Demokrasi, Muhafazakarlık ve Toplumsal Cinsiyet
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Bazı kavramlar var. Günlük yaşamımızda da sık sık kullandığımız kavramlar. Hani yolda çevirip sorsalar nedir diye, tanımlamakta zorluk çekebileceğimiz. Bence demokrasi de bu kavramlardan birisi.
Demokrasi
Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesi demek… Bir yönetim düzeninde yaşayanların etkin ve ağırlıklı olması veya yönetimin katılanlar tarafından denetlenmesi demek. Bu tanımlama, sadece devlet yönetimi ile sınırlı değil. Değişik bir örnek olarak aileyi düşünebilirsiniz. Aile bireyleri ailenin yönetimine doğrudan katılabiliyorsa, ailenin alacağı kararlarda ağırlıkları varsa, aile bütçesinin yapımı ve yönetimi konusunda bireylerin yaklaşımına önem veriliyorsa bu ailede demokrasinin varlığından söz edebiliriz. Örneğin genelde ailenin ağır işçilerinden birisi olduğu halde kadının yaklaşımları dikkate alınmıyorsa ailede demokrasi konusuna kuşku ile bakarız.
Bir de muhafazakârlık kavramını hatırlayalım. Muhafazakâr, geçmişin toplumsal düzenini, düşüncelerini ve kurumlarını korumak isteyen kişi demek… Dolayısıyla muhafazakârlık devlet, yönetim modeli, aile, hukuk, din ve inanç, kişiler arası ilişkiler, cinsiyet farklılığı ve kadının yeri, eğitim, kültür ve benzerleri gibi pek çok toplumsal kurum hakkında yaklaşımları olan bir dünya görüşü…
Bir de toplumsal geleneğimize bakalım. Toplumsal kurumlar açısından, tabii. Devlet ile başlayalım. Geleneğimizde devlet, en büyüktür. Her şeyi tanımlayıcıdır. Adımızın ne olup olamayacağından, dinimize ve mezhebimize kadar o belirleyicidir. Hatta cinsiyetimizi de. Resmi evrakta ne yazarsa odur. Devlet yanlış kestiği bir fatura veya makbuzdan sorumlu değildir, sorunu vatandaşın çözmesi gerekir. AB’ne girmemiz söz konusu olmasa devletin tanımlama, belirleme ve yaptırım güçlerinden taviz vermesi asla söz konusu bile olamazdı. Dolayısıyla şimdi kimseyi işaret etmeden ve hatta bir cevap beklemeden sormak zorundayım. Muhafaza edilmesi gereken gelenek bu mudur?
Kadın hakları ve cinsiyet ayırımı konusuna gelelim. Sosyal ve tarihsel olarak toplumumuzda kadının erkeğin arkasında kaldığını inkâr edebilir miyiz? Dolayısıyla muhafaza edilecek olan kadının ikinci cins olan pozisyonu mudur? Kız çocuklarının okumamışlığı mıdır? Genç kızların evde koca beklemeye, tarlada ucuz işgücü olarak çalışmaya mahkûm edilmişliği midir? İş alanlarında daima sıra neferi olmaya yazılmış kaderi midir? Siyaset ve kamu yönetimi alanlarında temsilinin yüzde biri geçemeyen katılım ve varlık oranı mıdır?
Değişen toplum
Bir toplumun başlı başına kendisini ilgilendiren olgular tek tek bireyler olarak bizim isteklerimizden bağımsızdır. Toplumun kendi iç dinamikleri ile kendine özgü bir tarihsel yürüyüşü vardır.
Eğer toplum dış etkilere açıksa, bazı durumlarda değişimi etkilemek mümkün olabilir. Ama gelenekçi değerlerin baskın olduğu Doğu toplumlarında toplumun yürüyüşünün önderlerin vizyonları, seçkinlerin uğraşıları, yasalar gibi dış etkilerle değiştirilmesi pek de kolay değildir. Kurtuluş Savaşı sonrası yapılan reformlarla önemli değişimler gösteren toplumumuzun son 30-35 yılda sosyal göçün de etkileriyle bazı geçmişe ait değerlerini öne çıkarması, siyasal iktidara buna göre belirlemesini hatırlayınız.
Kadınların sosyal konumları da doğrudan toplumumuzun bulunduğu tarihsel ve sosyal nokta ile ilgili. Toplumumuzun yürüyüşü konusunda Doğu toplumları arasında örnek olarak alıp inceleyebileceğimiz bir örnek de yok. Zaten Batı ve Doğu’nun birbirlerine kuşku ile bakış açılarının oluşumunda bu örneksizlik durumu çok etkili oluyor.
Yukarıda sözünü ettiğim genel neden yüzünden kadınların toplumsal konumunun değişmesinin, toplumun genel değişimine bağlı olduğunu kanaatindeyim. Diğer yandan hem bu toplumun bir bireyi olarak hem de genel hatlarıyla geleneksel bir toplumda yaşayan “ikinci sıradaki cinsiyet” olarak kadınların değişim için çok daha fazla nedenleri olduğu kanısındayım. Bu objektif gerçeklik, ister istemez kadınları toplumun birincil değişim gücü yapıyor. Cinsiyet açısından baktığımızda, sosyal sistemi değiştirmek için kadınların erkeklerden çok daha fazla nedenleri var.
Kadınlar ve erkekler
Mevcut duruma bir başka açıdan bakalım. Özellikle toplumumuzda kadınlar ve erkekler cinsiyet ayırımcılığını kendi bilinçaltlarında birlikte taşıyorlar. Çünkü erkeklere “erkek egemen toplum zihniyetine uygun biçimde erkek” olmayı kadınlar öğretiyor. Erkekler de bu yoğun eğitim sonucunda kadınlara karşı “erkek” gibi davranıyorlar. Ne yazık ki; “maço” erkekleri beğenen, ezilmeyi içine sindiren ve erkekler tarafından bir topaç gibi yönetilmeyi tercih eden bir kadınlar adeta bunu kendileri üretiyorlar.
Ekonomi
Dünya’daki değişik toplumlarda erkek ve kadın arayüzünü incelediğimizde kadının ekonomik yaşama katılımının farklılık yarattığını görürüz. Gerçekten bir işi olan, düzenli gelir elde eden kadınların aile içinde daha etkin faktörler olarak yer aldığını gözlemliyoruz. Afrika’nın derinliklerinde yaşayan ailelerde dahi bu değişimi görmek mümkün… Yine kadının kendi gelirini kazanma düzeyine erişmesi ile birlikte aile içi demokraside de değişimler gözleniyor. Özetle; kadının sosyal pozisyonunun değişmesi ve yükselmesi için kadın istihdamının özel bir önemi olduğu ortada.
Bitirirken
Kadının yeni pozisyonunun oluşması için birkaç kuşağa ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Ama bu yönde kafa yormak, emek vermek, örgütlenmek ve proje yapmak da kaçınılmaz. Gelenekçi Doğu toplumlarında kadınların değişimci gücüne inanmak lazım… Ama öncelikle kadınlar kendilerine inanmalılar ve güvenmeliler.