Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Bir düşüncenin insan toplulukları içinde kabul edilebilirlik bulması için zamanın ruhuna uygunluğu gerekir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyaya gelen Baby Boom Kuşağının 68’liler haline gelmesi böylesine bir uygunluktu. Bir düşüncenin kitlesel güç haline gelmesi için ise zamanın ruhu sadece bir gerek şarttır. Bunun dışında döneme uygun halka indirgenebilir bir söylemin oluşması ve bunu taşıyacak kadroların yetişmişliği ve örgütsel yapılanmanın hazır hale gelmişliği zorunludur.
Değişen Dünya
1970’lerle birlikte Dünya gündemine küreselleşme olarak isimlendirilen yeni bir kavram geldi. Aslında pek de yeni değildi. Benzer bir dalga, 1870 ile Birinci Dünya Savaşı arasında da gözlenmişti ama bu kez çok daha büyük boyutlarda idi. Küreselleşme dönemi ile birlikte 1) uluslar arası rekabet yoğunlaştı; 2) finansal sermaye uluslar arası bir özellik kazanarak sınaî sermayenin önüne geçti. Yine bu dönemde; yukarıdaki dinamiklere de bağlı olarak neo-liberal politikalar Dünya’yı etkilemeye başladı. Ve 1980’lerde Sosyalist Blok’un yıkılması ile tek kutupluluk olarak isimlendirilen yeni bir Dünya durumu oluştu. Blok’un yıkıldığı dönemde Türkiye, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasını yaşamaktaydı ve bu dönemde Türkiye solu da askeri darbenin etkileriyle ciddi bir yıkım yaşadı.
Küresel finans
Ülkeler arasında dolaşma yeteneğine erişmiş küresel finans, 1970 sonrası döneme adeta damgasını vurdu. Bu dönemde gelişmişlik olgusundan söz ederken kullanılan azgelişmişlik kavramı yerine Türkiye gibi ülkeler için “yükselen piyasalar” kavramı geldi.
Küresel finansın gittiği ülkede korunması, güvence altında olması gerekiyordu. Sınıf temelli çatışmalar, sosyal katmanlar arası çatışmalar, bağımsızlık hareketleri küresel finansın varlığı için bulunduğu ülkede rahatsız edici idi. Güvence yaratmanın koşullarından birisi küresel neo-liberal politikalara uyumlu olan hükümetlerin desteklenmesi idi. Örneklerini IMF / Dünya Bankası ekonomik ve siyasal paketlerinin uygulandığı ülkelerde gözledik.
Yine bu dönemde uluslar arası neo-liberal politikalar, azgelişmiş ülkelerin (yükselen piyasaların) küreselleşmenin avantajlarını elde edebilmesi için öncelikle ulusal merkez bankasının küresel finansın önünden çekilmesini öngörmekteydi. Merkez bankası için biçilen yeni rol, fiyat ve kur istikrarını sağlamaktı. Kamu maliyesi ise uluslar arası sermayeye yeni alanlar açıp sağlıklı yaşayabilmesi için gerekli önlemleri almalıydı.
Önde IMF ve Dünya Bankası, arka planda ABD ve AB güdümlü bu politikaların uluslar arası finansa uygunluğu tartışılmaz ama özellikle yoksul halk için söylenemez. Örneğin Türkiye’de uzunca bir süredir IMF kökenli politikaların uygulanmasına rağmen halkın sorunlarının yüzde 80’i ekonomik olmaya devam ediyor. Bu bağlamda birincil sorun olarak işsizliği gören insanların oranı her zaman çok yüksek yüzde oranları ile gündeme geldi.
Solda kriz…
İşte böylesi bir süreç yaşanırken neo-liberal politika uzmanları, azgelişmiş ülkelerde kriz sürecinde oluşabilecek sosyal patlamaların önünü almak için yeni modeller geliştirdiler. Hükümet dışı kuruluşlar, gönüllü kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları gibi isimler verilen yapılanmalar aracılığı ile sosyal patlamaların önüne geçilmesi, sosyal ve sınıfsal keskinliklerin yumuşatılması öngörüldü. Dış bağlantıları olan bazı vakıf, dernek ve fonlar aracılığı ile bu politikalar uygulamaya sokuldu.
Böylece Türkiye solu, iki farklı yönü olan bir olgu ile karşı karşıya kaldı: Gerçek anlamda sivilleşme ihtiyacı ve küresel neo-liberal politikaların bir mekanizması olan sivil toplum tampon modeli. İşte Türkiye solu, ne bu ikilemi tam anlayabildi, ne de neo-liberal yaklaşıma karşı uygun alternatif politikalar üretebildi.
Solun görünümü
Sol kanatta yer alan insanların bir bölümü, içinde yaşadığımız toplum modelini tam olarak kavrayamamaktan dolayı neo-liberal politikaların yörüngesinde bir sivil toplum arayışında… Bu durum, sadece sol kanata özgü değil. Bu politikalar, sağ kanatta da oldukça taraftar topluyor. Böylece Batılı gelişmiş ülkelerin sivillik ihraç ederek Türkiye gibi ülkelerde sosyal ve sınıfsal keskinlikleri törpülemeleri, toplumsal başkaldırıları engellemeleri kolaylaşıyor.
Radikal solda ise durum biraz daha farklı… O kanatta yer alan kişiler, sivilleşme ihtiyacını tümüyle görmezden gelerek bu çabaların “emperyalizmin yeni bir oyunu” olduğu düşüncesiyle konuyu tümüyle dışlıyorlar. Böylece Doğu toplum modeline has olan bireyin gelişmemişliği sorunu tümüyle gündem dışına düşüyor.
Ne yapmalı?
Öncelikle Türkiye solu, Türkiye’de yaşadığının farkına varmalıdır. İçinde yaşadığımız toplum, tüm Batı’ya doğru dönüşüm deneme ve çalışmalarına rağmen önemli ölçüde Doğulu özelliklerini korumaya devam etmektedir.
Sosyal göçler, ülke sosyolojisini ve buna bağlı olarak diğer sosyal olguları önemli ölçüde etkilemektedir. Bu sosyolojik gerçeği doğru anlayıp değerlendiremeyen bir sosyal düşüncenin başarılı olma şansı düşüktür.
Türkiye solu, eğer evrensel değerleri olan bir yerel sol olmak istiyorsa solculuk ile Kemalizm, devletçilik, merkezcilik ve etnik kültür ile inançlar arasındaki doğru ayrımlamayı öğrenmek zorundadır.
Türkiye solunun önemli sorun kaynaklarından bir diğeri, örgütsel işleyişi ile ilgilidir. Sol, parti içi yaşam ve insan kaynaklarının geliştirilmesi konusunu gündeminin ilk sıralarına almalı, bugüne kadar pek önem vermediği bu konuda girişim ve yatırımlarda bulunmalıdır. Bugün Türkiye’de pek çok futbol takımının örgütlenme düzeyi, ülke siyasi partilerinden çok daha ileri düzeylere ulaşmıştır.
Kişisel gözlemlerim, genel anlamda yerel siyaset ile Ankara’daki merkezi siyaset arasında daima kopukluklar olduğunu göstermiştir. Türkiye solu, sadece muhalefet eden bir kanat olmaktan kendini kurtarmalı; her nasıl bir toplum modeli öngörüyorsa bu süreçte uygulayacağı politikaları üretmeli ve projelendirmelidir. Halkın sol kavramı ile hatırladığı çözüm değil, muhalefettir. Gerçi o muhalefetin bile bugün yapılabildiği kuşkuludur.
Solun önündeki gündem
Doğu toplum modeline uygun ülkeler arasında petrol zengini olanların maddi birikimini bir yana koyarsak; az ve orta derecede gelişmişlik boyunduruğundan henüz kurtulabilmiş bir örnek ülke bulunmamaktadır. Türkiye, Doğu toplumları arasında bazı avantajlara sahiptir. Eğer bunu sol yapmak istiyorsa gerçekleştirmesi gereken çok fazla ev ödevi olduğuna sanırım, herkes katılacaktır.
Başarılı olmak isteyen sol için kimin genel başkan olduğu değil; günün gerçeklerini cevaplayan bir söylemin, bunu halka taşıyacak örgütlenmenin, kadroların ve iş yapma modelinin oluşmasıdır önemli olan…