Toplumun Ruhu ve Suç
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Sık Kullanılanlara Ekle
Son yıllarda hukuk ve kamu ile o derece oynandı ki, içimiz dışımız kabahat, suç ve ceza oldu. Kimin haklı, kimin zanlı olduğunu birbirine karıştırmaya başladık. Bir yandan toplumun ezberi bozulurken bir yandan da dezenformasyonun saldırısıyla erozyona uğradık. TV kanallarından bir tanesinin sabah haberleri kuşağını izlemek bile sorunun geldiği boyutları kavramak açısından yeterli… Hızla kanlı olmaya dönüşen tartışmalardan töre cinayetlerine, alacak konularının silahlı eyleme dönüşmesinden aile içi çatışmaların şiddetle çözülmeye çalışılmasına kadar sayısız örnek…
Bir Fransız atasözü “Suçun kendine yararı yoktur” der. Ama ne yazık ki, yazılı basın ve görsel medyadaki haberler bunun aksini söylüyor. Hırsızlık, gasp, insan kaçırma, bağımlılık yapan madde ticareti, kamunun kaynaklarını kendi çıkarına kullanma ve benzeri gibi suçların sosyal yapısına baktığımızda günümüzde “suçun kendine ciddi düzeyde yararları” olmaya başladığını görüyoruz. Hele ki; suçun ve suçlunun peşine düşecek nitelikli ve yeterli güvenlik ve adalet sistemlerinin eksikliği duyuluyorsa… Anlaşılıyor ki bugün suç, bazı kişi ve kesimler için giderek gelişen bir yaşam türü ve meslek haline dönüşmüştür. Bu öyle bir sosyal dönüşümdür ki, bazı örneklerde gördüğümüz gibi içine siyasetçilerle bürokratları da çekebilmektedir.
Sosyal değişim ve suç
Suçun, toplumun bazı kurumları ile yakından etkileşim içinde olduğunu biliriz. Örneğin ekonomi, eğitim, din ve ahlak gibi toplumsal kurumlar (ve bu kurumlardaki değişiklikler) genel anlamda suç üzerinde dolaylı ve dolaysız etkiler yapar.
Bir yandan töre cinayetlerinin sıradanlaştığı diğer yandan hukukun yerini şiddetin almaya başladığı toplumumuzda insanların canına mal olacak düzeyde artan suçun nedenleri üzerince ciddiyetle durmamız gerekir. Karşımızdaki yükselen suç tablosunun arkasındaki bazı toplumsal faktörler arasında şunları sayabiliriz: Denetimsiz nüfus artışı, sosyal göçler, yoksulluk ve istihdam sorunları, eğitim sisteminin yetersizliği ve eğitimin kalitesizliğindeki süreklilik, kent yönetimlerindeki başıbozukluk ve yozlaşma, yazılı ve görsel medyanın özellikle gençlik üzerindeki olumsuz etkileri, bağımlılık yapan madde kullanımındaki artış ve siyasal iktidarların bu konulara olan duyarsızlık ve ilgisizliği… Bunlar ilk elde aklıma geliverenler. Bu faktörlerde iyileştirme yapılmadığı sürece hiç kuşkusuz, toplumsal suç olaylarında nicelik ve nitelik artışı sürecektir.
Yukarıda saydığım ve suçun oluşması için gerekli altyapıyı hazırlayan unsurlara ek olarak, doğrudan sistemi ilgilendirmesi nedeniyle iç (mikro) faktörler olarak isimlendirebileceğim güvenlik ve adalet sistemindeki yetersizlik ve zafiyeti ekleyebilirim. Güvenlik ve adalet sistemlerinde yeniden yapılanmalara ihtiyaç olduğu izlenimi içindeyim. Bu değişiklikler var olan sistem üzerinde yapılabileceği gibi, toplumun yeni ihtiyaçlarına uygun olarak sistemin tümüyle değiştirilmesi biçiminde de olabilir.
Türkiye, toplumsal yapısı ve gelişimi açısından Batı’dan bazı farklı özelliklere sahiptir. Bu nedenle bunları da dikkate alan suç analizinin ve yeniden yapılanmanın gereğine inanıyorum.
Önlem alınıyor mu?
Açıktır ki, Türkiye tam anlamıyla bir sosyal kriz döneminden geçiyor. Bu krizi futbol maçlarındaki terörden sokaktaki gasp olaylarına kadar pek çok alanda gözlemek mümkündür. Eğer suçun önlenmesi konusunda gerekli çalışmalar acilen yapılmazsa ilk karşılaşacağımız görüntü artan can ve mal kayıpları olacaktır. Bunun birinci sorumlusu ise görevde bulunmasının ana nedenlerinden birisi iç güvenlik olan siyasal iktidar ve ilgili bürokrasi olacaktır.
Güvenlik güçlerinin ve adaletin suç karşısında etkisiz kalmaya devam etmeleri, muhtemelen kişilerin kendi güvenliklerini sağlamak üzere silahlanma eğilimi içine girmelerine neden olacaktır. Hatırladığım çalışmalardan birine göre Türkiye’de 6-7 kişiye bir silah düşmektedir. Yeni silah yasası tasarısı da bu gerçeğin dibine sağlam temel olacak gibi… Bireysel silahlanmanın maddi kaynak savurganlığı olması dışında, toplumun dibine her an patlamaya hazır yüksek güçlü patlayıcı yerleştirme anlamına geldiği fikrini, sanırım herkes paylaşır.
Güvenlik ve adalet sistemlerinin zafiyetinin sürmesinin bağlı sonuçlarından bir diğeri ise sokak çeteleri ve benzeri örgütlenmelerin daha sık görülmeye başlamasıdır. Bu sosyal gelişmeye geçit verilmesi, özellikle gençliğin sokak ilişkileri yönünde olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır.
Ne Yapmalı?
Suçla mücadele için dünya deneyi, bugüne kadar çeşitli uygulama örnekleri yaşamış. İyileştirici ilk önlem olarak (ilk akla gelen çözüm olarak) kentteki polis sayısının artırılması düşünülür. Bu varsayımın altındaki düşünce, daha çok polisin bulunmasının kentteki suç işleme sayısını düşüreceği olmuştur. Ne yazık ki, böyle bir varsayımı sayısal olarak değerlendirmek pek mümkün olamamıştır.
Rasgele zamanlarda kentin değişik bölgelerinde polis devriyesi bulundurulması bir başka seçenek olarak düşünülmüştür. Özellikle halka açık yerlerde suç oranının düşeceği varsayımına karşılık yapılan araştırmalarda bu yaklaşımın suçun azaltılmasında etkili olduğu yönünde sonuç alınamamıştır. Polisin sabit devriye görevinin ise ancak ilgili bölgede suç oranını etkilediği sonucuna varılmıştır.
Polisin gözetim altına alma yetkisinin artırılması yönünde yapılan varsayım, suçun önlenmesinde etkili olacağı düşünülmesine rağmen bu yaklaşımın olumsuz sonuçları olduğu da gözlenmiştir. Örneğin yapılan araştırmalarda polisin aile içi şiddet olaylarında gözetim altına alma girişimlerinin ailenin küçük çocuklarını olumsuz etkilediği gözlenmiştir.
Bir başka çalışma, polisin halk içinde daha fazla bulunması, toplum ile organik ilişkilerini artırması olarak öngörülmüştür. Böylece halkın polis ile daha yoğun iletişim, bilgi alışverişi ve yakınlık içinde olacağı düşünülmüştür. Bu yaklaşımın, polisin halk gözündeki sempatisini artırmaktan öte suçların önlenmesinde bir katkısı olmadığı sonucu gözlenmiştir. Ayrıca bir kamu görevi olan güvenliğin ne dereceye kadar yurttaşlara delege edilebileceği ayrı bir sorudur.
Polisin çocuklarla ve gençlerle yoğun ve informel iletişim içinde olmasının genç insanları suçtan uzak tutacağı varsayılarak bir araştırma denenmiş, ancak sonuçta bu yaklaşımın etkili olmadığı gözlenmiştir.
Polisin ihbar ve çağrılara cevap verme süresi ile suç oranı arasındaki ilişki incelendiğinde, polisin cevap süresinin kısaltılmasının suçun azalması veya önlenmesinde çok etkili olmadığı gözlenmiştir.
Bazı suç konularında yüksek potansiyelli suçlulara karşı polisin daha aktif davranması ile işlenen suç miktarı arasındaki ilişki, özellikle uyuşturucu madde kullanımı konusunda olumlu etkiler yapabileceği düşüncesiyle araştırılmıştır. Bu araştırmadan elde edilen sonuç, suça eğilimli olan kişilerin etkisiz kılındığı ama bunun dışında da kayda değer olumlu etki görülmediği yönünde olmuştur.
Değişik kamu kurumları ve sosyal kuruluşlar arasındaki iletişim, işbirliği ve paylaşımın, suç oranını azaltacağı konusundaki varsayım, yapılan araştırmalarla yüksek oranda doğrulanmıştır. Bu yaklaşım, aynı zamanda suçun çok faktörlü bir sosyal olgu olduğu gerçeğini de doğrulamaktadır. Buna bağlı olarak suçun sosyal yapısının analizi konusunda daha fazla çalışma yapılması gereği de ortaya çıkmaktadır.
Sonuç yerine
Yukarıda sözünü ettiğim çalışmanın vardığı sonuç suçun önlenemeyeceği değil; özellikle bir sosyal kriz yaşanan ülkemizde konunun çok boyutlu olarak ele alınması biçiminde yorumlanmalıdır. Gerçekten ülkemizde suçun yapılanmasında işsizlik, ekonomik sorunlar, yüksek nüfus artışı, sokak çocuklarının sahipsizliği, eğitim sisteminin sorunları gibi konular çok etkili olmaktadır. Ama bu gerçek, sokağın giderek yaşamımıza daha çok etki etmeye başladığı günümüzde iç güvenlik ve adalet sistemimizin daha etkin çalışması gereğini ortadan kaldırmaz.