek çok konuyla ilgilenmemize rağmen, günün herhangi bir anında yalnızlığı duyumsamamız kaçınılmaz bir durum mudur!
Karakterimizin oluşma sürecinde en etkili dönemlerden birisi, çocukluğumuzdur. İlerleyen yaşlarda anlaşılmaz gibi gelen pek çok özelliğimizin yapı taşları çok erken yaşlarımızda oluşmaktadır. Çocukluğumuzda gelişen bu karakter unsurlarını bir taş temelli yapıya benzetebiliriz. Yapı yükseldiğinde, temel taşlarını göremeyiz ama onlar daima oradadırlar; bina, bu taşların üzerinde yükselmektedir. İşte; çocukluğumuzda yaşadığımız olaylar da böyledir. O dönemde yaşadıklarımız ve bu olaylardan edindiğimiz davranış modeli, karakterimizin temel taşları olarak derinlerde bir yerlerde bizi “şu veya bu biçimde” ayakta tutmaya devam ederler.
Binaların yapıldıktan uzun yıllar sonra (veya deprem gibi nedenlerle gerek duyulduğunda) sağlamlaştırıldığını bilirsiniz. Benzer şekilde; yalnızlık duygusundan ve bunun olumsuz etkilerinden uzaklaşmak için, gerçekleştirebileceğimiz bazı önlemler vardır kuşkusuz. Yalnızlık, bir yol kavşağı ise burada tercih edebileceğimiz iki yön olabilir. Birincisi; etrafımıza duvar örerek yalnızlığımızı mutlaklaştırabiliriz. Bu durumda; gerçekten bir süre sonra yalnızlık, bir yaşam tarzı haline gelir. Bazı insanlar yalnızlığın hüznü ile yaşamaktan (kendi ölçülerinde) mutlu bile olabilirler. Çevrenize dikkatle baktığınızda, yaşam tarzı olarak yalnızlığı seçmiş insanlar görebilirsiniz.
Yalnızlık kavşağından ayrılan ikinci yol ise, yaşamla köprüler kurmaya çalışan seçenektir. Etrafınıza yalnızlığı mutlaklaştıracak dört duvar örmek yerine, yaşamla aranızda yeni köprüler oluşturabilirsiniz. Ama bu seçenekte kararlılık esastır. Ayrıca emek vermeniz de gerekir.
Bitirirken; önemle bellememiz gereken bir ilkeyi dile getirmek isterim. Yaşamda siyah ve beyaz, ışık ve karanlık, olumlu ve olumsuz, sevinç ve keder daima birlikte vardır. Siyah olmazsa beyaz da olmaz. Çünkü siyahı beyazla karşılaştırarak, ışığı karanlıkla dengeleyerek tanır ve kavrarız. Bu noktada ünlü düşünür Foucault’nun bir sözünü hatırlıyorum. Şöyle diyor: “Eğer bir kişi yalnız olmayı beceremiyorsa, başkalarıyla bir arada olmayı da beceremez.”
Stabilize olmuş yaşam normlarının başat kuramı yalnızlıktır.Bu öngörüye ben-de kuşkusuz bir şekilde biad ediyorum.İnsan herdem olmasada elzem vakitler-de paralize kalabalıklarda kendisini ihtiyari veya gayr-i iradi bir şekilde yalnızlaştırıyor veya yalnız hissedebiliyor.Lâkin bu yalnızlık fenomen bir halet-i ruhiye olduğu için en ufak bir temas-da nomen bir yapıya indirgiyor kendisini.
Hulâsa:İnsan yalnızlığı sevmeseydi,tabutlar çift kişilik çakılırdı.
Tebrik ederim gayet ciddi bir makale duruyor karşımda.