Gürcan Banger
(Eskişehir’in eski endüstriyel alanı olan Fabrikalar Bölgesi’ni anlattığım bu yazıyı, dört ayrı bölüm halinde Haziran 2005’te yazdım. Eskişehir Anadolu Gazetesi’nde yayınlandı. Yazıda söz edilen tarihi bacalar yıkıldı gitti. Yerine betondan yenilerini yaptılar. Şimdi Eskişehir, bu ‘kitsch’ tarihle idare ediyor. Yazıyı bir tarihe tanıklık ediyor olması nedeniyle burada yayınlamak istedim.)
İnhidam, Osmanlıca bir sözcük. “Çökme, yıkılma, viran olma” anlamına geliyor. Mail ise yine Osmanlıca’da “eğik, bir tarafa eğilmiş, eğri” demek. Mail-i inhidam ise “yıkılmaya yüz tutmuş” veya “düşeyden sapmış” anlamlarında bir yapı teknik deyimi olarak kullanılıyor.
Fabrikalar Bölgesi’ndeki eski kiremit ve tuğla fabrikalarına ait bacaları bilmeyenimiz yoktur. Bu bölgede Kurt Kiremit Fabrikası alanındaki bacaların, 7 ayrı kuruluşun imzasıyla verilen mail-i inhidam raporuyla yıkılacağını öğrendik.
Bu bölgede yabancı bir perakendeci şirketin hipermarket kurma girişimlerinden daha önce söz etmiştim. Anlaşılıyor ki, hipermarketçi yabancı şirket, önünde bir engel gibi duran “bacalar sorununu” aşabilmek için hayli yol almış.
Bilindiği gibi; söz konusu bacalar ve diğer ilgili müştemilat 1998 ile 2003 arasında Eskişehir Kültür ve Tabiat varlıkları Koruma Bölge Kurulu tarafından değişik kararlarla tarihi endüstriyel varlıklar olarak tescil edilmişti. Bu kültürel varlıkların yok edilme noktasına gelinmesinin sürecini sizlerle paylaşmak isterim.
Fabrikalar Bölgesi’nin Tarihi
Eskişehir yerleşiminin oluşmasında bu kentte yer alan sanayi alanlarının özel bir önemi vardır. Tüm çağlar boyunca Eskişehir, gıda sanayi yanında taş ve toprağa dayalı sanayi açısından da önemli bir bölge olmuştur. Tahıla dayalı üretim yapan fabrikalar ile tuğla ve kiremit üretimi yapan fabrikaların önemli bir bölümü, Eskişehir’in yükseldiği 1923-1950 döneminde kurulmuştur.
1927 yılına kadar Marsilya tipi kiremit yurt dışından ithal edilmekteydi. Kurt Kiremit (1928), Çift Kurt Kiremit (1933), Aslan Kiremit (1938), Fil Kiremit (1942), Kartal Kiremit (1944), Güneş Kiremit (1948), Doğan Kiremit (1948), Kılıçoğlu Tuğla ve Kiremit (1953) fabrikalarının üretime başlamaları ile Eskişehir toprak sanayi sektöründe önemli bir bölge olmuştur.
Yine Eskişehir sanayisinde Yasin Çakır Un (1938), Gümülcineli Un (1948), Gamgam Un (1948), Mühendisler Un (1953), Örnek Un (1959), Pak Un (1965), Kanatlı Un (1969) fabrikalarının tarihi bir önemi olmuştur.
Yukarıda saydığım fabrikaların pek çoğu, bugün hala Fabrikalar Bölgesi olarak isimlendirilen 70 hektarlık alanda yer almışlardır. İsmet İnönü Caddesi’nin açılması ile ikiye ayrılan alan, uzun yıllar boyunca Eskişehir (özel sektör) sanayi tarihinin oluşmasına vesile olmuştur.
Kentsel Mekânın Gelişimi
Eskişehir’in gelişiminde devlet eliyle yapılan yatırımların da ayrı bir yeri vardır. 1980 öncesi dönemde Eskişehir’in, ülkenin en önemli kentlerinden olmasını sağlayan bu yatırımlar arasında Eskişehir Şeker Fabrikası ve bağlantılı birimleri, Tülomsaş’a dönüşen DDY Cer Atölyesi’ni ve Hava İkmal Bakım Merkezi’ne dönüşen Tayyare Bakım Merkezi’ni saymalıyız.
Yukarıda saydığım bu devlet ve özel sektör yatırımları Eskişehir’in kent nüfusunun ve mekansal özelliklerinin gelişmesinde ciddi katkılar yapmıştır.
Devam Edelim
Fabrikalar Bölgesi’ndeki tarihi endüstriyel varlıklar olan bacaların mail-i inhidam (yıkılmaya yüz tutma) gerekçesiyle yıkılmasının tartışılmasına kaldığımız yerden devam edelim. Gerçek nedeni kent rantı olan bu ve benzeri yıkımların, kentin tarihini ve geleneksel kültürünü nasıl yok ettiğini araştırmayı sürdürelim.
Fabrikalar Bölgesi’nin kenti sanayi tarihinin ve kimliğinin bir göstergesi olduğundan söz etmiştim. Bu bölgenin kurulması ile çevrede Hoşnudiye, Eski ve Yeni bağlar, Kırmızıtoprak gibi mahalleler sanayi işçilerinin ikamet ettiği alanlar olarak oluşmuştu. Fabrikaların kurulmaya başlaması ile birlikte Ticaret Borsası’nın (1925) ve Eskişehir Bankası’nın (1929) kurulmaları Eskişehir’i 1980 öncesinde önemli bir yerleşim ve ticaret merkezi yapmıştı. Tabii ki, geleneksel Odunpazarı semtinin varlığını da kentin tarihsel önemi açısından hatırlamak gerekir.
Kısaca; Fabrikalar Bölgesi’nin varlığı Eskişehir için kimlik niteliğindeki alanlardan birisi olmuştur. Eskişehir’in bir kent olarak tarihsel gelişimi içinde bu bölgenin özel ve ayırt edici bir yeri vardır. Fabrikalar Bölgesi de Frigya Vadileri, geleneksel Odunpazarı semti, tarihi Selçuklu ve Osmanlı yapıları gibi korunması gereken ayrıcalıklı bir kentsel kültürel varlıktır (varlıklar toplamıdır).
Kentsel Koruma
Kültürel koruma, mimarlık ve kentsel gelişim anlamında geçmişin özgün yapı ve alanlarının geleceğe ulaştırılması anlamına gelmektedir. Bu bağlamda Fabrikalar Bölgesi gibi alanların, teknoloji tarihinin yeni kuşaklar tarafından bilinmesi ve kentin kendi geçmişini betonlaşma süresinde yitirmemesi açılarından özel değeri vardır.
Koruma anlayışının önemli belgelerinden olan Venedik Tüzüğü, daha 1’inci maddesinde tarihi anıtı tanımlarken, “tarihi anıt kavramının tek başına bir mimarlık yapıtı olduğu kadar bir uygarlığın izlerini taşıyan kentsel ve kırsal alanların da” içerilmesi gereğini vurgular.
Yine aynı tüzüğün 6’ncı maddesinde korunacak anıt veya alanın çevresiyle birlikte düşünülmesi gerektiğinden söz edilir. Tarihi ve kültürel alanların anlamını yok edecek biçimde inşaat ve çevresel düzenleme yapılamayacağından söz eder.
5226 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda yapılan değişiklikleri içeren 14.7.2024 tarihli yeni yasada korunacak varlıklar, “tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve kültürel açıdan değerli taşınır ve taşınmazlar” olarak tanımlanır.
Yine AB standartlarını açıklaması açısından önemli bir belge olan Avrupa Mimarlar Konseyi’nin 1995 tarihli raporunda “Mimarlık çevresel kalite, toplumsal, estetik ve ekonomik açıdan uygunluk demektir. Kültürel ifadeye, kente, peyzaja ve geçmişe uygunluk demektir. Teknikte, kültürde, çevrede, işlevde, ölçekte tutarlık demektir” iadesi yer almaktadır. Bu yaklaşım, AB koşulları ile var olmak isteyen kentlerin tarihi, kültürel ve doğal mirasın korunmasına vermeleri gereken önem konusunda uyarıcı niteliktedir.
Eskişehir’in kendi geçmişini, kültürel varlıklarını ve geleneğini yok ederek bir Avrupa kenti veya “Dünya markası” olması mümkün değildir. Bu değerli kenti, yabancı sermaye tarafından emilen bir “tüketim kenti” haline dönüştürmek isteyenler, kendi sorumluluk alanlarına düşen payları er geç ödeyeceklerdir.
Devam Edelim
Fabrikalar Bölgesi’nde, mail-i inhidam (yıkılmaya yüz tutmuş) kararıyla yıkılması gündeme gelen tarihi endüstriyel yapı özelliği taşıyan tescilli bacaların ve bölgenin durumunu incelemeye devam edelim.
Tescil Durumu
Fabrikalar Bölgesi’ndeki 8 adet fabrika parseli, ilimizdeki Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 12.2.2024 / 476, 14.8.2024 / 2479 ve 13.10.2023 / 2564 tarih ve sayılı kararlarla tescil edilmiştir. Bu bölgedeki Kurt Kiremit Fabrikası alanında bulunan fabrika binası ve içinde bulunan donanım, çamur havuzları ile 4 adet baca da aynı kapsam da tescil ile koruma altına alınmıştır.
Tabii ki; tescil etme, “kâğıt üzerinde” korumadan öteye geçememiştir. Kültürel varlık ve koruma ruhunun çok gerilerinde olduğumuzu ispata gerek yok. Gerçekten Kurt Kiremit Fabrikası alanında da fabrika binası, makine ve diğer donanımlar zaman içinde tahrip ve yok edilmiştir. Yine tramvay hattı yapımı sırasında bacalardan birisi, (konunun önemi ve yasal yaptırımları bilinmesine rağmen) “anlaşılmaz biçimde” yapım görevlileri tarafından yıkılmıştır.
Fabrikalar Bölgesi konusuna devam etmeden önce; geleneksel Odunpazarı yerleşimi ile ilgili geçmişte yaşanan bir olayı hatırlatmak isterim. Halen Büyükşehir Belediyesi tarafından yapımı süren “beton Odunpazarı Evleri” alanında geçmişte tarihi Odunpazarı evleri vardı. İlgili koruma kurulu, bu evleri de tescilleyerek koruma altına almıştı. Evlerin önünden geçen (bugünkü adıyla) Atatürk Bulvarı’nın genişletilmesi sırasında evler yine “anlaşılmaz biçimde” yıkılıvermişti. Halbuki bu konuda Koruma Kurulu’nun aldığı karar, (bence tartışılabilir olmakla birlikte) evlerin sökülerek kentin bir başka bölümüne taşınması idi. Karar, “yıkıcı ve yok edicinin” umurunda bile olmadı.
Özetle; korumak için tescil etmek yetmiyor. Sanırım kafaları değiştirmek gerekli. Bir de; kenti “Ben yaptım oldu” zihniyetinden kurtarmak şart.
Ne Olacak?
Şimdi sıra, Fabrikalar Bölgesi’nde kalan 3 bacaya gelmiştir. Kim ne yaparsa yapsın; bu 3 bacanın mail-i inhidam kararı ile yıkılacağından eminim. Sonunda savaşı, kent kaybedecek; o alanı hipermarket yapmak üzere talep eden uluslararası sermaye kazanacaktır.
Genel anlamda tescilli parsellerin bulunduğu kentsel alanlarda yapılaşma olamayacağını iddia edemeyiz. Ama bu tür alanlarda yeni yapı yapmak için yasal mevzuata, mimari ve kentsel tasarım ölçütlerine uymak ve tabii ki, ilgili kurullardan gerekli izinleri almak zorunludur.
Muhtemelen bacaların yıkılmasının ardından, söz konusu fabrika alanının bir köşesinde veya kentin bir başka bölgesinde bacaların yeniden inşası söz konusu olacaktır. Ama bu yaklaşımın mekânsal kalite ruhuna, çevre kimliğine, ilgili yasal mevzuata ve kentsel koruma disiplinine ne derece uygun olduğu tartışılır.
Kültürel kayıplar bir yana; üzüldüğüm noktalardan bir diğeri de, yabancı sermayeli “dört duvar” bir hipermarketi yabancı yatırım olarak algılayanların (kentteki girişim ataletini bahane ederek) kentin kaynaklarının yurtdışına aktarılmasına vesile olmalarıdır. Bir tüketim kenti haline gelmiş Eskişehir’in hayrını kim görecekse! (Yarın bu yazı dizisinin son bölümünde buluşmak dileğiyle.)
Devam Edelim
Bugün, Fabrikalar Bölgesi’ndeki bacaların mail-i inhidam (yıkılmaya yüz tutma) kararı ile yıkılması ve bu bağlamda kentsel koruma anlayışının tartışılmasının son bölümündeyiz.
Tescilli kültürel ve doğal varlıkların koruma kurullarının kararlarına rağmen yok edilmesinin değişik örneklerini sıklıkla yaşamaktayız. Birkaç bin yıllık tarihi höyüklerin tahribe en çok uğradığı illerden birisi olan Eskişehir’de kentsel alandaki yapılar da tahrip ve yok edilmekten kendini kurtaramamaktadır. Ne yazık ki, sit alanı, yapı ve anıtların kağıt üzerinde tescil edilmesi korunmaları için yeterli olmamaktadır. Örneğin önümüzdeki yakın günlerde bacaların başına gelecek olan, özelleştirme kapsamındaki (tescili kaldırılmaya çalışılan) Eskişehir Şeker Fabrikası’nın da kaderi olacaktır.
Dönelim yıkılması gündemde olan “gitti gider” bacalara. Bu süreçte alanın bir başka kısmında yeni bacalar yapılmak üzere eskileri yıkılacak ve elde edilen boşaltılmış parsellere bir hipermarket kurulacaktır. Hipermarketlerin Eskişehir perakende ticaretini olumsuz etkileyeceği kesin olmakla birlikte serbest girişimin olduğu bir ülkede var olan mevzuat dışında bir yorum yapmamız mümkün değildir. Ama koruma disiplini üzerine söyleyeceklerimiz var.
11.6.2024 tarih ve 25842 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının Yapı Esasları ve Denetimine Dair Yönetmelik’in 12’nci maddesi “Tescilli taşınmaz kültür varlıklarının herhangi bir şekilde yok olmaları halinde, bulunabilen yapının kalıntıları, daha önce hazırlanmış rölöve, restitüsyon, restorasyon projesi, her türlü arşiv belgesi, diğer yazılı, görsel ve sözlü bilgiler gibi kaynaklardan yararlanarak kendi parsellerinde, daha önce bulunduğu oturum alanında, belgelerin elverdiği oranda kitle, yükseklik ve özgün mimari özelliklerinde yeniden yapılır. Yeni yapım sürecinde, yukarıda sıralanan belgelere dayalı bir restitüsyon ve restorasyon etüdü ile koruma bölge kurulundan izin alınması gerekmektedir” biçiminde düzenlenmiştir.
Dolayısıyla; birden fazla yapıdan oluşan sanayi tesislerinde üretim aşamalarındaki ilişkilerin izlenebilmesi için her türlü yapı, aksam ve makine donanımının orijinal yerlerinde korunması esastır. Tescilli kültür varlıkları olan yapılar yıkılsalar bile; özgün malzemelerin kullanımı ile orijinal yerinde yeniden inşa edilmesi gerekir.
Kültürel varlıkların korunması, öncelikle bir sosyal sorumluluk unsurudur. Bu bağlamda her kentli bireyin ve kurumun geleceğe ve kente olan sorumluluklarını fark ederek kent kültürünün ve ilgili varlıkların korunması konusunda duyarlı olması gerekir.
Kültürel koruma disiplininin, siyaset ve yandaşlık ilişkileri nedeniyle birilerinin “oyuncağı” haline dönüştüğünün farkındayım. Birileri kendi rantlarını korumak için binalarını yıkılmaktan alıkoymak için tarihi yapı olarak tescil ettirmeye çalışırken, başkaları gerçek kültür yapılarının yerine beton apartmanlar dikmek için tescili kaldırma peşindedir.
Madem kimse dinlemeyecek, yıkan yıktığı ile kalacak, koruma disiplini siyasetin oyuncağı olacak; bu kadar yasa, mevzuat ve kurulun göstermelik olmaktan öte ne anlamı var? Kaldırıverin hepsini; bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler…