Yaşama Bakış
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Yaşamı değerlendirirken yansız olabilmeyi başarmak önemlidir. Kişi, çevresini, hatta kendisini eleştirebilir. Eleştiri yapmadığı veya yargılar üretmediği zamanlarda bile değerlendirmeler yapar. İyiden ve olumsuzdan dersler çıkarır. Bana sorarsanız; kişisel söylemimi fazlaca şikâyetler üzerine kurgulamam. Başkalarından veya kendimden şikayet etmemin, yaşam koşullarım hakkında başkalarına sızlanmamın yararsız olduğuna inanırım. Sanırım; bir de, çok fazla sorunlarımı aktararak mutsuzluğu artırmaktan hoşlanmıyorum. Önemli olan olumsuzu bir sorun olarak kabul edip onu yönetebilmeyi ve çözebilmeyi başarmaktır.
Dışımızdaki yaşam, gerçekten dışımızda kalmayı sürdürüyor. Her an için iç içe olduğumuz yaşam dahi bizim isteklerimize göre biçimlenmiyor. Yaşamımıza etki eden faktörlerin pek çoğu bizim dışımızda ve doğrudan denetimimize tabi değil. Bu gerçeği kabul ederek, hayali beklentiler içinde olmak yerine daha gerçekçi uygulamalar peşinde koşmak kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlayabilir. Olumsuz bir olay karşısında “Neden ben?” veya “Farklı olamaz mıydı?” türünde sızlanmaların, beni doğru ve sağlıklı bir ruh haline götüreceği fikrinde değilim. Kader ve alınyazısına inanıyorsanız, onun (yaşamınızın önceden belirlenmiş olabileceği fikrinin) bu sızlanmalarınızı haklı çıkaracak bir mantığı yok. Şikayet ve sızlanmalarla değerli zamanınızı ve yaşam fırsatlarınızı harcamayın, derim.
Ruhsal danışmanlar ve bu konunun yazarları, ruh bilimcilerin farklı isimler verebildikleri bir üçlemeden söz eder: ‘Sen, ben ve biz’ bakış açıları. ‘Sen’ kalıbına uygun insanlar, fazlaca çevrelerine bağımlı olarak yaşarlar. Onlar için başkalarının ne diyeceği, kendilerinin ne düşündüğünden ve yapacağından daha önemlidir. Bir başka deyişle; kısıtlara ve sınırlara göre yaşar bu insanlar. Bunlara ortayolcu dendiği de olur. Kraldan fazla kralcı denen türde karakterler de bu gruptan çıkar genelde. Herşeyleri çevreye göre tanımlanmış olduğundan şikayet ve sızlanma da adeta karakterlerinin ana belirleyicisidir.
‘Ben’ kalıbını muhtemelen bilirsiniz. Bazılarının yaşamlarında hak etmedikleri ölçüde, ‘ben’ fikri öndedir. Söylemleri ben ile başlar, ben ile sürer, ben ile biter. Varsa vasiyetnamesi bile bencildir. Ondan iyisi yoktur. O, en iyisini bilir. Asla yanlış yapmaz. Herkese ona göre davranmak zorundadır. Yaşamının odağında o vardır. Bu sınıfa giren bireylerin her adımları (dolayısıyla tüm yaşamları) ‘ben’ sözcüğü ile başlar, ‘ben’ sözcüğü ile biter. Bu tür kişiler, çevresel faktörleri dikkate almazlar. Diğer insanların ne düşündüklerinin ve bireysel beklentilerinin fazla değeri yoktur onlar için. Başkalarının yerine düşünme ve yapma alışkanlıkları gelişmiştir. Bağımsız olma hakkına sadece kendileri sahiptir, diğerleri zaten kaynağından köledirler.
Aslına bakarsanız; tanıdığım insanları düşündüğümde en fazla yanlışın, ‘biz’ kalıbı konusunda yapıldığını görüyorum. ‘Biz’ kalıbı, genel olarak iki insan arasındaki ilişki olarak anlaşılıyor. O ilişkide de bir tarafın diğerinin ‘tapusunu alma’ girişimi, “biz olmak” veya “biz olmanın haklılığı” olarak anlaşılıp anlatılıyor.
‘Biz’ olmak önce çevrenin, koşulların ve özellikle başka insanların farkında olmak demektir. ‘Biz’ olmak, insanlarımızla çevremizi sevmek ve onlara saygı duymak demektir. Bireyler olarak hoşgörüyü, yaşamımızın doğal unsurlarından birisi yapmadan ‘biz’ olmamız mümkün değildir. Aynı şeyi empati (kendini başkasının yerine koyabilme yetisi) için de söyleyebilirim. Bir başka deyişle; ‘biz’ bakışını yakalayabilmek için sevgi, saygı, hoşgörü ve empatiden kaynaklanan bağlılıkla birey olmaktan kaynaklanan bağımsızlığımızı bir hamur yapabilmiş olmalıyız. Siyah ve beyaz gibi; bağlılık ve bağımsızlık bir arada var olduğunda yaşamın renkleri belirmeye başlıyor. Yaşamı duygu kadar akıl ile karşılayan insanlar, bu gerçeği kavramakta daha başarılı oluyor.