Gürcan Banger
Aşkı tanımlayan birkaç cümle okudum yakınlarda: “Hani bir kelebek yakalarsın. Sonra avucunun içine bakmak istersin, yaşıyor mu diye. Baksan kaçacak, sımsıkı tutsan ölecek… İşte böyle bir şey aşk.” Bu satırları okuduğumda en çok sevdiğim şiirlerden birisini (bence şiir külliyatımızın en muhteşem eserlerinden birisini) hatırladım. Behçet Necatigil’in bir şiiri; “Solgun Bir Gül Oluyor Dokununca”. Aynı kırılganlığı, benzer duyarlılığı ve yürek kıpırdanışlarını (kelebekle onu yakalayan elin karşı karşıya duruşlarını) anlatıyor. Tamamını edinip mutlaka okuyun, beğeneceksiniz:
“Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.”
Özentilerim, kıskançlıklarım yoktur desem yanlış olmaz. Olduğunda da bu konuda kendimi “terbiye etmeye” çalışırım. Ama bu beynimi ve kalbimi yerinden çıkarırcasına harekete getirip coşturan bu şiiri ben yazmak isterdim doğrusu. İtiraf ediyorum; bu şiirdeki olağanüstü duygu selini her gün daha çok kıskanıyorum.
Bir de Louis Aragon var. 1897-1982 yılları arasında yaşamış ünlü Fransız şair, romancı, deneme yazarı ve düşün insanı. Aragon’un pek çok ünlü romanı ve şiiri var. Ama bir şiiri var ki; ruhumun anlamlar kütüphanesinde Behçet Necatigil’inki ile yanyana duruyor; “Mutlu Aşk Yok ki Dünyada”. Bana benzer anlamları hatırlatıyor. Aşkın iç çatışmasını şöyle ifade ediyor Aragon şiirinin son bölümünde:
“Acılara batmamış bir aşk söyle bana
Yıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle
Bir aşk söyle sarartıp soldurmamış ama
İnan ki senden artık değil yurt sevgisi de
Bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarına
Mutlu aşk yok ki dünyada
Ama şu aşk ikimizin öyle de olsa.”
Gerçekten mutlu aşk var mı! Aşkı; gerçekten bir kelebek gibi öldürmeden, ama uçup gitmesine de kayıtsızlık göstermeden sonsuza kadar elde tutup yaşa(t)mak mümkün müdür! Bu soruların doğru cevaplarını bilen olduğunu sanmıyorum. Muhtemelen bu tür sorunların cevapları da yok. 1213-1292 yılları arasında yaşamış, Gülistan ve Bustan isimli eserleriyle bilinen, Doğu Edebiyatı’nın en ünlü şairlerinden Şeyh Sadi-i Şirazî diyor ki: “Gül yanımda, şarap elimde, sevgili muradımca bana yâr. Cihan sultanı bile böyle bir günüme köle olur.” Anlaşılıyor ki; aşk, yaşamdır. Yaşamı aşk haline getirdiğinde ise bir başka sonsuzluğa uzanıyor insan.
Aşkın, bir gönül sarhoşluğu olduğuna hiç kuşku yok. Çoğu zaman şiirlerde anlatılan esriklik de (sarhoşluk da) içkiden kaynaklanan bir ruh durumu değil. Aşkın yarattığı gönül coşkusuyla, şerbet ile ayran da insanı alıp başka duygu dünyalarına götürüyor. Sanırım; bu nedenle Doğunun en bilinen gönül insanlarından, büyük şair Mevlâna şunları söylüyor: “Aşka tutulan saçların perişanlığı, iyi biliyorum ben, tarakla düzeltilmez.”
Aşkta karşıtlıklar bir arada duruyor. Bu nedenle aşka bir karşıtlıklar senfonisi diyebiliriz. Akıl ruha karşı, duygular mantığa… Duygusal gelecek beklentisi, mantıklı yaşam özleminin karşısında. Belki de İspanyol düşünür ve yazar Miguel de Unamuna haklı: “Aşk mutluluğu öldürür, mutluluk aşkı.” Pek çok düşünen insanın, aşkın çelişkileri karşısında aynı düşünsel noktada buluşmaları gerçekten ilginç. Siz ne dersiniz, gerçekten mutlu aşk var mı?