Gürcan Banger
6-10 Mayıs tarihleri arasında Eskişehir’de Uluslararası Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası kutlanıyor. Bu vesile ile bir Dünya insanı, bir hak ve halk şairi olan, evrensel değer Yunus Emre’yi bir kez daha anma fırsatını buluyoruz.
Yunus Emre ve Sevgi
Tabii ki; bir sevgi idolü olan Yunus Emre’nin temsil ettiği sevgi fikrini içimizde daha fazla taşımak istiyoruz. Ama bunu gerçekten yapabiliyor muyuz? Sevgi anlayışını içimize sindirip bunu başka ortamlara taşımakta ne denli başarılıyız! Yoksa Yunus Emre’nin söylemi, üstümüzde bir yama gibi mi duruyor! Bu sorulara cevap vermenin kolay olmadığını bilmekle birlikte, yaşamın aynasında “sevginin üstümüzde nasıl durduğu” sorularını dürüstlükle cevaplamak zorundayız. Yokluk ile yerinmeden ama yoksulluğu aşmak için mücadele vererek; varlık ile sevinmeden ama sosyal dayanışmanın gereklerini özveriyle yerine getirerek; Yunus gibi bir sevgi insanı olmak hiç kolay değil. “Sevgi, bir bilgelik özelliğidir” diye düşünüyorum.
Sevgiyi, sadece doğal ve doğaçlama duygulara bağlamak yeterli midir? Sanmam. Bilmeyen, sevmeyi de bilmez. Sevgi, bilgi ile donanırsa daha yüksek nitelik ve değer kazanır. Kara cahil sevginin devamında, muhtemelen kara cahil öfke, kin, nefret ve intikam vardır. Günlük yaşamımızdaki olaylar, her gün medyada izlediğimiz güncel gelişmeler bu tezi doğrulamıyor mu? Bilen ve anlayan kişi, değeri ve anlamı görür; sevginin farkına varır. Bu nedenle sevgiyi, yaşamın kendisinden ayırıp farklı bir biçimde yaşamak mümkün değildir. Yunus’u pek çok insandan ayıran özellik, sevgiyi ve bilgiyi yaşamıyla hamur etmesidir. “Sevgi, yaşamın kendisi olmalıdır” diye düşünüyorum.
Yunus Emre’nin dillendirdiği sevgi mesajlarını doğrulayan başka sevgi ustaları da var. Bunlar arasında Yunus’un çağdaşı Mevlâna’nın özel bir yeri var. Sevgiyi anlatırken şöyle diyor Mevlâna: “Sevgiden acılar tatlılaşır; sevgi yüzünden bakırlar, altın olur; sevgi yüzünden tortular durulur, arınır; sevgiden dertler şifa bulur; sevgi yüzünden, padişah kul kesilir.”
Sevgi, Mevlâna’nın dediği gibi olsa da, yaşamın bir kestirme yolu değildir. Sevgiye ermek, birikim ve emek ister. Sevgi, gişeden mutluluğa alınabilecek bir bilet değildir. Sevgiye ulaşabilmek için önce saygı ve hoşgörü istasyonlarından geçmek gerekir. Saygı ve hoşgörü birikimine sahip olmak ise çocukluktan başlayarak öğrenilmesi gereken değerlerdir. Yunus’ta gözlediğimiz sevgi ana fikrinin, saygı ve hoşgörüden oluşan verimli bir kültür toprağı üzerine yeşerdiğini izleyebilirsiniz.
Yunus’un mistik havasını, bir yaşamsal pasifizm olarak algılayanlar olabilir. Bu yanılsama, onun işaret ettiği değerleri gözden kaçırmak anlamına gelir. Yunus, yukarıda sözünü ettiğim gibi, öncelikle bilginin ve buna bağlı soyutlanmış (ama içselleştirilmiş) sevginin değerini ve önemini vurgular. Yaşadığı yıllarda Anadolu’nun ağır koşullarına rağmen var olmayı, bilgiye ulaşmayı ve sevgiyi paylaşmayı denemiş ve dile getirmiştir. Böyle baktığımda “Koşullar ağır da olsa; sevgi, mücadeledir” diye düşünüyorum.
Yunus Emre’nin anlattığı sevginin farklılığı şuradadır. Gerçek sevgi, “iyilik gördüm” diye artmaz; çıkarları ve beklentileri yoktur. Gerçek sevgi, “zarar gördüm” diye azalmaz; bunu kendine açıklar ve gerekli dersleri çıkarır. İşte bu nedenle “Sevgi, iyi zamanlarda ve zor zamanlarda yaşamdan dersler çıkarmaktır” diye düşünüyorum.
Benim Yunus’tan aldığım derslerden birisi şudur: “İnsan; kırgınlılığa, öfkeye ve intikam duygusuna sarılmamalı. Bu sarılganlık, insanın yaşam sevinci ve enerjisini tüketirken, kişiyi sevginin huzurlu dünyasından da uzaklaştırır. Sevgisiz bir dünyayı ise hayal bile etmemeli.”
Bir Değer Olarak Yunus Emre
Hiç kuşkusuz Yunus Emre, Eskişehir’in sahip olduğu en önemli değerler arasındadır. Yunus Emre ile ilgili önemsediğim gözlemlerinden birisi, ona halkın kendi değeri olarak sahip çıkmasıdır. Geleneksel kültürümüz içinde adı Yunus olan çok sayıda halk şairi bulunmasının, sayısız ozanın Yunus Emre’ye benzer biçimde şiir yazmasının nedeni budur. Bu yoğun sahiplenme nedeniyle pek çok yöre Yunus’u sahiplenir. Pek çok başka şairin şiirleri Yunus Emre’nin sanılır.
Etnik kimliğe dayalı kültürel etkinlikleri saymazsanız, bu bölgede Yunus Emre’yi anma törenleri kadar halkın sahip çıktığı bir başka sosyal faaliyet görmek mümkün değildir. Her yıl 6 Mayıs ile başlayan haftada Yunus Emre’yi sevenleri, mezarı başında coşkuyla onu anarken görmek mümkündür. Bizim Yunus’un nasıl halkla içiçe geçtiğini görmek için (önceki adı Sarıköy olan) Yunus Emre Beldesi’ni ziyaret etmenizi öneririm.
Benim gördüğüm kültürel etkinlikler arasında halkın kendiliğinden ve kitlesel olarak ziyaret ettiği yerler arasında Yunus Emre Külliyesi ile Seyitgazi’deki Seyit Battal Gazi Külliyesi’nin özel bir yeri var. Bu iki yer, kültür ve inanç anlamında halk için gerçek bir ziyaret ve ibadet yeri özelliği taşıyor.
Çoğu kutlama veya anma töreni, devletin resmi zevatı ile yapılan soğuk, cansız bir havada geçiyor. Bir anlamda bürokrasinin sevimsizliğini yansıtıyor. Yunus Emre’yi anma töreninde de bunu gözlemek mümkün. Bir yandan resmi bir tören sürdürülürken diğer yanda halk kendi coşkusu içinde Yunus’a olan sevgisini gösteriyor. Kendi etkinlikleri içinde Yunus’a olan sıcaklığını günlük yaşamının olağanlığı ile hamur ediyor.
Konya için Mevlana ne ise, Eskişehir için Yunus Emre odur. Hatta Yunus’un hak insanı olmak yanında yoksul halka mal olmuş halk şairi olarak fazlası vardır, eksiği yoktur. Yunus konusunda eksiği olan Eskişehir’dir. Ne yazık ki, Eskişehir’in yöneticileri, seçilmiş temsilcileri, güç odakları ve lobileri Yunus’un öneminin yeterince farkına varamamışlardır. Yunus’u Eskişehir’in marka unsurlarından birisi yapmak, her zaman az sayıdaki özverili insanın çabası olarak kalmıştır.
Ne ilin üniversitelerinin ne yerel yönetimlerinin ne de basınının Yunus’un bir Dünya figürü olarak yeterli bir canlılık ve girişkenlik içinde olduğunu söyleyemeyiz. Yunus’la ilgili projeler, daima İl Özel İdaresi’nden ayrılacak kısıtlı miktarlardaki kaynaklarla çözülmeye çalışılmıştır. Özetle; Eskişehir, kendi değeri olan Yunus Emre’nin yeterince farkında ve bilincinde değildir.
Eğer kentin kitapçılarında Yunus Emre ile ilgili raflar dolusu farklı kitaplar bulamıyorsanız, CD / DVD satan işyerlerinde Yunus’un ilahilerinin çeşitliliğini göremiyorsanız, Internet’te Yunus ile ilgili çok sayıda site yok ise, üniversitelerimizde Yunus üzerine çok sayıda ve değişik dillerde bilimsel çalışma yapılmamışa, yine bu üniversiteler her yıl Yunus Emre kongre ve sempozyumları gerçekleştirmek için yarışmıyorsa Yunus’a karşı kayıtsız kalıyor ve haksızlık ediyorsunuz demektir.
Yunus Emre; bayrak gibi, vatan gibi bize ait olan bir değerdir. Onu farklı veya tek yönlü olarak yorumlayan insanlar olacaktır. Onun dinsel yönünü fazlasıyla öne çıkaranlar bulanabilirken, diğer yandan bir halk şairi veya Türkçe edebiyat dilinin kurucusu ve söz ustası olarak görenler de olacaktır. Yunus Emre, bunların hepsidir. Yunus Emre, Eskişehir’in kültürel ve sosyal çimentosudur. Onu bir Dünya figürü yapan ana faktör bu, birleştirici yönüdür. Eğer Eskişehir, bir kent ve toplum olarak daha ileri sosyal pozisyonlarda bulunacaksa, Yunus Emre’yi fikren ve ruhen bu sürecin paydaşı yapmak zorundayız.
Yunus Emre Anısına
Ülkemizin pek çok yerinde Yunus Emre’ye ait olduğu savlanan çok sayıda mezar, türbe ve makam var. Pek çok il, ilçe ve köy, Yunus Emre’nin kendi yöresinde yaşadığını kanıtlamaya çalışıyor. Yunus Emre’ye karşı duyulan bu büyük sevgiyi bilince bu sahiplenmeleri olağan karşılamak gerekir.
Yunus Emre, her ne kadar bizim Sarıköylü bizim Yunus olsa da o, bu ülkeyi sevgiyle saran bir halk kimliğidir. O, bizatihi halktır; halka aittir.
Pek çok şiiri bir öğütler güldestesi olan Risalet’ün Nushiyye isimli yer alır. Ölümünden 70-100 yıl sonra başkaları tarafından derlendiği söylenen bir de Divan’ı vardır. Yaşadığı dönemden başlayarak pek çok halk şairini etkilemiştir. Onun gibi yazmaya çalışan pek çok şair var olmuştur. Bu nedenle ona ait olan şiirlerle ona benzemeye çalışan başka şairlerin şiirlerinin karıştırıldığı sıkça görülür. Bu karışıklığı, onun yarattığı büyük sevgi dünyasının bir köşesine sığınmak olarak anlamak lazım gelir.
Yunus Emre, elit bir sosyal katman için sanat yapma derdinde değildir. O, Taptuk Emre’nin dergâhına taşıdığı düzgün odun parçaları gibi doğru ve hak bildiğini halk diliyle aktarabilme çabasındadır. Bu nedenle şiirleri geniş halk kesimleri tarafından sevilmiş, inanç ortamlarında ezberlenip okunmuş, bestelenerek dilleri ilahiler olmuştur.
Yunus Emre aruz ölçüsü ile de şiir yazmakla birlikte o bir hece ölçüsü ustasıdır. Dünya görüşünün odağında insan vardır. Şiirinde derin bir duyuşa karşılık kolay bir söyleyiş vardır. Onu okuyan herkesin kendince kavrayabileceği derin bir doğallık hemen kendini belli eder.
Onu Türk dili ile yazılmış edebiyatın ve şiirin kurucusu saymak, gerçeği ifade etmek olur. Onun yazdığı dile, halk Türkçesi demek haklı ve doğru bir ifadedir. Başka şairlerde anlatımı ve anlaşılması zor olan tasavvuf gibi konular onun söyleyişiyle bir kolaylık yaygınlık kazanır. Yunus Emre’yi var eden ruh, artık bir efsane haline gelmiş yaşamı değil; derin duyuşuyla hak olanı halka ait olan bir dille söylemesindedir.
Rivayete göre; uzun yıllar Taptuk Emre’nin dergâhında hizmet ettikten sonra Hacı Bektaş dergâhına geri döner. Şeyhin eşiyle karşılaşır. Ona şeyhin kendisini hatırlayıp hatırlamadığını sorar. Şeyhin eşi de, şeyh sabah namazından dönerken onun yoluna yatmasını söyler. Şeyhin gözleri görmediğinden soracaktır kim diye. O zaman Yunus diye bildirecektir şeyhe. Gerçekten söylenildiği gibi olur. Şeyh, kendisine Yunus cevabı verildiğinde onu hatırlar ve “Bizim Yunus mu?” der.
Yunus’un sevgisi gönülden gönüle dolaşır. Şiirleri dilden dile gezer. Onun ustalığı ülke sınırlarını çoktan aşmıştır. Yunus Emre artık bir Dünya şairidir.
Ama Dünya şairi Yunus Emre hala bizim Sarıköylü bizim Yunus’tur. Bizden biridir. Türkçe söylemenin, zoru anlaşılır kılmanın, tarihin zor yürüyüşünde her adımda büyümenin simgesi olan bizim Yunus’tur.
“Sevelim, sevilelim / Bu dünya kimseye kalmaz.”