Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi - Ana Sayfa
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
LinkedIn’de izle
Türkiye, AKP’nin temsil ettiği söylem dışında başka seçeneklerin sıkıntısını çekiyor. MHP ile simgeleşen milliyetçiliğin gerçek anlamda ne kendini yenileyebildiğini ne de kitleselleşme yönünde başarılı olduğunu söylemek zor. Sol kanatta ise reel sosyalizmin dünya tarihinden çekilmesi ile gerçek bir boşluk yaşanıyor. Ortalık tam bir güdümlü neo-liberalizm teslimiyetçiliği görüntüsü veriyor.
Sosyal tarih
Bulunduğumuz bölgede tarihi anlamak için bir “Batı ve Doğu Roma” düşünce modeli kullanmak bana kolaylaştırıcı geliyor. Roma İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılması adeta Dünya’daki sosyal ve siyasal gelişim sürecinin iki ayrı kola ayrılmasının başlangıcı. Ayrılıştan bugüne uzanan zaman diliminde Avrupa merkezli olan Batı Roma, kendine özgü Engizisyon, Rönesans ve Sanayi Devrimi süreçleri ile “Batı demokrasisi” olarak isimlendirdiğimiz bir toplum modeline ulaşıyor. “Batı tipi toplum” olarak isimlendirdiğimiz bu modelde en önemli yanlardan birisi, sosyal yaşamda birincil unsur olarak birey olma çabasındaki yurttaşın varlığı ve ağırlığı. Devletin karşısındaki güç olan sivil toplumun varlığı da bireyin bu önemli olmazsa olmaz pozisyonu ile çok yakından ilgili. Bireyin değeri konusunda Batı toplumundaki ideolojiler ve Batı’nın resmi dini Hıristiyanlık tam bir uzlaşma içindeler.
Merkezi İstanbul olan Doğu Roma’nın egemenlik bölgelerindeki (Doğu’daki) tarihsel gelişime baktığımızda Batı’dakinden hayli farklı bir durum gözlüyoruz. Doğu’daki en önemli gücün dünden bugüne daima devlet olduğunu ve Doğu’da bireyin kimlik ve etkinliğinin gelişemediğini görüyoruz. Bu nedenle Doğu’da, örneğin Anadolu’da devletin gücüne alternatif bir sivil toplum ruh ve gücünün oluşmadığı izleniyor. Bu süreçte; Hıristiyan Batı’da Protestanlık’ın ortaya çıkışında olduğu gibi Doğu’nun resmi dini olan İslamiyet’te bir sekülerleşme sürecinin yaşanmamış olmasının etkisi var. Doğu’da tek örneğinin Türkiye olduğu sekülerleşme çabalarında ise Atatürk dönemi fikriyatından siyasal ve sosyal geriye dönüşler nedeniyle devlet-din-birey uzlaşması bu anlamda tamamlanamamış. Özetle; birey ve sivil toplum kavramları tarihsel ve sosyal gelişim açısından Doğu toplumlarına bir hayli yabancı kalmış.
Batı’da ekonomik girişimciliğin tarihsel gelişimindeki faktörler arasında birey hukukunun ve sivil toplumun devlet karşısındaki güçlü varlığının önemini de bu vesile ile hatırlatayım. Kanımca Türkiye’de solun durumunu ve sorunlarını anlamak isteyen bir yaklaşım, öncelikle yukarıda sözünü Doğu-Batı farklılaşmasını anlamak ve içine sindirmek zorundadır.
Tarih içindeki gelişimi izlendiğinde sağ düşüncenin gelenekçilik ve muhafazakârlık özelliklerinin baskın olduğu gözlenir. Sol düşünce ise sağdan farklı olarak sınır tanımayan evrensel değerleri savunur.
Türkiye’de sağ, gelenekçidir. Gelenek bazen batıl inançlara, hurafelere kadar uzasa da, sağ sorgulanmayacak biçimde gelenekçi ve muhafazakârdır. İşte bu nedenle de Türkiye’de sağ, bir Doğu toplumuna hitap ederek aradığı primi bulmaktadır. Sağ, içinde bulunduğu toplumu dış görünümü açısından doğru anlamakta ve var olan duruma son derece uygun davranmaktadır. Geçmişte sağ kanatta seçmenin oyu sadece değişik parti isimleri altında yer değiştirirken bugün (belki de şimdilik) AKP’de toplanmış haldedir.
Solun değerleri
Sol, Dünya’da evrensel değerleri savunması ile sağ düşünceden ayrılır. Özgürlük, adalet, hukukun üstünlüğü, halkların kardeşliği, emeğin geliştirilmesi, kültüre saygı, cinsiyet ayırımcılığı ile mücadele gibi unsurlar solun evrensel değerleridir. Bir evrensel sol düşünce yandaşı, bu değerleri kendi yaşamına sindirmiştir.
Sol kimlik
Türkiye’de solcu kimliği, bu görünümden biraz farklıdır. Öncelikle (genel anlamda) solcu da sağcı gibi geleneksel, hatta feodal değerlerle donatılmıştır. Evrensel değerleri savunur görünmektedir ama gelenekçi bir birey kalıbı içerisindedir. Kimlik ve düşünce arasındaki paradoksu çözmek için o kişinin kadın hakları (cinsiyet ayırımı) konusundaki bakış açısını gözlemek yeterlidir. Doğu toplumlarında kadına bakış, çok önemli bir ayırt edicidir. Bu arada ülkemizdeki gerek sağcı gerek solcu düşüncelerin tavır olarak “eril (maskülen, erkek egemen söyleme uygun)” olduğunu hatırlatmamda fayda var.
Türkiye’de sol
Türkiye solunun değerleri de evrensel sol değerlerden biraz farklıdır. Genelde solculuk ile Kemalizm birbiri ile karıştırılır. Benzer şekilde solculuk ile devletçilik de sıklıkla karıştırılan ve birbiri yerine kullanılan kavramlardır. Yine solculuk ile merkezcilik karıştırılan bir diğer kavram ikilisidir. Ve yine solculuk ile etnik ve kültürel alt kimlikler sıklıkla karıştırılır.
Örneğin siyasal yelpazenin ortasında yer alan CHP solcu olmaktan daha çok; devletçi, merkezci ve Kemalist bir partidir. DSP’nin giderek gündemden çekildiğini, sol olarak isimlendirilebilecek diğer partilerin kitleselleşemediğini de dikkate alarak; CHP’nin bu devletçi, merkezci ve geçmiş misyonuna bağlı kalmakta (değişmemekte) ısrarcı yapısını anlamak kolay değildir. Belki de; Türkiye siyasetinin değişime direnen bu atıl ve pasif yapısını iyice çözümlemek gerekli. (Sağdan bir örnek olarak AKP’nin de benzer kalkerleşmiş özellikler taşıdığını, özünde gerçek değişimin önünü tıkayan ve inatla geçmişi tekrar etmeye çalışan bir görüntü verdiğini söyleyebilirim.)
Tarihsel süreç içerisinde yerel siyasal yelpazenin radikal sol olarak ifade edebileceğimiz bölümüne baktığımızda, bu bölümde yer alan düşüncelerin de genelde Stalinist (devletçi, merkezci ve bireyi çok fazla dikkate almayan kollektivist) özellikler taşıdığını gözlemleriz. Aslına bakarsanız, ulusal eğitim sisteminin (bir zamanlar) içselleştirdiği resmi ideolojinin bile artık aktarılamadığı okullarımızdan farklı ve çağdaş yenilikçi formasyonlara sahip bir kuşağın yetişmesini de bekleyemeyiz.
Solun görünümü
Genel görünüme özet olarak yeniden bakalım. Birincisi; Türkiye, genel anlamda tarihsel süreç ve bulunduğu koşullar açısından Batı modelinden farklıdır. Her ne kadar kendimizi Avrupalı saysak da, Türkiye’nin de yer aldığı Doğu toplumu örnekleri arasında Batı’nın başarı düzeyine erişebilmiş bir örnek bulunmamaktadır. İkincisi; Doğu ile Batı modelleri arasındaki farklılığı, Türkiye’nin Doğu özellikleri gösteren bir toplum olduğunu Türkiye solu bugüne kadar algılamış ve anlayabilmiş değildir. Kendi toprağında ayakları yere basmayan bir solun, doğru söylem ve program üretemeyeceği ortadadır. Üçüncüsü; Türkiye’de solcu birey, gelenekçi kişilik yapısı ile evrensel düşünceleri savunma bağlamında bir kimlik bunalımı içindedir. Ne ulusal eğitim sistemimiz ne de parti içi siyasal süreçler bu bunalımın aşılması yönünde solcu bireye yardımcı olmaktadır. Ortalama özellikler açısından bakıldığında, Türkiye’de solcu birey, adeta Batılı giysiler içinde bir muhafazakârdır.
Türkiye’de solun lider yenilemekten daha ziyade kendini bir bütün olarak yenileştirmeye ihtiyacı var: Söylem, iş yapma modeli, kadro, örgütlenme, ve bilinirlik / görünürlük ve kitle ruhunun yeniden yaratılması tanıtımı olarak…
Gürcan bey, makalenizdeki Doğu/ Batı ayrışmasına ve sosyal değerlendirmelerinize katılıyorum.Makalelerinizi genelde okuyor ve takip ediyorum. Katılmadığım; Kaba bir sol anlayışınızdır. Bilimsel sosyalizm ile ütopik ütopik sosyalizmi ayırımamanızdır. Bilimsel sosyalistler Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Kemalist düşünceyi savunur ve tarihsel miras olarak sahip çıkarlar. Atatürk ve Atatürkcü Düşünce ne kadar Türkiyeli ise o kadar da dünyalıdır. Atatürk evrenseldir ve ALTI OK ilkeleriyle Bilimsel sosyalizme önemli katkıdabulunmuştur. Keşke CHP bu altı ilkeye sahip çıksa ve iktidar iddiasını bu proğramı uygulama temeline oturtsa. Reel sosyalizm diye ifade ettiğiniz, emekçiyi görmeyen anlayıştır. Söylemde hep emekçi vardır ama pratikt ve olguları değerlendirmede emekçi yoktur.Orada sol vijdan ortaya çıkar ve her şeyi mübah görür. Emekçinin vijdanını unutur.Bilimsel sosyalizm; Emekçinin vijdanıdır.Çoğunlukların gözüdür.
SAYGILARIMLA.