Kendine Emek Vermek
Gürcan Banger
Kendimi en “keyifsiz” hissettiğim zamanların başında, olayların beni sürüklediği ve yönettiği zamanlar gelir. Böyle durumlarda olayların kendi başına denetimsiz ama beni de sürükleyerek akıp gitmesi, topraktan kökleri sökülmüş bir bitki gibi hissetmeme neden olur.
Bir de; kendimi dağınık, içe dönük, Dünya ile ilişkilerini kısıtlamış, hatta bohem hissettiğim zamanlarım olur ki; en sevmediğim görünümlerimden birisi budur. Aslında bu tür zamanlar, kişinin fizik olarak veya zihnen dinlenme dönemleridir. Bu anlarda insanın dış yüzü, kayıtsız ve silik bir hal almakla birlikte; içeride anka kuşunun küllerin arasından yeniden doğabileceği bir hazırlık sürmektedir. Bu dalgalanmaları değişik biçim ve yoğunluklarda yaşayan pek çok insan olduğuna eminim.
İnsanın alaca karanlık dönemlerinde yapabileceği en başarılı etkinliği, inatla başını yerdeki çamurdan gökteki yıldızlara doğru kaldırabilmesidir. Bir insan olarak başarılı sayılabilecek kişi, sadece dalganın yükselişe geçtiği zamanlarda başarılı görünen kişi değildir. Başarılı sayıp örnek alabileceğimiz kişi odur ki; dalganın inmekte olduğu zamanlarda da ışık vermeye, pırıldamaya ve yaşam sevincini zenginleştirmeye devam eder.
İnsanın kendini kötü hissettiği zamanlarda ortaya koyduğu en belirgin davranış, çevresiyle olan iletişimini kısıtlamasıdır. Halbuki bu tür zor durumlarda bile insan, iletişim kurma becerisini kullanabilir ve geliştirebilir. Ama zor zamanlarda iletişim başarısını elde edebilmek için kişinin, önce bunu başarabileceği gerçeğini kabul etmesi gerekir. Konusu ne olursa olsun; bir işte başarılı olmanın vazgeçilmez ön koşulu, bu işe olumlu niyet ve kabullerle başlamaktır. Bulunduğu durumu doğru kavrayan kişi, bunu olumlu niyet ve kabullerle pekiştirdiğinde önemli bir başlangıç kazanımını elde etmiş demektir.
Örneğin bir konut üretilirken, ilk işlerden birisi olarak yapının temelleri yapılır. Bir yapı için en önemli parçalardan birisi olan temeller, toprak altında kalmakla birlikte; yapının yaşamı boyunca ona destek ve katkı veren (onun ayakta kalmasını sağlayan) önemli unsurlar olarak var olmaya devam ederler. Yapının temeli; bir kapı, bir pencere, bir mobilya gibi göze görünmez; ama toprağın altında görevlerini yapmaya devam ederler. Kişinin bilinçaltı da, bir yapının temeli gibidir.
Kendisiyle ilgili konularda başarılı olmak isteyen insan, öncelikle başarı düşüncesini kendi bilinçaltına kazımak zorundadır. Böylece (yapının doğru yapılmış temelleri gibi) yeterince özümsenmiş olan başarı düşüncesi de, bilinçaltında sürekli var olarak kişiyi doğru yönlendirmeye ve teşvik etmeye devam eder.
Bazı arkadaşlarınızla konuşmalarınızın, nasıl da hızla bireysel olumsuzlamalara savrulduğuna hayret edersiniz. Bu tür kişiler, sıklıkla kendi şanssızlıklarından, yaşam koşullarının getirdiği kısıtlamalardan, beğenmedikleri beden özelliklerinden ve olumsuz buldukları aklî ve ruhsal niteliklerinden (sözün kısası, kendilerinden) şikayet ederler. Daha başlarken; kendine olumsuz ve kötümser bakan bir kişinin, başarı şansı yüksek değildir. Kendine verdiği emeğin katkılarıyla başarıyı ve geleceği yakalamak isteyen kişi, öncelikle kendi hakkındaki olumsuzlamalarını değişim ve dönüşüm sevinciyle değiştirmelidir. Gelecek, kötümserliğin ve olumsuzlamaların üzerine kurulamaz.
Kendine (bedenine, aklına ve ruhuna) olumsuz yaklaşan bir kişiye, çevresindeki başka insanların da olumlulukla yaklaşmasını beklemek hayal olur. Şans, kendine ve Dünya’ya olumlu bakabilmeyi beceren için bir fırsattır genelde.
Ünlü Alman düşünür ve edebiyatçısı Goethe’nin bir sözü aklıma düşüyor: ”Ne yapabileceğine inanıyorsan veya hayal edebiliyorsan, durma yap!” Bir cümle de ben ekleyeyim Goethe’nin sözlerine: “Başlarken iyimser ve cesur ol; şans sana gelmiyorsa, sen şansa gitmenin yollarını ara!”
Her insan şansını kendisi yatatır bence…:)