Gürcan Banger
Dinsel anlamda ritüel, bir dinin ibadet kısmının nasıl yapılacağını belirten kurallar ve yöntemler manzumesidir. Zaman içerisinde sekülerleşme ile birlikte ritüel sözcüğü dinden bağımsızlaşmış. Başta sanat olmak üzere başka alanlarda da kullanılır olmuş. Dolayısıyla insanlar arası ilişkinin her türünde değişik faktörlerin de etkisiyle yeni ritüel araçları geliştirilmiş.
Hiç kuşkusuz; sevgiyle filizlenmiş duyguların ifade edilmesi gerekir. Sevginin ritüellerinin yaşamımızdaki yerinin önemine ve vazgeçilmezliğine inanırım. Ama anneler günü, babalar günü, sevgililer günü gibi vesilelerle, sevginin ifadesinin bir tüketim yarışına dönüşmesinden de rahatsızım.
Her sevgi ilişkisi kendi ritüelini kendisi üretmelidir. Örneğin babaya olan sevgiyi ifade etmenin yolu, ona sadece parasal yönden kıymetli bir hediye almak olmamalıdır. Dinsel anlamda ritüelin amaçlarından birisi günahlardan arınmaktır. Sanırım; sevgi ritüelleri ile sevgisizlikten arınarak benzer bir amacı yerine getiriyoruz.
Sevgililer Günü
Marx’ın Manifesto’da dediği gibi; kapitalizm her şeyi alınır satılır hale getiriyor. Sanırım, bir Hıristiyan geleneği olan St Valentine Günü’nün başına gelen de böyle bir metalaşma süreci…
Sevgililer Günü’nün geçmişi, 4’üncü yüzyılda Roma’da kutlanan Çobanların Tanrısı Faurus Lupercus’a kadar uzanıyor. O zaman bu amaçla yapılan şenliklere Kurt Bayramı adı veriliyor. O dönemde genç Romalılar her yıl 15 Şubatta içinde Tanrı Kurt’un yaşadığı düşünülen bir mağaranın önünde toplanıyorlar. Bu törenin önemli unsurlarından birisi içinde kız isimleri bulunan bir küp. Delikanlılardan (seçilmiş / belirlenmiş) birisi küpün içinde isim yazılı levhalardan birisini çekiyor. Böylece erkek ve kız, sevgili olmak konusunda toplumun onayını almış oluyorlar. Bu onay, sonraki yılın 15 Şubatına dek sürüyor. Roma’nın ilk yıllarında başlayan bu gelenek M.S. 500’lü yıllara kadar sürdürülüyor.
Hıristiyanlığın yaygınlaşması Roma’da rahatsızlık yaratmaya başlamış ve Roma İmpararatoru II. Claudius döneminde papaz Valentine kafası kesilerek idam edilmiş. Aradan geçen uzun zaman sonrasında Vatikan, Valentine’i aziz ilan ederek onun ölüm günü (14 Şubat 273) olan 14 Şubat’ı Sevgililer Günü ilan etmiş. 15 Şubat’taki Kurt Bayramı ile Valentine’in ölüm günü olan 14 Şubat bir anlamda aynılaştırılmış.
Egemen kültür
Görüldüğü gibi; ne Roma’nın kuruluşunu ifade eden Kurt Bayramı’nın ne de Aziz Valentine hikâyesinin (egemen kültürün yaygınlaşması dışında) bize yakın bir yanı yok. Eğer “Egemen kültür, benim kültürümdür“ diyorsanız tabii ki söylenecek başka söz kalmıyor.
Bu Sevgililer Günü konusunda beni asıl düşündüren nokta, sevginin bile bir ticari meta haline dönüştürülmesi merakı. Sevginin insanlar arası yakınlaşma, arkadaşlık, dostluk olduğunu unutup bir ticaret vesilesi olarak algılanması garip. Medyadaki reklamları izlediğimizde sevginin bu duygusal ve insani yanı rafine edilip yerine cep telefonu kampanyaları, hediyelik eşyalar konuyor.
Bu arada pazarlanan sadece hediyelik eşyalar değil tabii… Bir kültür de bu vesile ile pazarlanıyor. Yerel, ulusal ve toplumsal farklılıkları olan kültürler erozyona uğrarken bir kültürel monotonlaşma ve aynılaşma yaşamaya başlıyoruz.
Küreselleşmenin ulusal kültür üzerindeki olumsuz etkilerinden birini de Sevgililer Günü vesilesi ile yaşıyoruz. Sevgi yok oluyor, yerini ticaret hırsı alıyor. Sevgi kültürü ortadan kalkıyor, yerini meta kültürü işgal ediyor. Yaşamımızı denetim altına almış bilgisayarlar, cep telefonları, otomobiller ile o kadar meşgulüz ki; sevgiyi, sevmeyi, arkadaşlığı hatırlayabilmek için kendimizin yaratacağı vesileleri unutup elin St. Valentine Günü’nden medet umuyoruz. Her gün “Seni seviyorum” demek için harika bir özel fırsattır. Neden özel bir günü beklemeli ki…
Yaygın medyada ülkemizden insanların 14 Şubat Sevgililer Günü (Valentine’s Day) anılarını ve düşüncelerini okuyorum. Tüm hikâyeler, bir tüketim özentisini çığlığı adeta. Tüm mantık, bir aşk ilişkisi olmaktan çok, o gün ne hediye alınacağı, hangi eğlence mekânına gidileceği üzerine kurulmuş. Ne yazık ki; aşk, bu hikâyelerde figüran bile olamıyor.
Özenti, sadece maddiyatla sınırlı kalmıyor. Konunun bir de duygusal özenti boyutu var. Bu tür günlerde hediyelik çiçek satan dükkânların müşterilerinin görece ciddi bir bölümünü kendine çiçek gönderenler oluşturuyor. Çiçek gönderecek sevgilisi olmadığı için çevresindekiler ayıplamasın diye…
Sevgiyi Beklentinin Sırtına Yüklemek
Fırsatlar, eğer üretilmesinde veya yakalanmasında emeğiniz varsa daha güzeldir. Bu anlam, pek çok durumda ona verilen emekten kaynaklanır. Çünkü emek verilen, çaba gösterilmeden elde edilene göre daha değerlidir. İnsanın; yaratılmasına veya yakalanmasına doğrudan katkı yaptığı fırsatların önemi ve farklılığı bundandır.
İçinde yaşadığımız çıkar sistemi, bazı olayları önümüze fırsatlar gibi çıkarabiliyor. Örneğin bayram, yılbaşı, doğum günü kutlamaları daha fazla kâr beklentisiyle bize sevgi fırsatı gibi sunuluyor. Kendi sessizliği, özelliği ve mahremiyeti içerisinde geçirilmesi gereken Sevgililer Günü, bir satış vitrini haline dönüştürülüyor. Kendi özelliği içerisinde kalması gereken, banal bir genellik haline getirilip anlam yitimine uğratılıyor. Sevgi dünyamız, satıcının kâr beklentilerinin sırtına yükleniyor.
Sanırım; yaşadığımız çağın en berbat niteliklerinden birisi, daha yüksek çıkar beklentileriyle sevgiyi de alınır – satılır hale getirmesi… Dolayısıyla çok para harcamak ile daha fazla mal ve hizmet tüketmek, sevginin yüceliğinin göstergesi haline geliyor. Aldığı hediyenin, bir sevgi ifadesi olmaktan daha ziyade, pahası ve fiyatı ile ilgilenen sevgilinin hayal kırıklığına uğramış yüz ifadesini hayal edebiliyor musunuz?
Aşk ve sevgi maddileştikçe, bunların gerçek anlam ve değerlerinin yerini beğeni ve beklenti almaya başlıyor. Tek anlamı karşılıksız duygusal paylaşım olan sevginin yerini, maddi beklenti ve beğeniler almaya başlıyor. İçten sadelikle “Seni seviyorum” demenin yerini, “Seni seviyorum. İşte; bu pahalı hediye de bunun kanıtı” şeklinde bir davranış modeli alıyor. Sevginin yerini tüketime odaklanmış bu modelin almasına teşvik ediliyoruz.
Sevgi, kendi doğallığı ve zarafeti içinde karşı tarafa anlam yüklemektir. Hele bunun karşılıklı olması gereken bir anlamlandırma olduğunu düşündüğümüzde, aşkı ve sevgiyi daha doğru kavrayabiliriz. Sevginin bir paylaşım olması gerektiğini sıklıkla duyarsınız. Sevgide paylaşılan, ifade etmeye çalıştığım bu karşılıklı anlam verme olgusudur.
Hiç kuşkusuz; sevgilinin kendi öz dünyasında yarattığı zenginlikler vardır. Ama sevgilinin değeri, kendi içinde olan bu zenginlikten daha çok, sevenden alınan anlam yüküyle ilgilidir. Bu nedenle insan, sevdiği için değil; öncelikle sevildiği için güzel olur.
Birtakım belirlenmiş günlerde yapılan kutlamaları, baskı altında yapılmaya zorlanan itiraflara benzetiyorum: “Bunun Sevgililer Günü… Çabuk hediyenle beni ne kadar çok sevdiğini itiraf et!” Ya da “Beni ne kadar sevdiğini, aldığın hediyenin markası ve fiyatı ispat etmeli.” Şimdi kendi sevginizi bir teraziye koyun bakalım. Sevginiz satın alınabilecek kadar mı değerli? Cevabınız evet ise satın alınabilecek bir sevgiye ne ödemek gerekir?