Bir Kent Vizyonumuz Olabilir mi?
Gürcan Banger
Çalıştay, kongre, konferans veya panel gibi kentle ilgili etkinliklerde gözlediğim en önemli unsur, katılımcıların (-ki bunlar, kentli paydaşlardır) bu çalışmalarda büyük katılım heyecanı duymalarıdır. Ticari ve sınaî örgütlerde yapılan çalışma sonuçlarının, katılımcılar tarafından kendi iş alanlarına taşınmasını görmekten memnun oluyorum. Özetle; bu faaliyetlerde katılımcılar, bir yandan bizzat sorunun kendisi ve çözümü ile uğraşırken diğer yandan da yeni düşünme ve uygulama teknikleri hakkında bilgileniyorlar.
‘Kent dinozorlarının’ ısrarla uzak durmayı tercih ettikleri bu tür çalışmaların, yerel yaklaşım ve uzmanlıkların geliştirilmesiyle yeni kentlinin oluşmasında her zaman ciddi katkıları olacağına inanıyorum. Şimdi kentin kendisine bir bakalım.
Kentsel Mekân
Yurtdışına (örneğin Avrupa’ya) gittiğinizde, bir kentte dikkatinizi çeken konulardan birisi, tarihi ve kültürel yapı ve anıtların son derece bakımlı, düzenli ve temiz olmasıdır. Eminim; bu durum, sadece o ülkeyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerinin getireceği dövizle ilgili bir konu değildir. Bu, bir kent kültürüdür.
Bir kavramı, ona ait zaman ve mekandan kopararak ele alırsanız, tarihsellik hatası (anakronizm) yapmak yanında gerçeği de saptırmış olursunuz. Ama Türkiye sosyolojisine geldiğimizde tarih karışması, yaşamın olağan bir unsuru haline geliyor. Ülkeyi Doğu’dan Batı’ya gözden geçirdiğinizde, başta megapol İstanbul olmak üzere ülkenin metropollerini dıştan içe doğru incelediğinizde ve kırdan kente doğru hareket ettiğinizde bir kaç farklı çağın aynı zamanda yaşandığını görüyorsunuz. Bir yerlerde karşınıza tarım toplumunda (feodalitede) yaşayan insanlar çıkarken, kimi yerde sanayi toplumunun (kapitalizmin) yoğun etkilerini görüyorsunuz. Ve dahi sanayi sonrası bilgi toplumu mekânlarında bu toplumu yaşayan yurttaşlarımız var. Tarih, bu ülkede dün ve bugün olarak iç içe geçmiş.
Batı ülkelerinde örneklerini gördüğümüz tarihsel çevrenin korunması (kısaca kültürel koruma), genelde çağdaş topluma özgü bir olgudur. Bu anlayış, gelişmiş ülkelerde kapitalizmin orta evrelerinden sonra kent kültürünün bir parçası olmuştur. Doğal çevrenin korunması da kültürel koruma gibi oldukça yeni bir kavramdır. Sanırım; biz toplum olarak bu kültürel evreyi henüz yakalayamadık.
Tarihi ve kültürel çevrenin korunması, bir yanıyla sosyal ve ekonomik gelişmeye bağlı olurken, kentlilik özelliklerinin gelişmesi ve her anlamda eğitim süreçlerinin iyileşmesi ile çok yakından ilgilidir. Kültürel korumada bazı sorunlar gözlüyor iseniz, bu durumda ülkenin (veya toplumun) sosyal gelişmişlik düzeyi, kent(li)leşme düzeyi, gelir dağılımı, hukukun işleyişi, eğitim süreçlerinin kalitesi konularında kuşkular duymanız gerekir.
Eskişehir’in geleneksel yerleşim yeri olan Odunpazarı semtini göz önüne getirin. Bu semtteki yapılar, sayıları giderek azalan anıtlar (örneğin çeşmeler) bir farklılığı işaret etmektedir. Odunpazarı, (kökleri tarih öncesi çağlardan gelen) geleneksel Anadolu-Türk mimarisinin kimliğini taşımaktadır. Şimdi kentin yeni mahallelerine dönün. Sizi, bu mahallelerden birinde bilmediğiniz bir sokağa bıraktıklarında bir kentsel kimlik belirlemesi yapabilir misiniz? Tabii ki, hayır… Bugünkü Eskişehir mimarisi, kimliksiz ve kişiliksiz bir mimaridir. Ha burada, ha Dünyanın bir başka yerinde… Renksiz, anlamsız ve değersiz bir yapı anlayışı sarmış çepeçevre bizi.
Devam Edelim
Bir kent için olumlu işler yapmanın değişik yolları var. Örneğin o kentte sınaî yatırım yaparak (ve bunun sürekliliğinde ısrar ederek) istihdam yaratmak bu tür bir katkıdır. Sanat eserleri yaratarak o kentin adını yüceltmek de böyle bir olumluluktur. Kentin geleceğine ve kalıcılığına her yurttaşın koyabileceği olumlu katkılar vardır.
Kentsel Mekâna Sahip Çıkmak
Bu kentte geleneksel mimarinin, kültürel değeri olan yapı ve anıtların korunması gereğini yüksek sesle dillendirmeye çalışan az sayıda insandan birisi olmaktan onur duyuyorum. Bir hipermarketin yapılacağı Fabrikalar Bölgesi’ndeki tarihi endüstriyel bacaların yok edilmemesi için (tüm anlamamaktan kaynaklanan garip bakış ve yaklaşımlara karşın) sesimi çıkarmış olmaktan dolayı mutluluk duyuyorum. Neden?
Çünkü tarihi ve kültürel çevrenin korunması, kentlerin başıboş ve dengesiz gelişimine engel olur. Kentleri kimliksiz ve içeriksiz yapı stokları olmaktan kurtarır. Koruma konusundaki görüşlerin yaygınlaşması, sivil toplumun güçlenmesine ve kent(li) hukukunun net olarak işlemesine vesile olur.
Tarihsel ve kültürel çevrenin korunmasının, kentsel gelişimin önüne engeller çıkardığı ve çağdaş yaşam koşullarının gelişmesini engellediği safsataları var. Yurtdışındaki görkemli örnekleri bir yana bırakın; yanı başımızdaki Beypazarı’nı görmek, az daha ilerideki Safranbolu’yu ziyaret etmek, tarihsel ve kültürel çevrenin nasıl bir ekonomik hareketlilik ve canlılık yarattığını fark etmek için yeterlidir.
Tarihsel ve kültürel kent çevresini yok ederek yeni bir mekân ve zaman yaratmaya kalkanlar, ancak feodal barbarlar olabilir. Eski kent ve bu kente ait kültürel öğeler, yeni kent içinde prestij bölgeleridir ve sırf bu nedenle bile olsa korunmaya değerdir.
‘Bazı sivri zekâlılar’, kentsel korumanın pahalı olduğunu öne sürerler. Aslında onlar, kentsel rantın peşindedirler. Kent rantının peşinde koşarak bir yerlere varmaya çalışanların topluma ve geleceğe verdikleri zararları görmek için Dünya üzerindeki bazı megapol ve metropollerin nereye gittiğine bakmak yeterlidir. Yakında İstanbul’da ve İzmir’de görülecek (aslında halen görülüyor) manzaralar, bu konuda yeterli ve acılı örneklerdir.
Geçmişi Yok Saymak
Eskişehir’in taşrasında ve bazı kırsal yörelerinde yasadışı definecilerin yaptığı tahribatlardan sık sık söz ediyorum. Ama sanmayın ki; bu tahribatı sadece define arayıcıları yapıyor. Belli bir zihniyet var ki; bu topraklarda, bu mekânlarda yaşanmış geçmişi yok etmek istiyor. O geçmiş dönemlere ait anıtları, yapıları yok etmek için (yok edemeseler de yok saymak için) ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Bugün bu toprakların, bu anıtların bu ülkede yaşayan insanlara ait olduğunu ne yazık ki unutmuşa benziyorlar. Ulusa, bayrağa, inanca değer vermenin senin topraklarındaki geçmişe ve kültüre (iyisiyle, kötüsüyle) sahip çıkmak olduğunu unutuyorlar.
Dünü Yok Edersen
Reklama dayalı belediyeciliğin giderek yaygınlaştığı günümüzde şarkılı türkülü şölenler için destekçi (sponsor) bulan anlayış içinde kültürel ve tarihi çevreyi korumak ve geliştirmek için kaynak bulunamadığı söylemi, tutarsız bir iddiadan ileri gidemez. Önemli olan kentli kişi ve kuruluşları geleneksel kentin korunması yönünde özendirmek ve yönlendirmektir. Başta yerel yönetimler olmak üzere kenti oluşturan tüm unsurlara bu konuda görev düşmektedir. Dünü bugünden yok ederseniz, yarını yaşama şansınız ve fırsatınız olmayacaktır.