Kendini Hasta Hisset, Daha Fazla İlaç Tüket
Gürcan Banger
İş dünyasının haline bir bakın! Küresel ölçekte üretim teknolojisi ve kalite konusundaki sıkıntılar büyük ölçekte aşılmış. Üretim bir sorun olmaktan çıkınca, üretilenleri satmak iş dünyasının birincil sorunu haline gelmiş. Daha çok satmak için ise insanları her alanda daha fazla tüketime teşvik etmek gerekiyor. Ama kâr güdüsü ve kalıcılık için bu da yeterli değil. Tüketilebilecek yeni ürünler ve hizmetler yaratmak gerekiyor. Yeni tüketim konuları olmalı ki, yeni gelir ve kâr olabilsin. Bu nedenle de insan yaşamının her noktası daha fazla tüketim adına didik didik ediliyor. Bir anlamda insanlık bir sonraki tüketim aşaması için besiye çekilen kümes ve ahır hayvanlarına döndü.
Tüm dünyada bir çılgınlık halini almaya başlayan tüketim eğilimini her alanda gözlüyoruz. Geçmişte dayanıklı tüketim malları arasında sayılan emtia bile artık modaya ve hızlı tüketime konu oldu. Diğer yandan; gıda tüketimindeki aşırılıklar, küresel ölçekte giderek yaygınlaşan obezite adı verilen şişmanlık hastalığına kaynak neden oldu. Dünyanın ciddi bir bölümü açlık ve yoksullukla savaşırken, başta gelişmiş ülkelerde olmak üzere dengesiz tüketime bağlı aşırı şişmanlık yeni bir hastalık olarak yükseliyor.
Aşırı şişmanlık gibi yeni türden hastalıkların yaygınlaşmasında vurgulanması gereken önemli bir nokta var. Dünya ekonomik sistemi, sadece mal ve hizmetleri yeniden üretmekle kalmıyor. Tüketim eğilimlerini canlı tutabilmek için bir yandan da sürekli yeni ihtiyaçlar yaratmaya ve üretmeye çalışıyor. Bunlar arasında insan bedenine olumsuz etkiler yapabilen genetik olarak değiştirilmiş gıdalar ile doğallıktan koparılarak sentetik olarak üretilmiş yiyeceklerin önemli bir yeri var.
Amaç, daha çok satmak ve daha fazla kâr elde etmek olunca; hangi sektörlerin bu beklentilere hizmet edeceğinin önemi kalmıyor. Örneğin insan ve toplum sağlığı da kâr elde edilmesi gereken sektörlerden birisi olarak gündeme geliyor. Bu nedenle özellikle az ve orta derecede gelişmiş ülkelerde sağlığın bir piyasa olarak serbestleştirilmesi sağlanmaya çalışılıyor.
Bu arada ilaç sektörü de, insan ve toplum sağlığına hizmet eden ve etik kuralları olan iyileştirici - koruyucu bir sektör olmaktan çıkarak, her an daha fazla tüketim ve kâr odaklı olmaya başlıyor. Bu süreçte daha fazla satış ve kâr beklentisi olan küresel ilaç üretim endüstrisinin etkisi var. Bu anlamda ilaç endüstrisinin dev şirketleri, ürettikleri ilaç ve malzemeleri pazarlayabilmek için hepimizin hasta olduğuna veya yakın gelecekte olabileceğine bize inandırmak istiyorlar. Bir sürekli hastalık halinin varlığına ikna olmaya zorlanıyoruz. İlaç firmaları, ürettikleri malları hasta olmayan insanlara da pazarlayabilmek için biteviye yeni yol ve teknikler bulmaya çalışıyorlar. Bu nedenle daha sağlıklı gıdalar tüketmeye başlamadan önce henüz mevcut olmayan hastalıklara karşı ilaç kullanmaya başlıyoruz.
Özellikle son yıllarda; yüksek tansiyon, depresyon, sosyal anksiyete, stres, cinsel işlev bozuklukları, menopoz, östropoz, obezite ve benzerleri gibi hastalıklar öne sürülerek ilaç tüketiminin artırılması yönünde ciddi girişimler var. Bu hastalık isimlerinin her biri, daha fazla ilaç kullanmak için bir reklam ve manipülasyon aracı olmaya başladı. Dünyada yapılan araştırmalar, başta yukarıda saydıklarımda olmak üzere bir tür ilaç bağımlılığı yaratmak üzere küresel ilaç firmalarının her yolu denediklerini ortaya koyuyor. İlaç konusundaki bilinç düzeyi yüksek olmayan toplumlarda firmaların insanları kandırma ve yanıltma politikalarını başarılı kılmaları çok daha kolay oluyor.
Önemli olan daha fazla ilaç satmak olunca, topluma kullanması yönünde önerilen ilaçların yan etkileri de gözden kaçıyor. Birçok ilacın uzun süreli kullanımın başka sorunlara yol açtığına dikkat edilmiyor. Temel fikir, bireyi hasta olduğuna inandırmak ve bu yolla ilaca karşı bir zihinsel bulanıklık oluşturarak daha fazla ilaç tüketimini sağlamak.
Hiç kuşkusuz; gerçek bir hastalıktan kurtulabilmek için tıp uzmanların tavsiyelerine uyarak ilaç kullanmak gerekebilir. Ama böyle bir gerçek uzmanlık süreci içinde değilsek, kendimize o ilacı neden kullandığımızı sormak zorundayız. Belki birileri bizim için hastalık ihtiyaçları üretmeye çalışıyor ve biz de buna alet oluyor olabiliriz.
Bir ruh sağlığı uzmanı, insanların daha fazla ilaç tüketmeye yönlenmelerini şu sözlerle ifade ediyor: “İnsanlar regl dönemindeki sancıdan terk edilme acısına kadar her sorunda doktorlara taşınıyor. Bu bağımlılıktan en çok ilaç üreticileri ve hemen reçeteye sarılan doktorlar kazanıyor.”
Bir tıp profesörü ise konuyu şöyle değerlendiriyor: “Son yıllarda ilaç tüketimini artırmak için yeni hastalıkların uydurulduğu bir gerçek. Önce olmayan hastalıklar icat ediliyor, sonra tedavi etkisi olmayan ilaçlar. Hatta anti-depresanlarda, plasebodanın daha etkili olduğu kanıtlandı. [Bilindiği gibi; plaseboda, hiçbir etkisi olmayan yalancı ve sanal ilaç anlamına gelen teknik bir sözcük.] Anti-depresanların da yan etkileri, iyileştirici etkilerinden çok daha fazla.”
İlaç tüketim istatistiklerini incelediğimizde ilginç bir durumla karşılaşıyoruz. Türkiye’de cari fiyatlarla dolar bazında ilaç tüketimi, ABD ile AB’nin altında yer alıyor. Ama ilaç tüketiminin ulusal gelire oranına baktığımızda, hayretle yüzde 1,75’lik bir oranla dünyada ilk sırada olduğumuzu görüyoruz. Bu oran; 2006 değerleriyle örneğin İngiltere’de yüzde 0,65 iken Almanya’da yüzde 0,95; Fransa’da yüzde 1,15 ve ABD’de yüzde 1,50’dir. Kısaca; ulusal gelirimizin ciddi bir oranını, belki de asla sağlığımıza uygun olmayan ilaçların tüketimi için harcıyoruz. İlaç endüstrisinde artan dışa bağımlılığı ise bu bağlamda mutlaka hatırlamak gerekir. Daha fazla ilaç tükettikçe, daha büyük ulusal kaynak yurt dışına akıtılıyor.
İlaç endüstrisinin daha fazla ilaç satabilmek için yarattığı hastalıklar konusunda bir kitap yazan Avustralyalı gazeteci Ray Moynihan ve Kanadalı araştırmacı Alan Cassels ilginç tespitler yapıyorlar: “Aslında hasta değiliz! Ama ilaç devleri, yarattıkları pazarlama yanılsamasıyla hepimizi hasta etmek, dolayısıyla her sağlıklı insana ilaç satmak istiyor.” 500 milyar dolarlık bir endüstriden söz ettiğimizi hatırlayınca; böyle bir gelirden pay alabilmek için bazı ilaç şirketlerinin etik olmayan yolları denemelerine şaşırmamak gerekiyor.
Yapılan araştırmalara göre; Türkiye’nin ilaç piyasası hızla büyüyor. 2009 yılında dünyanın en çok ilaç tüketen 10’uncu ülkesi olacağımız öngörülmüş. 2015 yılında ülkemiz ilaç pazarının 30 milyar dolara yükseleceği tahmin ediliyor. Her yıl yaklaşık yüzde 10 büyüyen ilaç pazarının, kendi olağan akışı içinde bu büyüklüklere ulaşmasının mümkün olmadığı, pazarın büyümesi için kandırmacı ve yanıltıcı yollara başvurulduğu uzmanlarca ifade ediliyor. İlaç konusunda çalışan araştırmacılar, sektörün, piyasa büyüklüğünü kısa sürede 2-3 katına çıkarmayı hedeflediğini belirtiyorlar.
Gerçek bir hastalıktan kurtulabilmek için tıp uzmanlarının tedavilerine uyarak ilaç kullanmak gerekebilir. Ama uzmanlığa dayalı bir tedavi süreci içinde değilsek, kendimize o ilacı neden kullandığımızı sormak zorundayız. Muhtemelen birileri bizim için hastalık ihtiyaçları üretmeye çalışıyor ve biz de kaynaklarımızı ve en önemlisi sağlığımızı kural dışı şirketler daha çok kazansın diye boşuna tüketiyor olabiliriz. Eğer somut bir örnek ararsanız, size ülkemize hayli pahalıya patlayan “Domuz Gribi” efsanesini hatırlatmak isterim. Bir de; bitkisel ürün başlığı altında ilaç kategorisine sokulmadan neredeyse köy bakkalında bile satılan süslü etiketli ve ilginç şişeli ne idüğü belirsiz ekstrelerin yarattığı kaynak israfını düşünün. Yeter ki; sağlık sektöründe ipin ucu bir kez kaçmaya görsün…