Cehaletin Cesareti
Gürcan Banger
Televizyon kanallarında değişik türden yarışmalar var. Bunlardan bazıları, bilgi sorularını cevaplamaya yönelik… İlgi gören programlardan en az birisini pek çoğumuz, en az birkaç kez izlemişizdir.
Gören göz, duyan kulak için televizyon programları toplumun aynası oldu. Yukarıda sözünü ettiğim program için de aynı savı tekrar edebilirim. Yarışmanın para ödüllü olması, insanları bu tür yarışmalara katılmaya teşvik ediyor. Ama bu teşvik, bir bilgi gösterisi olmaktan daha çok, kişisel ekonomik durumu iyileştirme ortamı olarak algılanıyor. Bu nedenle insanlar bilgi düzeylerine bakmaksızın bu tür ortamların taliplisi oluyorlar. Hatta yarışma sırasında ihtiyaç duyulan para miktarı konusunda yarışmacı ile sunucu arasında adı konmamış pazarlık yapıldığına bile tanık oluyoruz. Sanırım; bu tür para ödüllü yarışmalar, ülkede ekonomik zorlukların hangi noktalara ulaştığının göstergelerinden birisi.
Para ödüllü bilgi yarışmalarının sergilediği gerçekler, sadece ekonomik durum ile ilgili değil; aynı zamanda ülkemizde eğitim ve öğretimin içler acısı halini de ortaya koyuyor. Sıradan bir coğrafya sorusunu bilemeyen coğrafya öğretmenini, güncel sinemayı bile izlemediği anlaşılan mezun olma aşamasındaki iletişim öğrencisini, genel kültürle bilinebilecek sağlık sorusunu bilemeyen bir doktoru anlamak (anlayışla karşılamak) mümkün değil.
Eskiden teknik alanda eğitim görmüşlerin sosyal konuları bilmemesine veya sosyal alanda diploma sahibi bir kişinin teknik konulara uzak olmasına hafif yollu alayla bakılırdı. Şimdi ise kişiler, kendi meslek ve diploma alanlarından bile bir hayli uzak. Burada bilimin ve teknolojinin son derece gelişmiş olması durumuna sığınamayız. Dünya üzerinde bilimsel bilgi miktarı hızla artarken, bireylerin bilgilerini artırmak için gerekli mekanizmalar da aynı hızda gelişiyor. Demek ki; biz, ya bilgiyi talep etmiyoruz ya da bilgiyi edinmek için gerekli araçları başka amaçlarla kullanıyoruz. Sanırım; bu iki seçeneğin ikisi de doğru.
Okullarımızın, üniversitelerimizin bilgi ve bilim üretim merkezleri olmadıkları, fakat birer öğretim kurumu haline dönüştükleri hepimizin malumu. Öğretim üyesi başına düşen bilimsel bildiri oranlarına baktığımızda bunu kolayca gözlüyoruz. Yine öğretim üyelerinin ekonomi, sanayi, ticaret ve kültürel yaşam alanlarındaki süreçlere katılımlarına baktığımızda bir kez daha hayal kırıklığına uğruyoruz. Öğrenciler ise büyük hızla diplomayı alıp eğitim ve öğretim alanından uzaklaşmak istiyorlar. Okul yaşamı, insanları eğitimin sürekliliğine ikna edemiyor.
Diğer yandan; gerek bilişim gerekse iletişim alanında sağlanan ilerlemeleri ne amaçlarla kullandığımızı hepimiz biliyoruz. Ülkemiz, bir İnternet’te sohbet (chat) programı olan MSN Messenger’ın en yaygın kullanıldığı ülkeler listesinde ilk sıralarda yer alıyor. Geçmişte telsiz kullanımındaki seviyesiz furyayı da hatırlayanlarımız olacaktır. Televizyon yayınlarındaki çoğu zaman etik dışı, genelde popüler tüketim kültürüne yönelik programları hatırlatmama gerek bile yok. Böyle bir ortamda kim, neden bilimsel bilgiyi tercih etsin ve ona yönelsin ki…
Kentlerimizdeki mekânsal kullanım ve yeni tüketim profili de insanları sıradanlaştırıyor. Bireysel kültürün, insanları farklılaştırması ortadan kalkarken; popüler kültür ile yetinen, seri üretim robotlar gibi birbirine benzeyen, yeni bir kuşak yetişiyor. Neredeyse tümünde aynı cehalet ve aynı fütursuz cesaret var. Buna “cehaletin cesareti” demek yanlış olmaz. Nereye baksanız, örneklerini görüyorsunuz. Geleceği kaybediyoruz; ama sanki umurumuzda bile değil.