Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Toplumun değişik kesimlerinde yeni anayasanın hazırlanması konusunda görüşler var. Özellikle siyasi duruşlu bazı toplum kesimleri anayasanın katılımcı bir modelle yapılmasını istediklerine yönelik niyet ifade ediyorlar. Demokrasinin ve katılımcılığın sosyal yapılar açısından önemini bilerek katılımcı bir yaklaşımı pek çok kişi gibi ben de desteklerim. Diğer yandan bunu nasıl yapabileceğimize gelince; bu konuda kolay ve hızlı cevaplar üretmek bu konuda fikir söylemek kadar mümkün değil. Çünkü katılımcı ve paylaşımcı iş yapmak konusunda toplum olarak çok başarılı olabildiğimiz söylenemez. Kolayca parçalanan siyasal topluluklar, yürümeyen iş ortaklıkları, kurulamayan (kurulsa da büyüyemeyen) sivil ağlar bu alanda kötü örneklerimi oluşturuyor.
Katılımcılık ve paylaşımcılık konusunda zayıflıklarımız ve eksikliklerimiz var. Bu sorunun başı ise demokrasi alanındaki teorik ve pratik zafiyetimizden kaynaklanıyor. Demokrasiyi nerede öğreneceğimiz ise hiç belli değil. Ev, iş ya da okul yaşamlarının bunu öğretmediğini biliyoruz. Aksine bu ortamlarda öğrendiğimiz hastalıklı davranış modellerini daha sonra siyasete ve sivil toplum alanına taşıyoruz. Gerçekten ülkemizde siyaset ve sivil toplum hareketinin pek çok sorunu olsa da; en önemlilerinden birisi demokrasiyi öğrenememiş ve kurumsallaştıramamış olması gibi duruyor.
Üniversite sınavına ulaşabilmek için 8 yıl temel eğitim ve ardından 4 yıl lise eğitimi görmek zorundayız. 12 yıllık bu sürece, belki de eğitim yerine öğretim demek daha doğru. Çocukken başlayıp genç bir insan olana dek okula gidip gelen bir insanı gözünüzün önüne getirin. Yıllar boyunca muhtemelen bir daha asla hatırlamayacağı bilgileri kafasına doldurmaya çalışıyoruz. Okul bittiğinde de bu bilgiler, dolduruldukları yerden uçup gidiyor. Bir eğitim sisteminin başarması gereken davranış değişikliği ve yeni bir kültür oluşturma fonksiyonu ise nadiren gerçekleşebiliyor. Öğrencinin yaşamını etkilemeyeceği baştan belli olan bir müfredatı iyi öğrenmediği, daha doğrusu iyi bellemediği için bu sonuçtan öğrencileri sorumlu tutabilir miyiz?
Bazı anne-babalar, çocuklarının günlük yaşama ilişkin işleri öğrenmeleri konusunda ilgili ve özenlidirler. Zaman ayırarak çocuklarının alışverişten yemek yapmaya, ortalığı toplamaktan düzenli olmaya kadar bazı alışkanlıkları edinmelerine özen gösterirler. Ama anne ve babanın tüm gün dışarıda çalıştığı durumlarda bu amaca yönelik olarak çocuğa zaman ayırmak pek mümkün değildir. Bu durumda çocuğun alışkanlık ve yaşam kültürü edinebileceği yegâne ortam okul olarak kalır.
Bugünün okuluna baktığımızda ise ne yazık ki, bu öğretim modeli ile çocuklar ne kendi giysilerini ütülemeyi, ne sofra için salata yapmayı, ne de ev için gerekli küçük alışverişlerde başarılı olmayı öğreniyorlar. Bu öğrencilerin pek çoğu doğa ile haşır neşir olmamış; bir hayvan bakmamış; evinde bir bitki ile ilgilenmemiş. Çünkü tek eğitim mekanizması olan okul, onlarda bu yönlendirmeyi yapmıyor, yapamıyor. Sonuçta; giderek yaşamdan daha fazla uzaklaşmış bir kuşak oluşuyor. Daralan yaşam çevrelerine televizyonun ve bilgisayarın oyun dünyasının etkileri de eklenince sosyal olmayan veya sokağın kültürüyle yetişen bir kuşağın oluşması kaçınılmaz hale geliyor.
Tabii ki yaşam, sadece pantolon ütülemekten, salata yapmaktan veya pazara gitmekten ibaret değil. Tüm boyutlarıyla bir toplum içinde yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Demokrasi bir toplum içinde barış içinde ve birlikte yaşama kültürü olduğuna göre; eğitim aldığımız ortamlarda öğrenmemiz gereken konulardan birisi de demokrasi olmak durumunda.
Bir insan olduğumuz için insan haklarını, bir ülkenin vatandaşı olduğumuz için yurttaşlık haklarımızı öğrenmek zorundayız. Uğradığımız bir kötü muamele karşısında nasıl davranacağımızı bilmek durumundayız. Seçimlerde oy kullanma ve verdiğimiz oyun arkasını takip etme bilincini geliştirmemiz gerekiyor. Küreselleşen dünyada kendi yakın çevremizle ilgilenmemiz de yeterli değil. Ülkede ve dünyada yaşayıp baskıya, haksızlığa uğrayan birey ve toplulukların durumu karşısında hiçbir şey olmamış gibi davranamayız. Çünkü insan, canlılardan oluşan doğal çevreyle, bizi saran sosyal, ekonomik ve hukuksal kurumlarla ve tüm diğer insanlarla birlikte insan oluyor.
Ütü yapmayı, alışverişe gitmeyi, evimizi temiz ve düzenli tutmayı işte veya aile ortamında ama özellikle okulda öğrenemiyoruz. Peki; katılımcılığı, paylaşımcılığı, demokrasiyi, insan haklarını ve yurttaşlığı nerede öğreneceğiz? Öğrenemedikten sonra yaşamın her alanında bu kavramları nasıl uygulayacağız? Bu sözcükleri en çok kullananların bu kavramlar konusunda “en sorunlular” olması nedendir, dersiniz…