Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Tasavvuf dünyasının büyük düşünürü ve şairi Mevlâna Celaleddin Rumi, “Bir mum diğeri tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez” der. Sanırım; bilginin, görgünün ve deneyimin paylaşımı bundan daha zarif anlatılamaz.
Mevlâna’nın bu hoş yaklaşımını kime ifade etsek, katıldığını söyleyeceğine kuşku yoktur. Paylaşımın yüce bir davranış olduğunu hemen herkes kabul eder. Ama herkesin gerçek anlamda paylaşımcı davrandığını söylemek zordur. İşin aslı şudur. Pek çok durumda söz ile aynı değildir. İş söze geldiğinde mangalda kül bırakılmaz; ama paylaşımın yerini kıskançlık ve çekememezliğin (hasedin) aldığı örnek o denli çoktur ki… Muhtemelen yaşamın aynasında kendi gerçek yüzümüzü görmekte zorlanıyoruz.
Gerçekten kim olduğumuzla kim olduğumuz konusundaki kanaatlerimiz birbirine karışıyor. Zihnimizde kendimize bir sanal kimlik çizip bunu dillendirirken, “Madem bende yok, onda da olmasın” misali kıskançlık ve hasedi biteviye yeniden üretmeye devam ediyoruz.
Tek bir olaydan kural çıkmaz. Bir nedenle ‘kıskanç’ durumuna düşmüş olabilirsiniz. İyi anlaşılmadığınız bir ortamda hasetlik ürettiğiniz düşünülmüş olabilir. Ama sosyal yaşamda biteviye (çok sayıda örnek oluşturacak biçimde) dışlanıyorsanız, o zaman hatanın kendinizde olduğunu düşünmeye başlamalısınız. Arkadaşlarınız, dostlarınız veya birlikte iş yaptığınız insanların sizinle aralarına mesafe koymalarında, sizden (sizin kıskanç ve hasetçi davranışlarınızdan) kaynaklanan nedenler olması şiddetle muhtemeldir. Kişinin bu konuda kendi kötü huylarını düzeltmesinin gereğini Amerikalı şair Archibald Rutledge güzel ifade eder: “Kıskanç insan, başkalarını küçük düşürmek isteğiyle, kendini gözden düşüren zavallıdır.”
Paylaşım, sadece bilgiyi veya mevcut maddiyatı paylaşmak değildir. Toplumun veya çevrenin gelişmesi, bir bireyin gelişmesi ve başarılı olması için yapılan destek bir paylaşım türüdür. Gerçekleşmiş bir başarının takdiri de paylaşımdır. Kıskançlık ve çekememezlikle desteklememek ve takdir etmemek, paylaşım becerilerinin gelişmesini engeller; korku, yalnızlık ve güvensizlik üretir.
Kıskançlık, bireyin ahlakî değerlerini aşındırır; kişi, farkında olmadan etik çerçevesini yitirir. Bu süreçte paylaşım azalırken gerginlikler ve düşmanlıklar artmaya başlar. Çevreyle geçimsizlik had safhaya varır. Çevredeki bireylerin başarıları sürekli rahatsızlık yaratırken, kişide başarıları küçümseme, azımsama ve karalama gibi davranışlar içeren bir model gelişir. Kıskançlık ve çekememezlik, kimi zaman destek gerektiren bir ruhsal bozukluğun sonucu olarak ortaya çıkarken, her durumda ruhsal arızayı destekleyen unsurlar arasında yer alır. Ünlü Türk edebiyatçısı Cenap Şehabeddin kıskançlık ve çekememezliğin kişiyi nasıl olumsuz etkilediğini, “Haset, başkasının balını kendine zehir etmektir” şeklinde anlatır. Çekememezliğin bir kısır döngü olduğunu ifade ederken “Hasedin karnı doymaz, cebi dolmaz, ağrısı dinmez” der.
Sanırım; aşağıda özetlediğim küçük hikâyeyi daha önce de yazmıştım. Ama yeri geldi, tekrar edeyim: “Bir balıkçı dostum bana; tuttuğu yengeçleri koyacağı sepetin bir kapağı olmadığını söylemişti. Yengeçlerden biri, sepetin bir yanında yukarıya doğru çıkmaya başlar başlamaz, ikinci bir yengeç onun arkasından tırmanır ve onu aşağıya çeker. Bazı insanlar da yengeçler gibidir. Bir başkasının bizden daha başarılı olmasından nefret ederiz, çünkü kıskancız.”