Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Değişik ortamlarda yazılarımda ve konuşmalarımda sıklıkla sözünü ettiğim bir tespit var. Geleneksel özelliklere sahip bir yerleşim olarak Eskişehir’in 2000’li yıllara kadar olan gelişimi, kendi kendine yavaşça büyümenin özgün örneklerinden birisini oluşturur. Yaşamı süresince değişik kırılmalar yaşamış olan Eskişehir, 20’nci yüzyılın son yıllarına kadar yağ damlasının kâğıdın üzerinde yavaşça ve aynı merkez etrafında büyümesi gibi kendiliğinden gelişir. Geçen yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan (hatta dayatma noktasına gelen) bazı altyapı sorunlarının orta vadeli olarak çözülmesi dışında, kentte uygulanmış büyük ölçekli ciddi planlanmış bir proje neredeyse yoktur. Yapılmış olanın da neden o şekilde yapıldığına dair bir plan – program bulunmaz. Şehrin doğru öngörülü insanlarının başarısı olarak sayabileceğimiz Organize Sanayi Bölgesi bir yana bırakılırsa; 20’nci yüzyılın ikinci yarısında plansız, programsız ve en önemlisi vizyonsuz büyüme hızlansa da; görünen manzara, kendiliğinden büyümenin ötesine geçmez. Hatta kent rantından daha fazla yararlanmak adına yapılan bazı hatalı uygulamaların diyeti bugün hâlâ ödenmektedir.
Eskişehir’in Dünü Bugünü
Eskişehir’in talihsizliklerinden birisi; bu kentin yöneticilerinin, geleneksel kentin yavaş tempolu büyümesine kendilerini alıştırmış olmalarıdır. Eskişehir’de hemen hemen hiçbir altyapı projesi gerekli vizyoner öngörülerle yapılmamış; ancak günün dayatan koşullarında gerçekleşmiştir. Kentin mekânsal kullanımının, elektrik dağıtım şebekesinin, içme ve kullanım suyu altyapısının, kanalizasyonun, trafiğin (ve daha pek çok konunun) yıllardır bir sorunlar yumağı olarak sürmesinin nedeni başta yöneticiler olmak üzere ‘şehirli âyanın’ öngörüsüzlüğüdür. Eskişehir’in bugün hallediliyor gibi görünen bazı sorunları ise (yine sıklıkla dile getirdiğim gibi) gerçekte bugüne ait sorunlar olmayıp, yaklaşık 30-50 yıl önce öngörülüp gerçekleştirilmesi gereken sorunlardır.
2000’lerin başından bu yana Eskişehir, ülkenin en gözde cazibe merkezlerinden birisi haline geldi. Son birkaç yıldaki hızlı değişimin ana nedenlerinden birisi budur. Gözlenen hızlı değişimin olumlu getirileri yanında olumsuz yanları da olacağına hiç kuşku yok. Bugüne kadar İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Diyarbakır, Adana ve Mersin gibi kırdan kente sosyal göçün olumsuz faktörlerinden etkilenmeyen Eskişehir, önümüzdeki dönemde bu bağlamda yeni sosyal ve yapısal sorunlara aday görünüyor.
Günümüzde Trakya, İstanbul, Kocaeli ve Bursa gibi bölgelerin aşırı doluluğa ulaşması ve buralarda yatırım yapmanın artan birim maliyeti, Eskişehir’i yeni bir seçenek olarak gündeme getiriyor. Sayıları giderek artan yerli ve yabancı yatırımcının Eskişehir’e yönelmesi, bugünkü mevcut yönetim anlayışı ve kent altyapısı ile kısa ve orta vadeli gelecekte ‘işlerin hayli zor olacağını’ gösteriyor.
Artık bir ‘üniversite kenti’ olarak anılmaya başlayan Eskişehir’in konutlaşma ve mekânsal gelişim sürecindeki hızlı gelişimi, kenti ziyaret eden herkesin dikkatini çekiyor. Diğer yandan Organize Sanayi Bölgesi’ni ziyaret eden sanayici, yatırımcı ve değişik amaçlı ziyaretçiler gerek sanayi bölgesinin gerekse şehrin ivmeli gelişimini şaşkınlıkla ifade ediyorlar. Özel olarak kentsel altyapı açısından bakıldığında; gerek konutlar, gerekse sanayi olmak üzere Eskişehir’de ikili bir yeni ihtiyaç yapısı oluştuğu görülüyor. Bu ihtiyaç yapısı, 2000’lerin sonrasındaki Eskişehir’in ufku ile yakından ilgili.
Bugün Eskişehir ilinin toplam nüfusu yaklaşık 700 bin dolayında ve bu nüfusun yüzde 70-75’i kent merkezinde yaşıyor. Bu, nüfus yapısı olarak sık görülen bir durum değil. Diğer yandan; başta kent merkezi olmak üzere il nüfusunun (beklenenin çok üstünde bir ivme ile) önce 900 bine ve ardından bir milyona tırmanması beklenmeli. Bu yönelim kabul edildiğinde ve yatırımların yavaş gelişebildiği düşünüldüğünde; kentin ihtiyacı olan yapısal yatırımlarda daha şimdiden geç kalındığını söylemek şaşırtıcı olmamalı.
Eskişehir’in ilk elde sıralanabilecek sorunları arasında stratejik planlama anlayışının gelişmemiş olması sayılabilir. Bu nedenle kentle ilgili gelişim planları yapılırken, çoğunlukla imar planlaması ile yetinilmekte, örneğin sanayinin gelişiminin yarattığı enerji, su, çevre koruma, ulaşım ve diğer altyapı ihtiyaçları yeterli ölçüde dikkate alınmamakta. Benzer biçimde hızlı konutlaşma sürecinde altyapı sorunları gerekli özenle planlama adımlarına dâhil edilmemekte. Kent yönetimlerinin birincil altyapı ihtiyaçlarına karşı duyarsızlığı, bugün kendini kent içi ulaşım, trafik ve enerji sorunlarının geldiği noktada ifade etmekte…
Eskişehir, bir ‘üniversite kenti’ olduğu kadar yüksek nitelikli altyapıya sahip sanayi bölgeleri ile bir ‘sanayi kenti’ olma özelliğine sahiptir. Kentin ürettiği katma değer içinde sanayinin payı artmakta. Önümüzdeki dönemde sınaî sektörlerin (yeni yatırımlarla) çok daha yüksek miktarlara baliğ olacağına hiç kuşku yok. Sadece Eskişehir açısından baktığımızda bile; böyle bir sanayi yapısının yüzde 70-80 oranında dışa bağımlı, belirsizliklere sahip ve stratejileri olmayan enerji altyapısı üzerine oturtulamayacağını kavrayabiliriz.
Hiç kuşkusuz Eskişehir, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne en hazır kentlerinin başında gelir. Diğer yandan önemli Avrupa kentlerine baktığımızda; bunların, sadece enerji sistemi bağlamında değil, tümüyle yeni türden bir kentsel yaşam tanımlayan ve buna uygun bir kentsel gelişim gerçekleştiren yerleşimler olduğunu gözlüyoruz. Her anlamda çevre ve doğaya değer veren, canlı yaşamının sürekliliğini sağlayacak olan temiz kentlere odaklanmış ‘güneş kent’ projeleri hızla popüler hale geliyor.
Eskişehir açısından bakıldığında; söylenebilecek son söz, “yöneticilerin kentin bir bütün olduğunu anlamaları ve kentin gelişimini (katılımlı olarak) buna uygun olarak planlamaları veya yönlendirmeleri” gereğini söylemek olabilir. Kentteki pek çok eko-sistem de ihtiyacı olan çözümleri bu bağlamda bulacak.
“Kırkbir Kere Maşallah”
2008’i yaşadığımız şu günlerde yaşı 30’un üzerinde olan hemşeriler, kendi çocuklukları ile kıyasladıklarında Eskişehir’in ne kadar değişmiş olduğunu daha iyi kavrıyorlar. Önceki yıllarda Eskişehir’i görmüş olan ziyaretçiler, bu sıralarda yaptıkları ziyaretlerde kentin çok farklı bir görünüm arz ettiğini ifade ediyorlar. Bu yaklaşımları, bebekliğini bildiğimiz bir çocuk irisi hakkındaki yaptığımız yorumlara benzetiyorum: “Maşallah, ne kadar da büyümüş! Kırkbir kere maşallah…”
Eskişehir’in şekil ve fonksiyon olarak bir değişim ve büyüme sürecinde olduğuna itiraz etmek mümkün değil. Kent, dünün geleneksel taşra kenti kimliğinden, bir büyük kent (metropol) görünümüne doğru evrimleşiyor. Bu nedenle; kaçınılmaz biçimde büyüyen kentlerin yeni sorunlarına da aday görünüyor.
Bir kentin büyümesini iki açıdan ele alabiliriz. Birincisi; bir kent büyürken sanayi ve ticaret de genişleyeceğinden mal ve hizmet fiyatları düşecek, kentsel yaşam koşullarında iyileşmeler olacaktır. İkincisi; kentin aşırı büyümesi ise altyapı yetersizlikleri, kira fiyatlarının artması, enerji sağlanmasının güçleşmesi, yerel yönetim hizmeti maliyetlerinin artması gibi olumsuz sonuçlar doğurabilecektir. Belediye hizmetlerinin zaten pahalı olduğu Eskişehir’de bireylerin ulaşım giderlerindeki artışlara dikkat edildiğinde; kentsel büyümenin olumsuz etkilerinden birisi yakalanmış olur. Artan kullanım ve içme suyu fiyatlarını, ilan-reklâm vergilerini, ruhsat harçlarını aklıma geliveren bazı olumsuz örnekler olarak hatırlatabilirim. Büyüyen Eskişehir’de yaşamanın giderek daha pahalı hale geldiğine (bu pahalılığı yaratanlar dışında) kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum.
Avrupa’nın bazı kentlerinde bulundum, bazılarını ise görsel medyada izledim. Bugün beğeni ile anılan pek çok Avrupa kentinin özellikle nüfus olarak pek de büyük olmadığını görmek ilginç bir tespit oluyor. İnsan, ister istemez “Bir kentin ‘çağdaş’ olması için ille büyük mü olması gerekir?” sorusunu hatırlıyor. Dünya’da pek çok kentte tartışılan “Kent ne kadar ve nasıl büyümeli?” sorusunun Eskişehir’de de gündeme alınma zamanı geldi diye düşünüyorum. Ne yazık ki; ‘optimal (en uygun) kent büyüklüğü’ konusunda bir genel-geçer model geliştirilebilmiş değil. Ama bu olgu, kent büyüklüklerinin bölgesel ve yerel düzeylerde irdelenmeyeceği anlamına da gelmez.
Optimal (en uygun) kent büyüklüğünün belirlenebilmesi için birkaç sayısal ölçütün kullanılmasından gereğinden söz edebilir. Örneğin kentte yaşayan ‘kişi başına düşen kentsel hizmet maliyeti’ bu konuda iyi bir gösterge olacaktır. Söz konusu birim maliyet değerlerini ulaşım, sağlık, enerji, gıda, konaklama ve benzerleri gibi kalemler için ayrı ayrı ele alabileceğimiz gibi, tüm maliyet kalemlerini içeren tek bir ‘kentsel hizmet birim maliyeti’ değeri de hesaplayabiliriz. Kolay anlaşılması açısından kentsel hizmet birim maliyetini, “kentli yurttaş olmanın birim maliyeti (yani fiyatı)” olarak düşünebilirsiniz.
Bu paragrafta söyleyeceklerim, matematiksel iktisatla ilgisi olmayanlara veya bu bilim dalından hoşlanmayanlara biraz teknik ve karmaşık gelebilir. Ama akla not olması anlamında kısaca ifade etmek istiyorum. Kentsel hizmet maliyetine ilişkin sayısal değerin iki ayrı türde hesaplanması öğretici olabilir. Örneğin her yıl için ‘ortalama kentsel hizmet birim maliyeti’ yanında, ‘kentsel hizmet marjinal maliyetini’ de hesaplamalıyız. Marjinal maliyeti, kente eklenen her yeni kişinin kente getirdiği ek maliyet yükü olarak düşünebiliriz. Bu değerlerin her yıl yeniden hesaplanması, kentin nasıl bir değişim ve dönüşüm sürecinde olduğu konusunda ciddi işaretler verecektir.
Bugüne kadar yapılan kent araştırmaları, kentsel hizmet birim maliyetinin büyümeyle birlikte önce düştüğünü, daha sonra arttığını göstermektedir. Sanırım; Eskişehir’de gözlenen yerel yönetim maliyetlerindeki artışın altında da buna benzer yönelimler vardır.
Eskişehir için optimal (en uygun) kent büyüklüğü konusunda üniversitelerimizde yapılacak bilimsel çalışmaların, kentin geleceği açısından önemli ipuçları vereceğine inanıyorum.
Maliyet ve artı değer
Büyüyen kentte (doğal olarak) artan sadece kentsel hizmet maliyetleri değildir. Büyümenin etkisiyle kentte yaratılan artı değer (yani gelir) de artmaktadır. Ayrıca kentin büyümesi sonucunda firma ve bireylerin parasal kazanımları yanında toplumsal ve kültürel kazançları da olmaktadır. Bir küçük kentte bulunamayabilecek bazı sosyal etkinlik türleri ancak büyük kent merkezlerinde yaşam imkânı bulmaktadır. Eskişehir örneğini incelediğimizde; bazı sosyal etkinlik tür ve mekânlarının ancak son yıllarda (kentin belli bir büyüklüğe ulaşması ile) ortaya çıktığını gözleyebiliriz. 1980 öncesi kamuoyu araştırmalarına bakıldığında; Eskişehir ile ilgili şikâyetler arasında sosyal ve kültürel etkinliklerin azlığı konusu dikkat çeker. Gerçekten de uzun yıllar boyu Eskişehir’de belli başlı sosyal ve kültürel etkinlik türleri; sinemaya gitmek, Hamamyolu’nda ‘piyasa yapmak’, Nur Pastanesi’nde zaman öldürmek, çay bahçesinde oturmak ve sokakta ya da yazlık sinemada çekirdek çitlemek olarak kalmıştır.
Kentin büyümesi ile birlikte kentsel hizmet birim maliyetinin önce düştüğünü, daha sonra nüfusunun giderek artması sonucu birim maliyetin yükseldiğini belirtmiştim. Özetle; belli bir nüfus büyüklüğünden sonra kente eklenen her yeni birey bir öncekinden daha pahalı (maliyetli) olmaya başlıyor. Eskişehir’de 2000’li yıllarla birlikte gözlemeye başladığımız durum budur.
Kişi başına net gelir açısından baktığımızda ise aksine bir durum gözlüyoruz. Daha doğru bir söyleyişle; bugüne kadar yapılmış kent araştırmaları, gelirde maliyete oranla farklı bir görünüm veriyor. Büyümeyle birlikte kişi başına gelir, önce yükseliyor; ama nüfusun daha fazla artmasıyla düşmeye başlıyor. Nüfus büyüklüğüne bağımlı birim maliyet ile kişi başına net gelir eğrilerinin ilginç bir kesişme / ortak noktaları var. Bu noktada kente eklenen her yeni bireyin getirdiği ek yük, bu yeni bireyin getirdiği ek kazanca eşit oluyor. (Matematiksel iktisattan hoşlanmayanlardan özür dileyerek, teknik deyimle; marjinal maliyetin marjinal gelire eşit olduğu nüfus büyüklüğü noktasından söz ediyorum.) İşte bu noktaya “kentin optimal (en uygun) büyüklüğü” adı veriliyor.
Bu teknik tartışmayı kısaca özetleyeyim. Kente gelen her yeni kişi (ya da kuruluş), hizmet alacağı için kente yeni bir maliyet getiriyor. Buna karşılık söz konusu kişinin (ya da kuruluşun) kente gelmesinden dolayı kent, yeni bir gelir kazanıyor. Bu kişi başına ek maliyet ile kişi başına ek gelirin eşit olduğu nüfus büyüklüğü, bir kent için optimal (en uygun) büyüklük olarak algılanıyor. İzlenimim odur ki; kentin altyapısının bugünkü haliyle nüfusun daha fazla büyümesi, Eskişehir’in ‘en uygun büyüklük’ noktasından uzaklaşmasına neden olmaktadır. Ya kentin altyapısına yeni ve ciddi yatırımlar yapılacak ya da Eskişehir daha fazla nüfus olarak (hızlı) büyümemenin yollarını bulacaktır.
Bu tür bilimsel ve kuramsal çalışmaların kentin gelişimi üzerinde kısa erimde net etkileri olmayabilir. Ama Eskişehir gibi kalkış (take-off) noktasına ulaşmış bir kentin vizyonunun saptanabilmesi için, optimal (en uygun) büyüklük çalışmalarının yakıcı önemde olduğunu düşünüyorum.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi; Eskişehir, mekânsal büyümesi açısından bir yağ damlası modelini hatırlatmaktadır. Kent, giderek bir merkez etrafında büyümektedir. Geçmişten farklı olarak Eskişehir, bir yandan da gerek kendi kırsalından gerekse ülkenin başka kentlerinden sosyal göç almaktadır. Sosyal göçe üniversite eğitimi amacıyla 2-6 yıl süreli olarak gelen genç nüfusu da ekleyince gelecek açısından öngörülebilmesi zor ve hareketli bir nüfus yapısı oluşmaktadır.
Küçük, güzel mi?
1950-1970 arası (doğal afetler dışında) küçük bir kentte yaşamanın keyfini sürenler, Eskişehir’in büyümesi ile birlikte kentsel yaşam kalitesinin hızla düştüğünü fark etmektedirler. Kent merkezinde görünürde artan albeniye karşılık kimliksizleşme, betonlaşma, çevre kirliliği, geleneksel sosyalliğin yitirilmesi, kalabalığın yarattığı zorluklar, yoğun trafik tıkanıklıkları, kentte düşen sosyal ve mekânsal kalitenin net göstergeleridir. Kalite düşüşünün kentte başıboşluğun, rant beklentilerinin arttığı dönemlere denk düştüğüne ayrıca dikkatinizi çekmek isterim.
Nitelikli bir kent yaşamı, Paris, Strazburg veya Viyana’ya benzeyen bir yerleşimde yaşamak değildir. Bir kentte mutlu olmak için o yerleşimin dev alışveriş merkezleri ile donanmış olması gerekmez. Kaliteli bir kent yaşamı, insanların mutlu oldukları bir kentte yaşamaları demektir. “Küçük, güzel midir?” bilemem; ama konu kent olunca büyüğün en güzel olmadığından eminim.