Siyaset, Rant ve Devleti Soymak
Gürcan Banger
Kira geliri gibi bir iş yapmadan elde edilen gelire rant adı verilir. Ekonominin kendi işlerliği içinde arz ve talep ilişkilerine göre oluşan türü gerçek rant olarak isimlendirilir. Devletin bazı ekonomik etkinlikler üzerine kısıtlamalar koyması veya bazı ekonomik etkinliklerin bizzat devlet tarafından yapılması ile oluşan ranta ise “yapay rant” adı verilir. Örneğin döviz kuru devlet birimleri tarafından belirleniyorsa ve siz dövizde olabilecek değişimleri (bir biçimde) önceden bilebiliyorsanız, bu yolla devletin yarattığı yapay ranttan avantajlar elde edebilirsiniz.
Rant kollama, devlet içinde ve / veya dışında bazı çıkar gruplarının devlet tarafından yaratılmış yapay rantı kendilerine aktarma çabalarıdır. Rant kollama, çıkar gruplarının devlette birikmiş olan değerleri kendilerine aktarmak üzere ciddi büyüklüklerde maddi kaynak harcadıkları bir alanın adıdır. Bir başka deyişle; rant kollama devletten ekonomik veya sosyal çıkar elde etmek isteyen baskı veya çıkar gruplarının yaptıkları etkinlikler ve harcamalardır.
Kim?
Yapay rant beklentisi içinde olan gruplar çeşitlilikler gösterir. İktidardaki siyasi partinin üye veya yandaşları, yönetim kademelerine seçilmiş siyasetçilerin akraba ve yakınları, bürokratların yakın çevreleri, etnik ve hemşehri grupları, devletle ihale benzeri iş yapan kişi ve firmaların devletten yapay rant elde etmek için girişimlerde bulundukları bilinir.
Devletten birikmiş kaynakların yapay rant aracılığı ile dışarıya aktarılmasında çıkar ve baskı gruplarının yönetimin bazı pozisyonlarında iç ortakları olabildiği gözlenmiştir. Örneğin siyasi ilişkiler nedeniyle bir makamın danışmanlığına gelen bir kişinin kendi özel sektör firmasına devletten iş ve kaynak yönlendirdiği çokça görülür. Bu iç ortaklar aracılığı ile devlet içi işleyişine ve kaynak birikim noktalarına ilişkin bilgi dışarıya sızdırılır. Böylece çıkar grupları için rant kollama girişimlerine yönelik çalışma hedef ve konuları belirlenir.
Rant kollama nasıl?
Rant kollamanın (Doğu toplumlarına özgü yaratıcı türleri dışında) Dünya’da iyi bilinen türleri vardır. Bunlardan birincisi devlet tarafından verilen ayrıcalıklara (imtiyazlara) yönelik olarak yürütülen “tekel (monopol) kollama” yaklaşımıdır. Yine (merkezi veya yerel) devletin denetiminde fiyat tarifeleri ile ithalat vergi oranlarına yönelik olarak yürütülen rant çalışmalarına “tarife kollama” adı verilir. Bu yaklaşımda devlete etki edilerek bazı grupların çıkarlarına uygun fiyatların ve ithalat vergi oranlarının oluşması sağlanır. İthalat işlemlerine yönelik olarak yürütülen “lisans kollama” ve “kota kollama” yaklaşımlarından da söz edebiliriz.
Bizde iyi bilinen türler arasında devletçe verilen teşviklerin özel bir yeri vardır. Faizsiz veya düşük faizli krediler, tarım ürünleri için destekleme alımları, vergi istisna ve muafiyetleri ülkemizde görülen rant kollamanın önemli unsurları arasında olmuştur.
Bir de; toplumumuzda alışılmış bir tür olan devletin sosyal ve mali yardımlarının siyasi yandaşlara, bazı kültürel gruplar ile akraba, hısım ve göçmen hemşehrilere aktarıldığı (teknik dilde altruizm denen) türü unutmamak gerekir.
Sivil toplum
Toplumu oluşturan (devlet ve özel sektör dışındaki) üçüncü unsur sivil toplumdur. Bu alanda yurttaşlar ve sivil toplum kuruluşları yer alır. Toplum içinde oluşan (yukarıda bazılarını anlattığım) ilişkilere bakarken; sivil toplumu göz ardı eden bir bakış açısı olmamalıdır.
Yoksullukla mücadele, işsizliğin azaltılması, kadın istihdamı, yerel kalkınma gibi hedefler bugünün önemli sosyal ilerleme hedefleri arasında yer alıyor. Özellikle 20’nci yüzyılın son çeyreği, bu amaçları gerçekleştirmek için sivil toplum kuruluşlarının (STK’ların) yepyeni bir bakış açısı geliştirdikleri dönem oldu.
Bu döneme kadar sosyal projelerin özünde yoksullar ve genel olarak halk için (hatta onlara rağmen onlar adına) bir şeyler yapılması anlayışı hâkimdi. Sivil toplum ruhunun gelişmesi ile halkın sorunlarına bulunacak çözümlerde halkın doğrudan katılımının daha verimli ve sosyal sindiriminin daha kolay olacağı noktasına varıldı.
Gerçekten (dikkatini özellikle yoksullara ve halka yöneltmiş olan) yeni toplumsal ilerleme anlayışı, halkı bu projelerden yararlanan pasif unsurlar olarak değil, bizzat sosyal kalkınma sürecinin üreticileri ve yöneticileri olarak görmektedir. Özetle söylersek; özgün sorunlarda sosyal teoriyi halk üretmeli (zihinsel yaratının fiilen içinde bulunmalı), bu düşünsel ürünü pratiğe koymak üzere projenin yönetiminde bizzat halk yer almalıdır. Sosyal proje süreçlerinde STK’ların ve yerel yöneticilerin görevi, proje süreçlerinde ancak kolaylaştırıcı (moderatör) olmaktır.
Devletin bir anlamda yerel uzantısı olan yerel yönetimlerin ülkemize özgü, fakat gelişmiş Batı’ya oranla farklı bir fonksiyonundan söz etmek isterim. Gelişmiş Batı’da yerel yönetimlerin birincil görevi, kentli halka hizmet etmektir. Bizim toplumumuzda ise yeni kentli bireyin yaratılması (toplumumuzda sosyal göçün ağırlığı ile kendiliğinden oluşamayan köylüden kentliye dönüşümün sağlanması) yerel yönetimlerin önünde birincil ama güç bir görev olarak durmaktadır. Bu nedenle halkın bir pasif nesne yerine bir aktif sosyal özne olabilmesi, neden halkın katılımına bu denli önem verdiğimin cevabıdır.
Neden katılım?
Hiç kuşkusuz halkın katılımı bir sosyal projeyi pek çok yönden çok daha güçlü yapar. Bu nedenle genelde toplumumuzun iyi bildiği “ben bilirim, ben yaparım’cı” bir yaklaşım yerine halkın da karar ve yönetim süreçlerine katılması ile çok daha nitelikli çözümlere ulaşmak mümkün olacaktır.
Buna bir anlamda kendi oyununu oynamak diyebiliriz. Bir çocuğun düşe kalka yürümeyi öğrenmesi gibi düşünebiliriz. Nasıl çocuk attığı her adımdan sonra kendini daha güvenli hissedecekse, özellikle yoksul halk da başardığı her sosyal projenin ardından kendini gelecek konusunda daha güvenli ve daha ümitli hissedecektir. Halka ve yurttaşa güvenmek gerekir. Hiç kuşkusuz; halkın manipüle edilmesinin önünde sonuna kadar da durmak lazım…
Burada atılan her başarılı adımın güven vermesi fikrine karşılık yapılan hatalı ve başarısız işlerin de güvensizliğe neden olabileceği itirazı gelebilir. Bu, haklı bir itiraz noktasıdır. Özgüven ararken güvensizlik batağına düşmemek için sosyal proje eğitimlerinin ve uygulanacak sosyal projelerin sıralamasının doğru yapılması gerekir.
Dünya üzerindeki sivil toplum deneyimi incelendiğinde halkın doğrudan katılımı yaklaşımını doğru kavramış birey ve örgütlerin kolaylaştırıcılığı (moderatörlüğü) altında zihinsel tasarımını bizzat halkın kendi yaptığı, yönettiği ve yürüttüğü sosyal projelerde çok nitelikli sonuçlar alındığı gözlenmiştir. Bu sonuçlar arasında da bence en önemlisi, sosyal özne olma yolunda bireyin kendi problemlerini kendisi çözmek üzere özgüvenini kazanmasıdır. İşte bu da demokrasiden başka bir şey değildir.