Murat Kâhyaoğlu’nun Anıları
Gürcan Banger
Geçtiğimiz Cumartesi günü Eskişehir eski milletvekili, emekli öğretmen ve deneyimli siyasetçi Murat Kâhyaoğlu’nun “Öğretmen Örgütlenmesinde Eskişehir Örneği” isimli kitabının imza günü vardı. Saat 14:00’da Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin Taşbaşı’ndaki toplantı salonunda yapılan imza gününde yoğun bir kalabalık vardı. Topluluğun neredeyse tamamı toplantıyı sonuna kadar izledi.
Eskişehir yerel tarihi yazma geleneğine sahip sayılmaz. Benim gibi belge meraklılarının bile zorlukla ulaştığı az sayıda kaynak var. Bu nedenle Kâhyaoğlu’nun bir döneme tanıklık eden bu kitabı büyük önem taşıyor. Zaman zaman uzun sohbetler yaptığımızdan olsa gerek yazdıklarını okurken onun sesi kulaklarımdaydı sanki. Kendisini kutlamanın ötesinde olayları yaşamış veya bunları gözlemiş olan diğer kişilerin de yazmasını beklemekteyiz.
Kâhyaoğlu’nun kitapta anlattıklarını yaşadığı dönemde Ankara’daydım. Bu nedenle o süreci ancak sonradan anlatılanlarla biliyorum. Ama onun kitaba hâkim olan ruh durumunu oldukça iyi anlıyorum. O da özellikleri olan pek çok insan gibi bu ülkenin zorluklarını, hasetliğin ağırlığını ve çekiştirilmenin acılarını yaşamış. Dilerim; bu ağır sıkıntılar ve acıların ancak anılarında kalmasını ve bundan sonraki yaşamını sağlıkla ve huzurla geçirmesini dilerim.
Kitapta yer alan olayları okuyanlar bilecekler. Kendi açımdan kitabın en çok haksızlıklara isyan eden üslubunu sevdim. Bu toplumda her şart altında isyan edebilmesini başaran insan sayısı az değil. Dolayısıyla Kâhyaoğlu kendi yaşamında zorlardan birini başarmış. Bu yönden de kutlamak lazım onu.
Değişik ortam ve iklimlerde geçen yaşamım olayların birden fazla yüzü olabileceğini gösterdi. Kâhyaoğlu’nun satırlarını okurken başka yüzleri düşünmeye çalıştım. Kâhyaoğlu bilebildiği çirkin yüzleri yazmış; kim bilir daha nice karanlıkta kalmış olaylar var? Belki onları da başka anılarda okuyabiliriz.
Kitabında (kendi yazdığı veya belki de Rüştü Bozkurt’un kaleme aldığı) kendisi ile ilgili bir paragrafta şunları söylüyor: “Sakin güç olarak bilinir. İlkeli, Kararlı ve mücadelecidir. Başarının örgütlenmede ve iletişimde saklı olduğuna inanır. Örgütsüz insanın yalnız ve güçsüz olduğunu sık sık vurgular.” Kâhyaoğlu, burada yazıldığı gibidir. Belki bir nokta atlanmış olabilir; tamamlayayım: Yerel siyasetin sözle alışkanlıklarına karşın Kâhyaoğlu, yazılı kültürün değerine inanır.
Okumuş kılığında çirkin yüzler
Kâhyaoğlu siyaseti iyi ve kötü yüzlerinden, cehalet eksenli sözel siyasetin hangi olumsuzluklara neden olduğundan söz ediyor. Cahil insanı açıklamak için her zaman cehalet gibi iyi bir neden bulmak mümkün… Ama (kendini aydın sayan) okumuşla ne denebilir ki? Bir arkadaşımla sohbet ediyoruz. ‘Nev’i şahsına münhasır’, ‘kerameti kendinden menkul’ büyüklerimizden söz ediyoruz. Hani şu okumaz – yazmaz olanlardan… Dünya bilgeliğini üzerlerine nereden geldiği bilinmeyen bir elbise gibi giyivermiş zevattan… Akşam yatıp sabah bilinmeyeni hissi kablelvuku ile bilinir yapıveren aklı evvellerden… Malumatfuruş olmak için okumaya, danışmaya, tavsiye almaya ve başkaları ile birlikte istişare etmeye ihtiyacı olmayanlardan…
İnsanlarla birlikteliklerimiz çeşitli amaçlara yönelik olarak değişik biçimlerde gerçekleşebilir. Bir ekonomik amaca yönelik olarak birlikte çalıştıklarımız, bir sivil toplum hedefini veya siyasal vizyonu gerçekleştirmek üzere paylaştığımız kişiler olabilir. Bazı insanlar ise çok yakından mesafeliye doğru değişik düzeylerde arkadaşlarımızdır.
Tüm bu ilişki türlerinde bir noktayı önemsemek gerektiğini düşünüyorum. Öncelikle bir kişinin kendisini değişime ve gelişime açık hale getirmesi gerekli… Değişmemeyi (kendiyle yetinmeyi veya ataleti) bir davranış modeli haline getirmiş bir kişinin, türü ne olursa olsun bir ortak yaşamda veya birlikte çalışmada başarılı olmayacağı inancındayım.
Kişisel değişim ve gelişim, öncelikle bir niyettir. Hatta iyi niyettir. Ama niyet, işin başlangıcından öteye gitmez. Değişim için bilinçle ve farkındalıkla zaman, emek ve kaynak harcamak gerekir. Olumluluk da kaçınılmazdır. Okumak, dinlemek, önyargısızca tartışmak, tarafsız olarak görmeye - algılamaya çalışmak ve dersler çıkarmak gereklidir. Bilinçli emek olmadan kişi, olsa olsa ‘kerameti kendinden menkul bir lafazan’ olur.
Birlikte çalışmayı düşündüğüm kişilerde ilk gözlediğim unsur, kendini değiştirmeye ve geliştirmeye eğilimli ve istekli olup olmadığıdır. İnsan kendisiyle barışık ve kendi başına mutlu olabilir. Bunu saygı ile karşılarım. Ama kişi kendini dışarıya kapatarak yeterli buluyorsa veya kişisel değişim ve gelişim ihtiyacının yaşamsal sürekliliğinin farkında değilse, buna onay veremem. Böyle kapalı ve içe dönük, değişim ve gelişim ihtiyacı duymayan (kendi ataletinden fazlasıyla memnun) bir kişi ile birlikte çalışmak istemem.
Hani bir söz vardır; “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” der. Bu söyleyişten kasıt, aynı konuda veya aynı bakış açısında takılıp kalmış olanların durumunun vurgulanmasıdır. Sıklıkla söylediğim gibi; kişi, siyahı ve beyazı birlikte kavrar. Çünkü insanın öğrenme modeli, karşılaştırmalar üzerine kurulmuştur. Sadece belli bir konuya sıkışıp kalmış veya belli bir dünya görüşünün dışındaki fikirlerin öğrenilmesine kendisini kapatmış kişilerdeki yüzeyselliği ve sığlığı bilirsiniz.
Herkesin farklı bir dünya görüşü olabilir. Bu farklı görüşlerin öğrenilmesi, kişinin bakışını veya vizyonunu değiştirmesi anlamına gelmez. Önemli olan, insanın öğrenme modeline uygun bir biçimde karşılaştırmalar yapabilecek verilere sahip olması ve bu yönlü yeteneğini geliştirmesidir. Bu yeteneğin kişisel düzeyde gelişimi; bireyin katılım, paylaşım, farklı kültür ve kimliklere saygı ve demokratiklik özelliklerini de geliştirecektir. Kişinin kendisini belli bir görüşün içine hapsetmesi, yukarıdaki nitelikleri edinmemesi için yeterli bir nedendir.
Kişisel değişim ve gelişimden söz ettiğimde; piyasada sıklıkla bulunan kitaplardan veya bazı metafizik yöntemler uygulamaya çalışan ‘çağdaş şeyhlerle papazlardan’ söz etmiyorum. Batı kaynaklı bazı yazar ve uygulamacılarının insanı bir makine gibi algılarken, metafizik yönelimli olanların ise gerçek dünyaya yabancılaşma yarattıklarını farkındayım. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kişisel gelişimin bu köklerden kaynaklanan ciddi sorunları var. Çünkü kişisel değişim ve gelişim sadece bireysel bir konu değil. Hegel’in dediği gibi “Her insan, kendi çağının çocuğudur.”