Da Vinci’nin Aşk Şifresi
Gürcan Banger
Leonardo da Vinci, 1452-1519 yılları arasında yaşamış bir İtalyan’dır. Pek çok özelliği yanında bilim adamlığı, mucitliği, ressamlığı, heykeltıraşlığı ve mühendisliği ilk akla geliverenlerdir. Rönesans diye anılan Avrupa’nın değişim çağının en tipik kişiliklerinden birisi olarak kabul edilir. Özellikle merak eden, araştıran, sorgulayan ve savunan bir kişi olarak bilimsel yöntem adı verilen yaklaşımın geliştirilmesinde önemli katkıları olmuştur. Bu yönüyle Leonardo da Vinci, yaşamı ve çevreyi algılamak, anlamak, açıklamak ve öngörmek konusunda açılımları olan bir yaklaşımın öncüsüdür.
Da Vinci’yi andıran insanların talihsizliği, bilime yatkınlıkları nedeniyle duygusal yanlarının yeterince kavranmamasıdır. Bu garip durum, genelde çevremizdeki insanları tanımaya çalışırken kullandığımız kalıplaşmış tiplerden kaynaklanır. Örneğin fen bilimlerinde kendini geliştirmiş bir kişinin, diyelim ki edebiyatla ilgilenmesini beklemeyiz. Bir mühendisi, şair olarak hayal etmek zor gelir. Yine sosyal bilimler alanında uzmanlaşmış bir kişinin, amatörce elektronikle ilgilenmesi bize garip gelebilir. Bu çelişkilerin tamamında, yaşamı parçalara (hatta bazen bağımsız karşıtlıklara) ayırarak anlamaya çalışma çabamız var. Yaşamın zihinsel veya duygusal olarak çeşitli yönleriyle bir bütün olduğunu kavramakta zorluk çekiyoruz.
Leonardo da Vinci’yi diğer insanlardan ayırt eden bazı özelliklerine bakarak devam edelim. Örneğin Leonardo, meraklı bir insandır. Yaşadığı ortama ve kendi yaşamına tatmin olmayan bir merakla yaklaşır. Sürekli öğrenme heyecanı yaşar. Şimdi kendimize şunu sorabiliriz: Aşk, bizim yaşamımızın dışında bir şey midir? Eğer aşkı bugün yaşamıyorsak bile, yarın bu duygunun bizi sarmayacağını söyleyemeyiz. Aşk, insanın olağan yaşamının bir parçasıdır. Demek ki; kişi, aşkı ve âşık olduğu kişiyi tanımak için ve onunla yenilikler üretmek için bitmek tükenmek bilmeyen meraklı bir yaklaşım ve öğrenme hevesi içinde olabilir. Bireyler karşılıklı olarak birbirlerini daha iyi tanıdıkça, daha uyumlu olmaları ihtimalini yükseltmezler mi?
Leonardo’nun bir diğer özelliği, yaşadıklarından dersler çıkarmasıdır. Onun için geçmiş deneyim, gelecekte elde edilecek başarıların mesafe taşlarıdır. Bir duygusal ilişkide de böyle değil midir? Daha önce yaptığımız hatalardan doğru dersleri çıkartırsak, daha sonra atacağımız duygusal adımlarda daha başarılı ve dolayısıyla mutlu olabiliriz. Önemli olan, doğruyu ve yanlışı ayırt edebilecek farkındalıkta olabilmektir. Unutmayın ki; aşk, her adımda olumlu deneyim kazanmaktır.
Leonardo, duyguları ile deneyimi birleştirebilen ve elde ettiği kazanımlarla duygusallığını geliştiren bir kişidir. Dolayısıyla o, yaşadıklarından sadece dersler çıkarmaz. Elde ettiği deneyimi, duygusal dünyasını zenginleştirmek ve örneğin bunu yaratılarına yansıtmak için değerlendirir. Bir duygusal ilişki, bir anlamda bir yaratı kabul edilebileceğinden, elde ettiğimiz yaşamsal deneyimi duygusal dünyamıza taşımak için yeterince nedenimiz var demektir.
Leonardo için belirsizlikler de bir yaşama sarılma vesilesidir. Çünkü yaşamda siyah ve beyaz, ışık ve gölge, kesinlik ve belirsizlik bir arada bulunur. Aşkın kişiyi heyecanlandıran yanlarından birisi, zaman zaman yarattığı gizem ve belirsizlikler değil midir? Çelişkilerin, belirsizliklerin ve hatta kararsızlıkların heyecanla ve merakla üstüne gitmek bir duygusal ilişkiyi daha albenili hale getirmez mi?
İster bilimsel bir konuyu, ister bir duygusal ilişkiyi ele alın; onu algılarken, anlarken, açıklarken ve öngörürken temel kural, zihni sonuna kadar özgür bırakmayı denemek ve olumlulukla iyi niyeti elden bırakmamaktır. Çünkü Leonardo yaklaşımının özü, özgürlük ve sinerjidir. Aşk da öyledir.
Çok yönlü zekâsı ve farklı alanlardaki başarıları nedeniyle Rönesans’ın simgesi sayılan Leonardo da Vinci, bazen öyle abartılara uğrar ki; onunla ilgili övgüler uzaydan gelmiş olabileceğine dek varır.
Leonardo’nun yüksek niteliğini vurgulayan yönlerinden birisi, iki elini de aynı derecede başarıyla kullanabilmesidir. Örneğin sol eliyle ayna görüntüsü olarak yazmakta çok başarılıydı. Da Vinci’nin bu özelliği, aynı iki elin başarıyla kullanılması gibi, bir duygusal ilişkiyi oluşturan iki tarafın eşdeğer yaratıcılığı ve katılımcılığını ifade edebilir. Bir ilişki, iki yanın dengeli ve üretken katılımı olarak yücelir.
Leonardo’nun sol eliyle ayna görüntüsü yazabilmesi ise beden ile beynin görkemli uyumunu gösterir. İnsan, bir duygusal ilişkide de değişik yönlerini Da Vinci’nin yaptığı gibi göz alıcı bir uyumla değerlendirebilir. Fakat kişi, kendi yetenek ve yetkinliklerini yeterince farkında olmalıdır da…
Bir duygusal ilişki, sadece duygulara indirgenebilecek bir ilişki değildir. Leonardo’da bilim ve sanatın cazip bir birliktelik oluşturduğu gibi; aşk da düşüncelerin, duyguların ve fiziksel eylemlerin insana yaşama sevinci veren bileşimini ve heyecanını üretebilmelidir. Leonardo’nun kendi yaklaşımında bu birlikteliğe ‘bütün beyin’ adı veriliyor. Aşkın; – Leonardo tarzına uygun biçimde – fiziksel, zihinsel ve duygusal uyumuna ise topyekûn aşk adını verebiliriz.
Yaşam; özne ve nesnelerle bunlar arasındaki ilişkilerden oluşur. Bir örnek vermek gerekirse; orman, ağaçlardan oluşur. Ama ağaç topluluğunu orman yapan onları bir arada tutan bütünlüktür. Dünyayı anlamaya çalışırken, onu parçalara bölerek tanımaya çalışmak işi kolaylaştırır. Ama parçaları bir bütün halinde algılamayı başaramazsak (yani parçalar arasındaki ilişkileri göremezsek) yaşamın bir bütün olarak ‘işlediğini’ göremeyiz. Leonardo’nun başardıkları ve bir bakış tarzı olarak geliştirdikleri arasında yaşamın nesnelerini ve ilişkilerini sağlıklı olarak görebilmek ve kavrayabilmek vardır.
Aşk, yaşamın kendisidir. Bu nedenle aşkı anlarken, açıklarken ve onunla ilgili öngörülerde bulunurken, aşkın da bir özneler ve ilişkiler sistemi olduğunu doğru kavramak zorundayız. Bu ilişkide bireylerin karşılıklı olarak üstlendikleri misyonlar vardır. Ancak bireyler ve misyonları birlikte bir ilişki oluşturabildikleri zaman, aşk dediğimiz şey, ayakları yere basan bir yaşam unsuru haline gelir. Sözün kısası; bireyler olduğumuzun bilincini yitirmeden aşkı bir bütün olarak kavramalıyız.
Aşk, insana Leonardo’nun yaşamında gözlediğimiz türden bir enerji, merak, heyecan ve heves vermeli. Eğer bu duygusal ilişki, bizi atalete, kolaycılığa ve bir tür tembel rahatlığa sevk ediyorsa, yolunda gitmeyen bir şey var demektir.
Leonardo da Vinci, “Her şey, her şeyden gelir. Her şey, her şeyden yapılmıştır. Sonuçta her şey, her şeye döner” diyor. İşte; aşk, böyle bir şeydir.