Değişen İş Dünyası, Farklılaşan İş Kültürü

PAYLAŞ: ... facebooktwittergoogle_plusredditpinterestlinkedinmailby feather
PrintFriendly and PDFYazdır

Değişen İş Dünyası, Farklılaşan İş Kültürü

Gürcan Banger

Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle

Son 30-35 yılın küresel değişiminde ilk göze çarpan unsurlardan birisi, sanayideki yüksek kârlılığın düşmesidir. Sınaî sektörlere ucuz işgücü ve enerji desteği olan ülkelerin pazarlara girmesi ile sanayinin kârlarında ciddi düşüşler oldu. Sanayi yüksek üretim hacmini yitirirken, finansal sermaye öne çıktı. Bir anlamda sınaî sermayenin gücü, yüksek akışkanlığa sahip finansal sermayeye geçti. Bunda ulusal korumacı politikalardan vazgeçilmesinin büyük etkisi oldu.

Malî sermayenin etkinliğinin artması sonucu, finansal ve spekülatif gelirlerde ciddi artışlar gözlenmeye başladı. Finans sektöründeki gelişimin etkisi, diğer yandan sigorta ve gayrimenkule de yansıyarak bu sektörlerinin hızla büyümesine vesile oldu. Bir diğer önemli olay, başta petrol olmak üzere enerji fiyatlarındaki sür-git yükselmedir. 1970’li yılların ortalarında vaveylaya neden olan petrol fiyatları, bugünlerde aranır hale geldi. Enerji fiyatlarındaki yükselmenin devam edeceği anlaşılıyor.

Sektörlerin önceliği değişiyor

20’nci yüzyılın son çeyreğine girilirken, sanayi sektörleri arasında demir-çelik endüstrisi gözde yerini korumaktaydı. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında elektronikte oluşan gelişmeler, bu sektörü de ilk sıralara yerleştirmişti. 1970’li yıllarla birlikte işlemci ve bellek yongalarındaki gelişme, adeta bir patlama düzeyinde oluştu. Dolayısıyla 20’nci yüzyılın son çeyreği ve onu takip eden 2000’li yıllar, bilişim ve iletişimde yepyeni boyutların hazırlayıcısı oldular. Bu dönemle birlikte biyoteknoloji ve nanoteknoloji, parlayan yıldızlar olarak küresel gelişim sürecinde yerlerini aldılar.

Bilim ve teknoloji

Son 35-40 yıllık dönemde bilim ve teknolojide gerçekten ciddi gelişmeler oldu. Diğer yandan; yönetim ile işletme bilim ve disiplinlerindeki çalışmalar, maddî bilim dallarından hiç de aşağıda kalmadı. Yepyeni yönetim anlayışları gelişti. Kalite kavramı, başladığı noktanın çok ötesinde bir derinliğe ve küreselliğe sahip oldu. Dünyada iş kültürü, yönetim ve üretim yönetimi alanlarında yazılan kitap ve makalelerin sayı ve nitelik olarak maddî bilim dallarına rakip olabilecek düzeye eriştiği kanaatindeyim. Yönetim bilim ve disiplinlerindeki yeni çalışmaların, küresel ekonomideki değişimle bir yandan paralel giderken, kimi zaman da tetikleyici görevi yaptığını görmek gerekir.

20’nci yüzyılın ilk üç çeyreği, standart kütle üretimi ile farklılaşmıştı. Bir yandan kütlesel üretim ilgi görürken, yüksek stok tutma anlayışı hâkim yönetim politikalarından birisiydi. Bu söylediklerime bağlı olarak tercih, büyük ölçekten yanaydı. Tasarruf edilmesi gereken ise emek olarak belirlenmişti.

Bu yüzyıl biterken, üretim ve yönetim felsefelerinde esneklik kavramı öne çıktı. Kütlesel ve standart üretimden daha küçük ölçekli, hızla ürün ve model değiştirebilen bir anlayışa geçildi. İnovasyon kavramının popüler hale gelmesi, paralel gelişmelerden bir diğeri olarak gözlendi.

Bilişim

Daha önceki dönemlerde akıllı bir daktilo ve saklama amaçlı bir evrak klasörü olarak kullanılan bilgisayar sistemleri, üretim ve yönetim süreçlerinde daha fazla yer almaya başladı. Böylece geçmişte emekten tasarruf etme anlayışına sermayeden tasarruf etme zihniyeti de eklenmiş oldu. Bu gelişmelerin etkisiyle geçmişe oranla üretim ölçeği küçüldü. Çok amaçlı, programlanabilir ve esnek bir makineleşme anlayışı yaygınlaştı.

Ve Türkiye

Türkiye’de de genelde ekonomide, özelde sanayide sözünü ettiğim bu yönelimlerin etkileri oldu. Ama bunun genel anlamda bir kalkışmaya dönüştüğünü söylemek mümkün değil. Özellikle başta Anadolu’dakiler olmak üzere küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin, bu küresel gelişmelerin çok uzağında kaldığını söylemek, bir kehanet sayılmaz. Siyasal iddiaların ekonomik gerçekleşmelerini gidip ekonominin ve sanayinin içinde bizzat görmek gerekir.

Kentler öne çıkıyor

1970’li yıllardan bu yana ortaya çıkan değişim unsurlarından bir diğeri, şehirlerin öne çıkması oldu. 20’nci yüzyıl sonu ile 21’inci yüzyılın başında yoğun etkileri görülen küreselleşmenin kendini ifade ettiği bir nitelik olarak kentler, ulusların önüne geçti. Kentler arası yarış, ulusal rekabetten farklılaşarak dünya ölçeğinde yaygınlaştı.

20’nci yüzyılın ilk üç çeyreğinde kentlerin mekânsal kullanımı farklı bir anlayışla gerçekleşmişti. Bu çerçevede her kent, farklı fonksiyonların farklı mekânlarda yapıldığı bir görünüme sahipti. Örneğin konut bölgeleri, iş alanları ve alışveriş merkezleri birbirinden farklı yerlerdi. Genel olarak yapılar, tek amaçlı olarak inşa ediliyordu. Bu dönemde kamu tarafından yapılmış okul, hastane, kamusal yönetim ve benzerleri gibi yapılar, kentin önemli odak noktalarını oluşturuyordu.

Kentsel mekân kullanımı

Henüz dev alışveriş merkezleri ile kültür – sanat – eğlence kampuslarının gözlenmediği bu dönemde; iş, okul ve hizmet yeri dışındaki yaşam eve yönelik olarak yaşanıyordu. (Anadolu kentlerindeki yaşama yakından baktığımızda; ev – iş – ibadethane veya ev – iş – meyhane üçlemeleri hâlâ sıklıkla gözlenir.) Yine bu dönemde kamu dışındaki iş kavramı, küçük girişimcilik olarak dikkati çekmekteydi.

Günümüzde kentsel mekânın kullanımı, farklı bir noktaya doğru evrimleşiyor. Geçmişin tek amaçlı kullanımı yerine birkaç fonksiyonun aynı anda yerine getirildiği büyük alışveriş – kültür – eğlence yapılarını sıklıkla görmeye başladık. Birbirinden kopuk kent bölgeleri arasındaki mekânsal ve fonksiyonel boşluğun çok amaçlı yapılar ile doldurulması ve mekânsal bir bütünlük oluşturulması yönelimi başladı. Bu süreç, büyük kentlerin, çok fonksiyonlu ama daha küçük ölçekli alt kentlere bölünmesi sonucunu oluşturdu. Dün fonksiyonel bir bütünlüğe sahip olmayan kentler, bugün ise mekânsal bir bütünlüğe sahip değiller. Kent içinde kentler var. Her yurttaş, büyük kentin kendisini ait hissettiği bir bölümünde yaşıyor, diğer bölümlerle ilişki kurmayı tercih etmiyor. Bu, kentin aşırı büyümesinin yarattığı yeni bir soyutlanma durumudur.

Yoksul ve zengin gettoları

Büyük kentsel yerleşimlerde gözlediğimiz yeni gelişmelerden bir diğeri ise ‘zengin gettolarının’ oluşmaya başlamasıdır. Bilindiği gibi getto; belli bir etnik, kültürel veya dinî yoksul topluluğun yaşamaya mecbur bırakıldığı izole kent bölgesidir. Bu kavram, önceleri Avrupa’da Yahudilerin yaşadıkları kentsel bölgeler için kullanılmıştır. ‘Zengin gettosu’ ifadesi ile kent zenginlerinin kendilerini halkın kalan kısmından izole ettikleri, muhtemelen duvarlarla çevrili, özel güvenliği olan, nitelikli yapılar içeren, sadece zengin işadamı / bürokrat vb aileler için ayrılmış kent bölgesini kastediyorum. Zengin gettoların oluşumu da, kentin çok fonksiyonlu izole bölgelere (alt kentlere) ayrılma sürecinin göstergelerinden birisidir.

Zengin gettosunda konut sahibi olmak, bir statü işaretidir. 21’inci yüzyılın sosyal ve ekonomik politikalarının, bireyselliği ve dar grup statülerini öne çıkardığı düşünülürse; bu tür gettoların yapımının yaygınlaşmasını ve zenginlerin bu tür alanlarda yaşamayı tercih etmesini, sürecin olağan bir sonucu saymak gerekir.

Zengin gettolaşması yönelimi, gelişmiş ülkelerle diğerleri arasında özellik farklılaşması gösteriyor. Batı’da kültüre, doğaya ve yasalara daha saygılı olarak gelişen bu yönelim, Doğu’da (Türkiye gibi ülkelerde) doğanın ve tarihsel geçmişin katledilmesi pahasına yürüyor. İstanbul’un talan edilmesi, bu durumun en net örneklerinden birisidir.

Üretimde değişim

20’nci yüzyılın il üç çeyreği, sanayileşme açısından standart kütlesel üretim, yaşamın toplam kurgusu açısından modernist, siyaset açısından ise temsili demokrasi dönemidir. Bu süreçte vatandaşlık, pasiflik özelliği gösterir. Devlet, her şeyin tanımlayıcısı, izin vericisi ve onaylayıcısıdır. Devletin sorgulanması, ancak seçimden seçime gerçekleşir. Son 35-40 yıl ise dünyada katılımcı demokrasi ve aktif vatandaşlık özellikleri ile ayrılır. Yeni dönemde toplumun devlet dışında örgütlenmesi, yurttaşın devlet karşısında hukuka dayalı olarak güç kazanması ve devletin saydam olmak zorunda kalması gibi farklılıklar oluşmuştur.

Son söz: Değişim son hızıyla ilerliyor. Bu hıza yetişeceğimize dair bir kanaatim henüz yok.

İZLE: ... facebooktwittergoogle_pluslinkedinrssyoutubeby feather

duyguguncesi hakkında

Gürcan Banger, Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ mezunu. Elektrik yüksek mühendisi (opsiyonu bilgisayarlı denetim). Halen iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik gibi konularda kurumsal danışman ve eğitmen olarak çalışıyor. Düzenli olarak kendi bloglarında ( http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net ) yazıyor. Köşe ve dosya yazdığı gazete ve dergiler var.
Bu yazı İş dünyası, İş kültürü kategorisine gönderilmiş ve , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>