Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Küresel Çağ’da kentten söz etmeden insanı dillendirmek kolay değil. Kent ve insan öylesine iç içe geçti ki; adeta iyilikler ve hastalıklar bile insanlarla kentler arasında paylaşılır oldu. Aynen boşaltım sorunları gibi, damar tıkanıklıkları gibi, obezite gibi…
İnsan ve kent arasındaki benzerlikler bundan ibaret değil. Hastalıklara yanlış çözümler uygulanması gibi kentlerin gelişiminde yanlış tercihler yeni sorunların türemesine neden oluyor. Yanlışlıklar peşpeşe geldiğinde adeta çözüm diye sunulanlar yeni sorunların kaynaklarını yaratıyor. Pek çok durumda da çözüm adı altında yeni sorunları projelendirenler, ne yazık ki o kentin yerel yöneticileri oluyor.
Gelelim konumuza… Lester Russel Brown, küresel çevre sorunları konusunda yirmi kadar kitabı olan bir araştırmacı. 1934 doğumlu yazarın kitapları yaklaşık 40 kadar farklı dile çevrilip yayınlanmış. Kendisi, bağımsız bir çevre ve sürdürülebilir toplum araştırma kurumu olan Worldwatch Enstitüsü’nün kurucusu ve bir sivil toplum kuruluşu olan Dünya Politika Enstitüsü’nün başkanıdır.
Bu kısa tanıtımdan sonra yazarın, orijinali 2001 yılında yayınlanmış olan Eko-Ekonomi isimli kitabından söz etmek istiyorum. Türkçesi 2003 yılında TEMA Yayınları arasında basılan kitabın ilgimi çeken bölümlerinden birisi “Şehirleri İnsanlar İçin Yeniden Tasarlamak” adını taşıyor.
Tüm dünyada kentleşmenin hızlı bir gelişim gösterdiğini söylemek şaşırtıcı olmaz. Ama Brown, bu konu ile ilgili farklı bir benzetme kullanıyor Onun deyimiyle; artık insan, kentlileşen bir tür oldu. Kitabın yazıldığı 2000’li yılların hemen başında şehirler, yüzey olarak Dünyanın yüzde 2’sini ve nüfus olarak yüzde 50’den azını oluşturmakla birlikte; kaynakların tüketimi açısından çok farklı bir görünüm veriyorlar. Örneğin karbon salınımının yaklaşık yüzde 80’i, evde su kullanımının yüzde 60’ı, endüstriyel anlamda kereste kullanımının yaklaşık yüzde 80’i şehirlerde gerçekleşiyordu. Diğer yandan kentlerin büyümesi ile birlikte çözüm bulunması gereken çöp, atık vs konusu da hızla büyüyor.
Brown’ın yaklaşımları içinde dikkatimi çekenlerden birisi, araba odaklı kentleşmeye vurgu yapması. İnsanların giderek daha fazla otomobil odaklı olması ile birlikte fiziksel olarak ihtiyaç duyduğu hareketlilikten geri düşülüyor. Alınan kalori miktarı ile harcanan kalori arasında şişmanlık yaratıcı yönde bir dengesiz artış gerçekleşiyor. Özellikle sanayileşmiş ülkelerle orta düzeyli gelişmiş ekonomilerde insan nüfusunda aşırı kiloya doğru hızlı bir gelişme gözleniyor. Böylece genel olarak kalp hastalığı, yüksek kan basıncı, şeker ve kanser türleri olarak gözlenen bir kamu hastalığı sorunu ile karşı karşıya geliyoruz.
Brown’ın kitabında vurgu yaptığı, önemli bir bulduğum bir başka gösterge var. O da örneğin arabaların park için işgal ettikleri yer ile şehirdeki yeşil alanların oranıdır. Kendi kentimize göz attığımızda; hızla artan otomobilleşme sürecinde yeşil alanların oranının çok gerilerde kaldığını gözlüyoruz. Kendi özel koşullarımıza baktığımızda; kentlerimizde otoparklar yetersiz olduğundan, otomobil konulabilen her yeri araba parkı olarak kullanıyoruz. Yeşil alanların çoğaltılması ve mevcut olanların korunması konusunda ise çok başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz.
Kentleşme eğiliminin tüm Dünyada hızlanarak süreceği konusunda bir kuşku yok. Giderek bu durum, kentlerde kullanılan su gibi kaynakların kıtlığı yönünde bir soruna yol açacağını işaret ediyor. Tarım alanlarının hızla daralması, tarım topraklarının kötü kullanımı sonucu yok olması, nüfusun ivmeli artması ve denetimsiz gıda tüketimi sonucunda suya benzer biçimde bir gıda kıtlığının da geleceğin gündemi olmaya adaylığından söz edebiliriz.
İnsanlar olarak kendi sağlığımızdan yaşadığımız çevrenin insanî ölçeğine kadar pek çok boyutta bir kayıtsızlık ve başıboşluk sergiliyoruz. Yaşamın sürdürülebilirliği gerçeğinin hâlâ farkında değiliz. Kendi bindiğimiz dalı kesmeye devam ediyoruz. Zararın neresinden dönülse kârda olacağız. Kentsel hastalık üreticilerinin kökünü kazımak gerekiyor.