Demokrasi, Katılım ve Yönetişim
Gürcan Banger
Kentsel dönüşüm ve Eskişehir’den söz ettiğim yazılarımda kullandığım birkaç kavram var: Katılımcı demokrasi, saydamlık, açıklık, sosyal sorumluluk ve yönetişim bunlardan bir kaçı… Bu listeyi oluşturan sözcüklerden yönetişim giderek sık kullanılır oldu. Ama biliyoruz ki; sözcüklerimizin dilimizde yer alışı ile onların gerçek anlamlarının kavranması eşzamanlı olmuyor. Yönetişim sözcüğü de aynı zulme uğrayan sözcüklerden birisi olarak dikkat çekiyor. Birlikte yönetim ya da etkileşimli yönetim anlamına gelen yönetişim, toplumun pek çok kurum ve kuruluşunda geçerli bir kavram… Örneğin bir ekonomik işletmede veya bir sivil toplum kuruluşunda yönetişim olgusundan söz edebiliriz. Son yıllarda yönetişimin en popüler olduğu alan, devletin sivil toplum ile çakıştığı arayüzdür.
Kentsel dönüşüm bağlamında kullandığımız yönetişim anlayışına gelince; bunu kenti kentte yaşayan vatandaşlar ve sivil toplum kuruluşlarının aktif katılımı ile birlikte yönetmek anlamı çıkıyor. Bir başka deyişle; yerel yönetimler açısından başkanın veya uzmanların her şeyi bildiği bir ‘Yontma Taş Devri modelinden’ katılımcı demokrasi modeline geçişi ifade ediyor.
Kamuda yönetişim kavramı, devletin yönetim ve karar alma süreçlerine toplumdaki tüm paydaşların katılımı olarak yorumlanıyor. Bu çerçevede vatandaşların ve sivil toplum kuruluşlarının yerel yönetim süreçlerine katılımının özel önemi var. Türü ne olursa olsun; kamuda yönetişimin ana ilkeleri uzlaşmacılık, ortak paydacılık, saydamlık, hesap verebilirlik, katılımcılık ve sosyal sorumluluk olarak görülüyor.
Mevcut demokratik sistemin sıkıntısı, 4-5 yılda yapılan seçimlerde yapılan tercihlerin başkaca katılıma izin vermemesidir. Seçilmişler, 4-5 yıl gibi bir süre içinde kararları ve politikaları kendileri üretiyor ve denetlenmeye imkân bırakmıyorlar. Yönetişim yaklaşımı sayesinde sivil toplum kuruluşlarının, meslek odalarının, sendikaların ve üniversitelerin yönetim süreçlerine katılmaları ile temsili demokrasinin bu sıkıntısı ciddi ölçüde aşılabiliyor. Özetle; yönetişim çerçevesinde tüm ilgili paydaşların yönetim, karar ve denetim süreçlerine ortak olabildiği katılımcı ve etkili bir demokratik yönetim anlayışından söz ediyoruz.
Bazı kesimler, yönetişim kavramından devletin kendi sorumluluk alanlarından çekilmesini anlıyorlar. Yönetişimi, devletin sorumluluk ve görev alanlarını özel sektöre bırakarak bir rant alanları manzumesi yaratılmaya çalışıldığı iddiasını öne sürüyorlar. Hâlbuki yönetişim kavramı ile ifade edilmek istenen fikir, halkın yönetim süreçlerine daha fazla katılabilmesi ve toplumsal iyinin oluşmasında aktif rol alabilmesidir. Bir başka deyişle yönetişim, temsili demokrasinin darboğazlarını aşabilecek yeni arayışların bir ifadesidir.
Yönetişim kavramının donatılması gereken ilkeleri ortaya koyduğumuzda; bu fikri savunmanın nedenleri kavramak daha kolay olabilir. Kanımca yönetişimin en önemli ilkeleri arasında adalet gelir. Halkın gerçek talep ve ihtiyaçlarının çözümünde ve bu yönde yapılan hizmetlerde sosyal adalet ilkesinin gözetilmesini önemli bulurum.
Bugünkü yönetim modeline baktığımızda; eğer kanıtlanabilecek bir yasal yolsuzluk veya usulsüzlük yoksa seçilen yönetici yarattığı enkazdan sorumlu olmamakta. Bu nedenle sorumluluk ve hesap verebilirlik ilkelerinin sisteme sağlama monte edilmesi gerekiyor. Bunu başarmanın yolu ise vatandaşları ve sivil toplumu denetim süreçlerinde etkin hale getirmekten geçiyor. Denetimin yapılabilirliği için ise kamu yönetimi için saydamlık vazgeçilmez bir önem taşıyor.
Yönetişim süreci yukarıda saydığım –ki birkaç tane daha eklenebilir– ilkeler çerçevesinde uygulandığında; kamu yönetimi ile halk arasındaki mesafeyi azaltıyor. Azalan mesafe, sonuçta sosyal gerginlikleri düşürücü yönde olumlu etki yapıyor.
Günümüzde temsili demokrasinin yarattığı olumsuzluklardan birisi, kamu kurumlarının meşruiyetinde zayıflama ve demokrasiye olan inançta azaltma yaratmasıdır. Yine bu bağlamda bireysel kurtuluş için yasadışı ve ahlaki olmayan yönelimlerin arttığını söyleyebiliriz. Yönetişim, bu tehlikeli sürece karşı önlem alınması için etkili bir araçtır.
Günümüzde halkın hak ve özgürlüklerini vekiller aracılığı ile kullanması temsili demokrasi olarak isimlendiriliyor. Günümüzde demokrasinin yaşadığı kriz, vekâlet yoluyla temsilin halkın / yurttaşların özlemlerini ifade edememesinden kaynaklanıyor. Diğer yandan çağın ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel mekanizmaları ile kurumları doğrudan demokrasiyi gerçekleştirmek için yeterli olmuyor. Belki de insanlığın çok boyutlu oluşumu henüz doğruda demokrasiyi gerçekleştirebilecek olgunlukta değil. İşte; böyle bir durumda yönetişim, temsililikden doğrudanlığa geçişi sağlayabilecek mekanizmalardan birisi gibi duruyor. Bunu ancak bu modeli daha etkin ve verimli kullanabildiğimizde öğreneceğiz. Yakın zamana kadar sorgusuz sualsiz lider kültüne tapınıcılığı savunan bazı muhteremlerin bile demokrasiyi ve katılımcılığı öğrenmeye başladıklarına bakılırsa; yönetişim konusundaki durum pek de umutsuz değil.