Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Günlük dilde modernlik, eski toplum biçiminden bugünün toplum biçimine doğru değişim anlamına geliyor. Çoğu zaman tarım toplumundan sanayi toplumuna dönüşüm olarak algılanır. Modernizmi eleştirerek bir sonraki dönem için seçenekler üretme anlayışına ise “post-modernizm” adı veriliyor. İnsanlığın tarih ekseninde yerine konursa; Batı’nın Rönesans ve Aydınlanma dönemlerinde geliştirilmiş değerlerin ve sosyal ilişkilerin devamı olarak ortaya çıkan yaşam biçimine “modernite” deniyor. Modernite yaklaşımı, Batı’yı işaret ediyor. Bir anlamda gelenekçiliğin ve yerelliğin karşıtı, bir başka deyişle anti tezi olarak kullanılıyor.
Türkiye’de genel anlamda moderniteyi, siyasetin sol ve liberal kanatları temsil ediyor. Bu tespiti, Türkiye solu için kesin olarak yapabilmekle birlikte liberaller konusunda çok net olamıyoruz. Öncelikle; yaşanan İslam ile siyasal İslam’ı sıkı sıkıya ayırdığı belirteyim. Devamla; liberal kanat içerisinde modernliği ve geleneği çok iyi biçimde içine sindirmiş olanlar yanında, modernizmden siyasal İslam’ın yüksek sesten takdirkârlığına terfi etmiş yandaşların olduğunu da söylemeliyim. Liberal kesimin her iki grubuna dâhil edebileceğimiz örneklerin ciddi bir bölümü bugün hâlâ AKP liberal kanadı içinde içinde yer alıyor.
Milliyetçi kesimin üyelerini, bazı modernist yaklaşımlara sahip olmalarına rağmen tam olarak modernite içinde kabul etmek mümkün değil. Diğer yandan Dünya’nın değişen durumu karşısında milliyetçilerin nasıl bir değişim süreci geçireceklerini kestirmek de pek mümkün görülmüyor. Onlar da genel hatlarıyla solun önemli bir bölümü gibi söylemin eski ifade biçimlerini kullanmaya devam ediyorlar. Milliyetçi kanatta da yeni açılımlar fazlaca dikkat çekmiyor. Çoğu zaman milliyetçi açılımlar adına tümüyle başka yaklaşımlardan söz ediliyor.
1990’lı yıllara kadar Türkiye’de modernizmin en net ifade biçimi Kemalizm oldu. Kemalizmin sol düşünce ile içiçe geçtiği dönemlerde Türkiye solunun genel görünümünde Kemalizm’in izleri çok belirgindi. 1990’lar sonrasında resmi ideolojinin etkilerinin azalması ile birlikte sol, bir anlamda üvey evlat gibi kaldı. Belki de solun resmi ideolojinin etkisinden objektif olarak uzak kaldığı bu dönem, küresel ve bölgesel kriz şartları da dikkate alındığında yeni bir solun tanımlanması için uygun dönem olabilir.
Bugün Türkiye’de siyaseti, yakından etkileyen iki temel çizgi var. Bunların birincisi, sosyal göç olgusudur. Kırdan kente, karadan denize, Doğudan Batıya doğru gerçekleşen sosyal göç, getirdiği kentleşme sorunları ile birlikte henüz adı konmamış bir ideolojinin de temellerini atıyor. Ne yazık ki Türkiye siyaseti, sağdan sola kadar bu değişimi gözlemekte ve anlamlandırmakta çok başarılı değil. Kendini yenilemeyen, okumayan, okuduğunu anlamayan bir toplumun, geleceği konusunda başarılı kestirimlerde bulunmasını beklemek de biraz hayal oluyor.
Siyaseti etkileyen ikinci temel çizgi ise küreselleşme nedeniyle dışarıdan yansıyan yeni açılımlar. Örneğin gerek islam’ın gerekse siyasal İslam’ın modernite ile karşılaşmasının en belirgin örnekleri Avrupa’da yaşanıyor. Hıristiyan / Haçlı / Batılı ruhunun, bizzat Avrupa’nın içinde İslam ile karşılaşmasından yeni bir hukuk doğacağı izlenimi var. Bu karşılaşma, Anadolu tarihinde yaşanmış olan yüzyüze gelişlerden hayli farklı gelişiyor.
Evrensellik, Gelenek, Din ve Sol
Basit olarak; Dünya ideoloji literatüründe sol düşünce evrenselcilik, sağ düşünce ise gelenekçilik ve yerelcilik üzerine kurgulanır. Bu yaklaşım, bizim siyasi kültürümüzde ise bir kolaycılık haline dönüşür. Evrensel olma iddiasında olan reel sol düşünce, bu ülkenin geleneksel ve yerel değerleri ile oy beklentisinin ötesinde ilgilenmez. Sol düşüncenin ülkede bugün fiziksel olarak geldiği düşük potansiyel noktasının gerçek açıklamalarından birisi budur. (Bir noktaya açıklık getirmeliyim. Bu yazıda “sol” tanımlamasını kullanırken, siyasal eksenin merkezine yakın pozisyon alan ve iktidar alternatifi olmaya çalışan -örneğin sosyal demokrat olma iddiasında bulunan- siyasal odaklanmalardan söz ediyorum. Burada dile getirdiğim “sol”; bilimsel sosyalizm, Marksizm veya eşdeğer öğreti ve söylemler değildir.)
Geleneği bu bağlamda İslam’ı ve milliyetçiliği algılayamamış ve anlamamış olan reel sol düşünce, sanki bir Avrupa ülkesinde yaşarmışçasına kendini toplumun dışında bir yerde tanımlamıştır. Kötü yorumlanmış Kemalist düşüncenin 1940’lar sonrasında sol düşünceye entegre olmasıyla birlikte adeta dindar ve/veya milliyetçi insanların dışında bir sol lobi oluşturulmuştur. Bu nedenle gelenekçiler solcuları “dinsiz”, solcular da dindarları “şeriatçı” ve milliyetçileri “faşist” olarak bilmişlerdir. Özellikle sol olarak tanımlanan kesime dair ön yargıların sürdüğünü, AKP’ye yönelen destek oylarının ciddi bir bölümünün arkasında bu şartlanmanın varlığını söyleyebiliriz.
Yukarıdaki gergin görüntünün nedenlerinden birisi, reel solun Batı’ya aşırı angaje bakışı nedeniyle İslam ve siyasal İslam arasındaki farkı yeterince anlamamış ve içine sindirememiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bugün ciddi tartışmalara neden olan türban konusunda da bu karışıklık devam etmektedir. Bir yanıyla siyasal İslam’ın bir politik isyan simgesi, diğer yanıyla Müslüman kadının demokratik talebi olan türban konusunda da sol, yeterli ve ikna edici bir cevap verememektedir. Solun cevapsızlığının ardında tabii ki, türbanın ikili yapısının anlaşılmamış olması yatmaktadır. Eğer insanların din konusundaki seçimleri bireysel olacak ise, Müslüman kadının türban seçimini bunun dışında anlamak mümkün müdür? Siyaset yelpazesi içinde taraflı ve tavırlı siyasi mücadele ile sivil toplum alanında herkesi kapsaması gereken demokrasi mücadelesinin farkını doğru kavramak gerekmez mi?
Ne yazık ki, bugüne kadar sol düşünce, (içinde Doğulu feodal unsurlar da taşımakla birlikte) genel hatlarıyla ülkemizde Batılı, daha doğrusu Batıcı bir düşünce olagelmiştir. Sol bakış, çoğu zaman kendi değerlerine yeterli önemi vermeyerek ülkenin tarihini, kültürünü, geleneğini ve inançlarını değişik türden sağ düşüncelere bırakmıştır. Bu ülkenin sınırları içinde farklılıklarıyla birlikte çoğunluğu Müslüman olan, milli kaygılar taşıyan, Doğulu özellikleri olan bir toplumun sol düşüncesi olmayı aklına getirememiş ve gerekli süreçleri gerçekleştirmemiştir. Çoğu zaman sağı bağnazlık ve gericilik ile suçlarken, solun ülkenin değerlerini anlaması gerektiğini ifade eden kesimleri de liberallikle itham etme fanatizmine düşmüştür.
Özetleyeyim. Eğer sol düşünce, örneğin yeni bir vizyon ile bu ülkede başarılı olmak istiyorsa, öncelikle sadece kendine bakmaktan vazgeçmeli. Yeni sol, öncelikle içinde yaşadığı bu ülkenin geleneksel değerleri karşısında kendini konumlandırmalı ve kendini yeniden tanımlamalıdır. Bunu yapmadığı sürece toplum açısından iktidara gelebilecek ilgi ve desteği görmeyen “öteki” olmaya devam edecektir.