Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
İlk kez okuduğumda ilginç gelmişti. Erkeklerin ciddi sayılabilecek bir bölümü, kadına değil; onun gösterdiği ilgiye aşık oluyorlarmış. Kadının erkeğe ilgisi azaldığında veya ilgi düzeyi aşırı artarak duygusal baskıya dönüştüğünde ise erkek, uzaklaşmayı tercih ediyormuş.
Genel olarak söylediğinde; bir duygusal ilişkide fedakarlık madalyasını hak edenin kadın olduğuna hiç kuşku yok. Ama ne yazık ki; kadının süreğen fedakarlığı, kadını verici, erkeği ise alıcı yapıyor. Bu anlayışın oluşmasına toplum ve aile de katkı yapıyor. Alıcı erkeklerin dünyasında kadın, sürekli veren ve fedakarlık yapan birey rolünü üstleniyor.
Kadının vericiliğinin, bazı örneklerde hastalık haline dönüştüğünü görüyoruz. Pek çok durumda kadın, evliliğini veya ilişkisini sürdürebilmek için fedakarlık yapmayı bir çözüm yolu olarak öngörüyor. Biteviye yaptığı fedakarlıklarla erkek ile ilişkisini sürekli hale getireceğini, bir anlamda erkeğin ilişkiden kopmasını engelleyeceğini düşünüyor. Verilen emek, gerçek aşkın doğallığı içinde ise, bununla ilgili söyleyecek herhangi bir sözüm olmaz. Ama duygusal ilişkiyi kaybetmemek için yapılan fedakarlıklar, patlamak için uygun zamanı bekleyen bombaya benzer. Bombanın ideal patlama zamanı ise ilişkinin bittiği andır. İlişki sonlandığında; kadın, ayrılığın nedenini anlamakta zorlanır. Bir sürü emek vermiş ve fedakarlık yapmış olmasına rağmen, neden yalnız kaldığını anlamakta zorluk çeker. Aslında neden basittir. Erkek, kadına değil; onun ilgisine aşıktır. Kadının ilgi düzeyinde (herhangi bir nedenle) azalma olduğunda veya daha özverili (fedakar) bir başka kadının ilgisi ile karşılaştığında, erkeğin uzaklaşması beklenebilecek bir gelişmedir.
Yukarıda anlattıklarımdan, bir ilişkide emek ve özveri olmaması fikri çıkarılmamalıdır. Burada ayırdına varılması gereken, aşkın iki yönlü olup olmamasıdır. Eşit tarafların gerçek aşk ilişkisinde sevgi, bireylerin gösterdiği ilgi ve fedakarlığa değil; bir bütün olarak karşıdaki bireye ve ilişkinin kendisinedir. Sağlıklı bir duygusal ilişki içinde karşılıklı emek ve fedakarlık, karşılıksız olarak kendiliğinden gelişir.
Kadının gösterdiği ilgi ve yaptığı fedakarlıklar üzerine kurulu bir “duygusal” ilişki, genelde kadının izlemesi altındadır. Bir telaş havası içinde de olsa; kadın, erkek için neler yaptığının az çok farkındadır. Erkeğin sürekli alıp ilgi göstermemesi, kadında bir gerilim ve öfke birikimine neden olabilir. Böylece bir yandan kadın tarafında ilişkinin içi boşalırken, kadının sevgi ve ilgi taleplerini yüksek sesle dillendirmesine neden olur. Halbuki erkeklerin yetişme tarzı, (ne yazık ki) sevgilerini kolaylıkla ifade etmelerine izin vermez. Sevgisini açıklıkla ifade edebilen erkek sayısı pek fazla değildir. Buna karşılık erkekler, baskıcı bir sevgi cenderesi içinde olmaktan ve sevgilerini “itirafa” zorlanmaktan hiç hoşlanmazlar. Bu tür baskılar, onları (genel anlamda) ilişkiden uzaklaştırıcı etkiler yapar.
Bir duygusal ilişkide yaşanan sevgi sorunları, genel olarak aile içinde öğrenilmiş konulardır. Babanın yakın ve doğru ilgisinden yoksun olarak yetişmiş kızların, ilerleyen yaşlarda baba modeline uygun erkeklere aşık oldukları bilinen bir gerçektir. Yine; babanın ilgi ve sevgisinden mahrum olarak büyüyen erkek çocukları, (aksi bir durum yoksa) kendi annelerine benzeyen kadın modeline yönelirler. Her iki durumda da bireylerin sağlıklı duygusal ilişkiler kurmalarını zorlaştıran durumlar vardır.
Aile içinde öğrenilen konulardan bir diğeri; kızların, annelerinin babaları ile ilişkilerinden kendilerine çıkardıkları derslerdir. Kız çocuğu, fedakarlık yaparak erkeği “elde tutma” dersini annesinden öğrenir. Devamında; bu yanlışı kendi yaşamında da geliştirerek tekrar etmeyi sürdürür.
Özetle; sağlıklı bir aile ortamının, gelecek yaşamımız açısından önemi, öngörebileceğimiz sosyal ve duygusal sınırların çok ötesindedir. Ailenin yerini alabilecek değer ve önemde bir mekanizma bulmak neredeyse imkansızdır, desek yanılmış olmayız.