Mutlu Olmak
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Sık Kullanılanlara Ekle
Eğer evren tek renkli olsaydı, renk seçme özgürlüğümüzün olmadığı biçiminde yorumlayabilirdik. Siyahı ve beyazı birlikte tanıyor olmamız ilginç bir durumdur. Tek seçenek olduğunda ise seçme faaliyeti mümkün olmuyor. Aslında böyle bir durumda seçme kavramı da tanımlanmış değil. Yine anne ve babanızı sizin belirleyememeniz gibi, seçmenin var olmadığı başka durumlar da vardır. Ama yaşamın bir tercihler manzumesi olduğuna hiç kuşku yok. Farkında olarak veya olmayarak biteviye seçimler yapmak durumunda kalıyoruz.
Seçim yaparken, bir dizi faktörün etkisinde kalırız. Örneğin başka unsurları fazlaca dikkate almadan, sadece kendi istek, beğeni veya çıkarlarımıza göre tercihler yapabiliriz. Ya da seçimlerimizde kullandığımız mantık, başka insanlar tarafından koyulmuş kural ve kısıtlar olabilir. Tercih anında kullandığımız gerekçe, “başkalarının ne diyeceği” ya da bu seçimin bizi çepeçevre kuşatan sosyal yaşam tarafından nasıl karşılanacağı olabilir. Bu tür yaklaşımlara, kullanılan referansı işaret eden “ben açısı” ve “sen açısı” gibi isimler veriliyor.
Verdiğimiz kararlar (dolayısıyla yaptığımız seçimler), sadece bizi etkilemekle kalmıyor; bunun yakın ve uzak çevremize yansıları da oluyor. Yukarıda söz ettiğim gibi kimi zaman bu yansıları dikkate almadan kararlar veriyoruz. Bazı zamanlarda da kendimizi unutarak, sadece yansılara göre davranıyoruz.
Çevremiz hakkında bazı algı ve yargılara sahibiz. Yaşamın zihnimizdeki yansıları olan bu fikirleri, abartarak kendimizi başkalarının yerine koyduğumuz (hatta onlar adına düşündüğümüz) zamanlar da oluyor. “O, böyle düşünür” veya “Onun için en doğrusu bu” diyerek karar ve seçimlerimizin, doğruya daha yakın olduğu fikri ile kendimizi avutuyoruz. Böylelikle bencilce bir düşünce tarzından kendimizi kurtardığımız rahatlığına eriyoruz. Onunla birlikte yapılması gereken seçimleri, onun yerine düşünüp kendi başımıza alarak bencil bir paylaşım keyfi oluşturuyoruz.
İyi yaşamak, herkesin hakkıdır. İyi bir yaşamı, daha fazla tüketerek elde edeceğimiz gibi şartlanmış bir fikre sahibiz. Reklâmcılar, pazarlamacılar ve satışçılar, bizi bu fikrin doğruluğuna inandırmak için büyük bir gayret içindeler. İyi yaşamak ve mutlu olmak ile çok tüketmek arasında bir şartlanma yaratmaya çalışıyorlar. Hâlbuki çok tüketmenin bambaşka bir şey olması bir yana; iyi yaşamak ile mutlu olmanın aynılaştırılmasını da mutlak bir doğru olarak söyleyemeyiz.
Mutlu olmak, gizem dolu bir ormanda yürümek gibidir. Her adımda karşımıza çözmek üzere bir bulmaca çıkar. Bulmacanın çözümü, seçimlerimizdir. Tercihlerimizi nasıl yaptığımız, bir yandan bir sonraki bulmacanın zorluk düzeyini belirlerken, bir yandan da mutluluk enerjimize olumlu ya da olumsuz katkı yapacaktır.
Mutluluğu, sahip olduğumuz nesnelerin çokluğu ya da büyüklüğü ile ölçemeyiz. Gizemli ormanda yürürken gerçekleşen mutluluk arayışı, aslında bir iç doyum arayışıdır. Sözünü ettiğim bu iç tatmin, bir beyaz atlı prens gibi beklenmedik bir anda ve “Neden ben?” dedirtecek bir iyi şans olarak gelmez. Mutluluk, yaşam sürecinde yaptığımız seçimlerin (yani çözdüğümüz bulmacaların) bir sonucudur. Özetle; bu kadar çok dış faktöre rağmen mutluluk, kişinin kendi elleri arasındadır.
Yeni bir güne uyandığınızda, “Ben, mutlu bir güne uyandım” demezseniz, muhtemelen o gün için mutlu olmayı seçmemiş olacaksınız. Bir başka deyişle; mutlu olmak, öncelikle mutlu olmayı isteyen iyi niyettir. Talihsizlikten yakınarak, koşullarından şikâyet ederek veya yaşamla bağlarını koparıp seçimleri seçimsizliğe bırakarak mutluluğu yakalamak mümkün değildir.
Eğer gün ışığınızın azaldığını, yaşamınızdaki renklerin soluklaştığını veya yaşam enerjinizin tükendiğini hissediyorsanız; yaşama dokunurken kullandığınız niyete ve tercih yapma modelinize bakın, derim. Özgürlüğümüzün ifadesi, seçimlerimizdir. Tercihlerimiz olmadan, mutluluğu yakalamak ise mümkün değildir.