Gürcan Banger
Konuşmak ve dinlemek üzerine hoş bir söz duymuş veya okumuştum. Belleğimde kaldığı kadarı ile şöyle idi: “Eğer konuşmak, dinlemekten daha önemli olsaydı; insanların iki ağzı ve tek kulağı olurdu.” Bu söz, yaratılmaya ilişkin ilahî bir durumdan daha çok, bir sosyal olguyu ifade ediyor. Gerçekten karşımızdaki insanları dinlemek için fazlaca ilgi ve gayret (ve hatta tahammül) göstermiyoruz. Bazen bir toplulukta insanların, birbirlerini dinlemeden nasıl sadece konuştuklarını hayretle izliyorum. Bir kavak ağacına tünemiş çok sayıda kuş gibi biteviye ses çıkarıyorlar; sonuçta tek kelimesi bile anlaşılmayan bir gürültü senfonisi oluşuyor.
Konuşmak ve dinlemek bir kültürdür. Tüm insan ilişkilerinde var olduğu biçimde, sözlü iletişimde de saygıyı temel alan bazı kurallar olması gerekir. Genel olarak; karşımızdaki insan, konuşmak veya dinlemek istediğine dair bazı ipuçları verir. Beden dilini okuyarak bunu kolaylıkla anlayabiliriz. Karşıdan gelen bu işaretlere rağmen, aykırı davranmayı sürdürürsek, iletişimin ilk kuralı olan saygı ilkesini çiğnemiş oluruz.
Karşımızdaki insanı dinlememek, ona değersizlik iletileri göndermekle eşdeğerdir. Gerçek sözlü iletişim, konuşmayı ve dinlemeyi zaman dilimleri halinde demokratik olarak paylaşmak demektir. Tabii ki; karşımızdaki kişi, bu konuda sosyal ve kültürel yönden yeterince eğitimli olmayabilir; böyle bir durumda bile konuşmanın “kolaylaştırıcısı” olmak bize düşer.
Sözlü iletişim sorunları karşısında klasik tepkilerden birisi, karşımızdaki kişi ile “konuşulamadığı” konusunda şikayet etmektir: “Seninle konuşmak mümkün değil.” Eğer bu tür “zor” bir kişi ile konuşma zorunluluğu varsa, bilmeliyiz ki; mutlaka bir konuşma modeli bulunabilir; ancak bizim daha fazla özverili ve kolaylaştırıcı olmamız gerekebilir.
Bazen öyle konuşma örnekleri görüyorum ki; konuşan kişinin, susulması gereken noktalardaki ısrarlı ve duygusal cümlelerini şaşırarak karşılıyorum. Muhtemelen bu kesintisiz konuşma, konuşan kişinin düşüncelerini her ne pahasına kabul ettirme ve bir pehlivan gibi üste çıkma gayretinden kaynaklanıyor.
Halbuki sağlıklı bir sözlü iletişim (konuşma) ortamında temel nokta, kendi duygularımız yerine, dinlediğimiz kişinin duygularına odaklanmak olmalıdır. Öncelikle onu, onun duygularını anladığımızı söz veya beden dili ile ifade edebilmeliyiz. Bir konuşmanın gereksiz yere uzamasının arkasındaki nedenlerden birisi, karşılıklı olrak anlama düzeyinin algılanamamasıdır.
İnsanlar, genelde ahlâk dersi ve nasihat almaktan hoşlanmazlar. Tahammül edebileni gördüysem de, eleştiriyi seven kimseye de rastlamadım. Bu tür unsurları, açık biçimde içeren bir konuşmanın, sağlıklı bir sona ulaşması pek kolay değildir. Bu nedenle konuşmanın içeriğine bağlı bir iletişim modeli kullanılmasında ve uygun beden dili ile desteklenmesinde yarar vardır. Bir başka deyişle; doğru mesaj yeterli değildir. Doğru mesajın, doğru zaman, doğru mekân ve doğru iletişim modeli ile desteklenmesi gerekir.
Konuşurken, konuşmanın dinlenme ve bitme noktalarını (es noktalarını) iyi ifade edebilmek gerekir. Dinlerken de bunların farkında olmak önemlidir. Tam olarak bitmemiş bir konuşmanın (devamını kendince tahmin ederek) arasında girmenin, genelde konuşmayı gereksiz yere uzatmaktan başka bir yararı olmaz. (Dinlememekle gösterdiğimiz saygısızlık örneği de işin ayrı bir noktası…)
Dinlerken yaptıklarımızdan bir diğeri, karşıdan gelen mesajlara filtre koymaktır. Bu, (empati yolunu kapattığından) karşımızdaki kişinin anlaşılmasını zorlaştırır. Genelde gördüğümüz hoşgörüsüz iletişimin altındaki ana fikir de budur.
Dinlemeyi öğrenmek, sanırım konuşmayı öğrenmek kadar zor. Ama saygı ve hoşgörü ile örülmüş sevgi dolu bir dünyaya giden yol, dinlemeyi öğrenmekten ve dinlemenin değerini doğru kavramaktan geçiyor.