Wikileaks’in Arkasında Kim Var?
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Bu yazıyı kaleme aldığım Cumartesi sabah saatlerinde kahvaltı arasında bir TV kanalında Wikileaks ile ilgili bir yorum izledim. Adı lazım değil; yaygın basının bir medya organında görevli olduğu anons edilen genç bir gazeteci hanım, Wikieaks ile ilgili komplo yaklaşımlarından ne denli sıkıldığından söz etti. Kendince Wikileaks Olayı’nı bir demokrasi ve özgürlük açılımı olarak ifade etti. Ben de sabah saatlerinde tarlalara yem aramak üzere uçan kargalarla birlikte güldüm. Gülmeseydim, sanırım kızmam gerekirdi.
Diplomasi, istihbarat ve güvenlik gibi konular seçkin uzmanlık alanlarıdır. Bunlar, ardındaki senaryoları kendimizi ‘zeki veya akıllı’ bularak gerçekleri kolayca ortaya çıkarabileceğimiz şeyler değil. Bizim sübjektif niyetlerimize göre şekillenen veya yorumlanması gereken konular hiç değil. Bu olaylara bakarken “Ben, bunun bir komplo veya senaryo olduğunu sanmıyorum” demek sadece sizin kişisel bakışınızı ifade eder. Diğer yandan bu tür olaylar, ne denli didiklenir ve yorumlanırsa (kafa karışıklığı da yaratmakla birlikte) o denli gün ışığına çıkarılabilir.
Wikileaks Olayı konusunda dikkatimi çeken yorumlardan birisini ABD eski başkanlarından Jimmy Carter’ın güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski yapıyor. Brzezinski, Polonya kökenli bir siyaset bilimci, jeostratejist ve devlet adamıdır. 1977 – 1981 arasında Carter’ın danışmanlığını yapmıştır.
Brzezinski özetle şunları söylüyor: “Bazı şeyler unutulacak ama bazıları da kalacak. Bence en önemli olan, manşetlerde olanlar değil. Belusconi veya Putin için söylenenler zaten kendi halkları tarafından da ifade ediliyor. Gerçek konu, Wikileaks’i bu konuda kimin beslediğidir.” ABD’de güvenlik konusunda üst düzey görev yapmış bir uzmanın bakışı, bu olayın açıklamasının kriptolar için ‘saldım çayıra, mevlam kayıra’ gibi bir bakış açısının söz konusu olmayacağıdır. Brzezinski de bir manipülasyon olduğu kanaatindedir. Brzezinski bakış açısını desteklemek için Türkiye’yi örnek gösteriyor ve “Türkiye ile ilgili belgelerin önceden hesaplanıp planlanmış gibi göründüğünü” söylüyor.
Önceki ABD Başkanı George Bush’un güvenlik danışmanı olan Stephen Hadley de bu belgelerin ne içerdiğinden daha çok hangi amaçlara hizmet etmek ve kimlerin beklentilerine hizmet vermek üzere kimler tarafından hazırlanmış olduğu sorusunun öncelikle cevaplanması gerektiğinden söz ediyor.
Diğer yandan Associated Press isimli haber ajansı kaynaklı “Respected Media Outlets Colloborate With Wikileaks (Saygın Medya, Wikileaks ile İşbirliğini Açıklıyor)” başlıklı haber ile bu olayın hiç de sıradan bir deşifre etme olmadığını ortaya koyuyor. Bu haberden kriptoların açıklanma süreci içinde Wikileaks isimli site dışında Fransız Le Monde, İngiliz Guardian, Alman der Spiegel, İspanyol El Pais ve Amerikan New York Times isimli medya organlarının da olduğu anlaşılıyor.
Sürecin içinde yer alan New York Times’ın genel yayın yönetmeni Bill Keller’in ilginç açıklamaları var: “Keller, okuyucularına, basın ortakları ve Wikileaks’e, açıklanması gerektiği düşünülen bilgiler konusunda önerilerde bulunduklarını belirtti. Keller, ‘Tüm kalbimizle seffaflığın tamamen iyi olmadığı konusunda ortak görüşe vardık. Basın özgürlüğü, yayımlamama özgürlüğünü de içerir’ dedi.” Demokrasiyi ve haber alma özgürlüğünü dilinden düşürmeyen basın, özgürlüğün nereye kadar olduğuna da kendisi karar verip Wikileaks’i yönlendirdiğini söylüyor. Hâlâ olup bitenin ‘masum’ olduğunu düşünüyor musunuz?
Wikileaks Olayı’nın bir kenara koyun. Önce 11 Eylül geldi. Onu Küresel Kriz takip etti. Daha sonra Wikileaks başını gösterdi. Ardından büyük kripto paketi ortaya çıktı. Durum ne olur bilinemese de; bundan sonraki deşifrelerde ünlü şirketler ve onların üst düzey sahip veya yöneticilerinin (özellikle CEO’larının) olacağı söyleniyor.
Tüm bu sürecin bize verdiği ipuçları, dünya kapitalizminin yeni bir yörünge için hazırlandığı yönündedir. Hiç kuşkusuz; ne ABD, ne diğer büyük devletler ne de bir bütün olarak dünya kapitalizmi kendi mekanizmaları açısından yanılmaz ve eksiksiz değildir. Peşpeşe gelen olaylar, dünya kapitalizmi için yeni bir yapılanmanın, örgütlenmenin ve işleyiş yaklaşımlarına olan ihtiyacı ve bu yönlü hazırlığı ifade etmektedir. Bu çerçevede Türkiye nasıl bir etkinlik içinde olacaktır? İsimleri kriptolarda geçen yöneticilerimiz, “Benim ilgim yok” diye işin içinden sıyrılmakla yetinecekler mi? Yoksa bunun bir yörünge ve strateji değişikliği olduğunun farkına varıp gerekli hazırlık içine girecekler mi?
Ülke ve toplum olarak biz, şimdiye kadar daima dümen suyuna takıldık. Ya bundan sonra? Farklı olması için umut ya da beklenti var mı?
Yazmadan geçersem içimde kalır. Geçtiğimiz Cuma akşamı Yunus Emre Kültür Merkezi’nde “Anadolu Buluşmaları” başlığı altında bir toplantı yapıldı. Toplantıya davet “Eskişehir için bin yılın fırsatı” gibi yüksek tondan bir söylemle yapılmıştı. Önceden anons edilmesine rağmen Eskişehir Valisi Mehmet Kılıçlar, Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç toplantıya katılmadı. ETO Başkanı’nı göremedim; muhtemelen toplantıda o da yoktu. Genel anlamda milliyetçi ve muhafazakâr diyebileceğimiz (ama salonun tamamını doldurmayan) bir izleyici topluluğu vardı.
Açılış konuşmaları arasında ESO Başkanı Savaş Özaydemir’in kapsamlı açıklamaları dışında Eskişehir’in fazlaca anılmadığı bir toplantı oldu. Odunpazarı Belediye Başkanı Burhan Sakallı kendi alanının dışına çıkmadan Odunpazarı geleneksel semti ağırlıklı bir konuşma yaptı. Ali Atıf Bir’in böyle bir toplantıda neden var olduğunu muhtemelen anlayan olmadı. Çünkü hazırlıksız sözleri Eskişehir’den ziyade, reklam ve pazarlama dersine giriş niteliğinde idi.
KOSGEB Başkanı Mustafa Kaplan, KOBİ niteliğindeki işletmeler için kuruluş tarafından verilen hibe ve kredi desteklerinden söz etti. Toplantıda çok sayıda KOBİ sahibi ya da yöneticisi bulunduğunu sanmıyorum ama Kaplan’ın sözleri (Eskişehir ağırlıklı olmasa da) en yararlı konuşmalar arasında idi. Ardından Dünya Gazetesi yazarı Rüştü Bozkurt’u dinledik. Belki hazırsızlıktan, belki zamanın darlığından Bozkurt’un konuşmasını da beklenenin hayli altında buldum. O da Eskişehir’den söz etmeden bir konuşma yapmayı tercih etti. Bu sıralar Batı’da zaman zaman sözü edilen “Creative Cities (Yaratıcı Kentler)” ve yaratıcı görsellik gibi konuları konuşması içine sıkıştırmaya çalıştı ki, bu tezin Eskişehir’in ufkunda olmadığı kanısındayım.
TV’den naklen yayınlanan toplantının ilk turu, diğer iki konuşma ile devam etti. Salonun aşırı sıcak olmasından ve Eskişehir adına bir şeyler duymak için gittiğimiz ama asla kentle ilgili olmayan bir toplantıya dönüşmüş olmasından sorular bölümünü izlemeden çıkmayı tercih ettim. Toplantıyı izleme fırsatı bulamayanlar pek fazla bir şey kaybetmediler.