İşsizlik ve Kadının Ekonomik Durumu
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Bu ülkede, bu kentte yaşayan insanların birincil sorunu nedir? Vatandaşların sorunlarını tespit etmeye yönelik sorular içeren kamuoyu araştırmalarında ilk sıradaki şikâyetler arasında daima geçim sıkıntısı ve işsizlik yer bulmuştur. Ekonomik ve sosyal programların başarısını ölçerken, ben de bu politikaların işsizliğe olan etkilerine bakmayı tercih ederim. Ülke politikalarının başarısında işsizlikle mücadelede elde edilen başarıların vazgeçilmez önemde olduğunu düşünüyorum. Geçim sıkıntısını azaltmanın ve ulusal gelirin adaletli dağıtımının sağlanmasının ilk adımı, hiç kuşkusuz işsizliğin azaltılmasından geçmektedir.
Aslında ekonomik büyüme ve işsizlikle mücadele, bir anlamda yumurta – tavuk ilişkisini de andırır. Yeni iş olanaklarının yaratılması ekonomik büyüme ile yakından ilgilidir; diğer yandan yeni istihdam ise devamında ekonomik büyümeyi getirebilir.
İşsizlik
İşsizlik sadece ülkemize özgü bir sorun değil. Gelişmiş ülkelerin bazılarını da tehdit eden bir sorun olmaya devam ediyor. Küresel gelişmeler, özellikle niteliksiz işgücünün hızla ekonomi dışında kalmasına neden oluyor. Hindistan, Çin, Rusya veya Brezilya gibi ucuz işgücü sunan ülkeler, gelişmiş ülkelerdeki emekçi kesimlerin işlerini tehdit etmeye devam ediyor. Ülkeler arasındaki ücret farklılaşmasının yeni ve ilginç bir görünümünü izliyoruz. Ucuz işgücü sunan ülkelerdeki emekçiler son derece düşük ücretlerle çalışırken, diğer ülkelerdeki işçiler işlerini bu ücret eşitsizliği içinde kaybetmeye mahkûm oluyorlar.
Teknolojinin iş süreçlerine daha fazla girmesiyle iş kavramının içeriği değişmeye başladı. Gelişmeler, büyük bir hızla düz işçiliği üretim alanlarından kaldırıyor. İşgücünün kendini pazarlama şansını artırabilmesi için niteliklendirilmeye ihtiyacı her geçen gün biraz daha artıyor. Eğitim ihtiyacı, yaşam boyu eğitim diye özetleyebileceğimiz bir kavramı dayatıyor. Bu nedenle eğitim, tek tek vatandaşların olduğu kadar çağı yakalayıp zor rekabet koşullarında ayakta kalmayı becerecek ve büyümeyi gerçekleştirecek firmaların da birincil sorunlarından birisi oldu.
Yeni işler
Klasik iktisadın tam istihdam kabullerinin örneklerini göremedik. Her dönemde işsizlik, ulusal ekonomilerin ciddi sorunları arasında yer aldı. Diğer yandan son iki yüzyılda ‘bir iş sahibi olmak’ kavramında da ciddi değişimler yaşandı. Öncelikle esnek ve kısmî zamanlı iş kavramları gelişti. İngilizcede home office olarak isimlendirilen ev ofisine uygun işler yaşamımızda yer almaya başladı. Bu bağlamda pek çok insan ayrı bir ofise veya işyerine sahip olmadan ev koşullarında kısmî zamanlı olarak çalışmaya başladı.
Tüm bu gelişmeler olurken, bir başka gerçek var ki; o da işsizliğin giderek daha büyük ve ciddi bir sorun olmaya başladığıdır. İşsizlik sorununun çözümü, klasik ‘tam istihdam’ hayalinin gerçekleşmesi olmasa bile, herkesin bir işe sahip olmasıdır. Bu ifade, çalışabilir işgücünü oluşturan tüm vatandaşların bir başkasına ait bir firmada, kendi işletmesinde veya kendi yaşam koşullarında küçük girişimci olarak emeğinin karşılığında bir gelir elde edebilmesini anlatmaktadır.
İşsizlikle mücadele
Kolayca kavranacağı gibi; işsizlikle mücadele, aynı zamanda yoksullukla mücadelenin ana yollarından birisidir. Düşük nitelikli işgücüne sahip yoksul kesimlerin ekonomiye dâhil edilip bir gelir elde eder hale getirilmelerinin seçenek yollarından birisi olarak mikro kredilendirme sistemleri önerilmektedir. Özellikle ev kadınlarına yönelik biçimde gündeme gelen mikro kredi, düşük gelirli kesimlerin kendi yaşam koşullarında küçük bir sermaye ile gelir getirici bir iş sahibi olmaları felsefesi üzerine kurulmuştur. Dünya’nın değişik ülkelerinde mikro kredilendirme sistemlerinin uygulandığını biliyoruz.
Yoksulluk ve işsizlikle mücadele, toplumun tamamını ilgilendiren bir sorundur. Çünkü yoksulluğun ve işsizliğin sonuçları, doğrudan toplumun kendisini etkilemektedir. Makro ölçekte devleti ilgilendiren bu sorunların, mikro ölçekteki çözümleri için sivil toplumun da daha yoğun ve etkin olarak devreye girmesi gerekmektedir.
Kadının ekonomik durumu
Dünya genelinden Türkiye özeline doğru gidelim. Kadın sorunları konusunda yapılan araştırmaları duyuran güvenilir kuruluşlardan birisi Birleşmiş Milletler Örgütü’dür. Bu teşkilatın yaptığı bir araştırmaya göre; dünyadaki tüm işlerin yüzde 66’sı kadınlar tarafından yerine getiriliyor. Bir başka deyişle; iş yapan her 10 kişinin yaklaşık olarak 7’si kadın. Buna karşılık bu işlerden elde edilen gelirlerin ancak yüzde 10’una kadınlar sahip olabiliyor. Genel anlamda kadın ve erkek arasında böylesine korkunç bir uçurum var.
Cinsiyetler arası eşitsizlik, iş yapma ile gelir elde etme arasındaki çelişkiden ibaret değil. Kadınlar dünyadaki mal varlığının ancak yüzde 1’ne sahipler. Bardağın diğer tarafına bakıldığında; mülkiyetin yüzde 99’u erkeklere ait… Dünyadaki işlerin ancak üçte biri erkekler tarafından yapılıyor. Buna karşılık erkekler, gelirin yüzde 90’ına ve mülkiyetin yüzde 99’una sahipler. Sosyal ve ekonomik yaşama katılan her kadın birey, kendisinden önce böyle eşitsiz tanımlanmış bir dünyaya adım atıyor.
Türkiye’deki duruma baktığımızda kadının sosyo-ekonomik durumunun pek de iç açıcı olmadığını görüyoruz. Türkiye’de toplam nüfusun işgücüne katılım oranı yüzde 45 dolayındadır. Özel olarak kadınların durumuna baktığımızda ise bu oranın ancak yüzde 25 dolayında kaldığı anlaşılır. Bir karşılaştırma olması açısından kadınların işgücüne katılım oranının Çek Cumhuriyeti’nde yüzde 62, Polonya’da yüzde 58 ve Macaristan’da yüzde 55 dolayında olduğunu hatırlayabiliriz.
Türkiye’de bir işçi konfederasyonu tarafından yapılan çalışmaya göre; halen işsiz olan kadınların altı ay veya daha uzun süredir işsiz olduğu anlaşılmaktadır. Kadınların işgücüne katılım oranının en yüksek olduğu dilim 20 - 29 yaşlar arasıdır. Bu dilimde yer alan her 5 genç kadından birinin işsiz olduğu görülmektedir. Özetle; yukarıda anlattıklarımız, kadınlar açısından birincil sorunun ekonomik yaşama katılamamak olduğunu ifade etmektedir. Kadının bir sosyal aktör olarak yaşamdaki gerçek yerini bulabilmesi için öncelikle “ekonomik yaşamdaki konumlarının yükseltilmesi”, “üretime katılma olanaklarının artırılması” ve “sınaî / ticari sektörler ile işgücü piyasalarına girişlerinin desteklenip kolaylaştırılması” gerekmekte…
Kadının ekonomik yaşama kazandırılması, çok kapsamlı ve çok faktörlü bir konudur. Devletin yanında özel sektörü, yerel yönetimleri ve sivil toplumu çok yakından ilgilendirir. Genel anlamda istihdamı artıran katkı ve destekler yanında, kadının konumunu geliştirip güçlendirecek istihdamda eşitliği sağlama projeleri kurgulanıp uygulanmalıdır. Bu konuda Avrupa Birliği’nden olduğu kadar, dünyanın değişik bölgelerinden edinebileceğimiz deneyimler bulunmaktadır.
Herkese düşen görev var
Sivil toplum özeline dönersek; sivil toplum örgütü olarak hizmet vermeye çalışan kadın kuruluşlarına baktığımızda; bunların çok geniş bir çalışma alanını kapsamaya çalıştıklarını görürüz. Çok amaçlı olarak çalışan kadın örgütlerinin verimliliğinin aynı ölçüde azaldığı bilinmektedir. Her sektöre el atmak, faaliyetlerin etkin ve verimli olma şansını azaltmaktadır.
Diğer yandan kadının ekonomik olarak yükselmesi konusunda özgün çalışmalar yapan sivil toplum örneklerini sıkça görmüyoruz. Bu alanda projeler ve örnek uygulamalar geliştirebilecek kadın kuruluşlarına ihtiyaç olduğu ortadadır. Bugüne kadar kadına yönelik çeşitli ekonomik proje örnekleri dünyanın değişik bölgelerinde uygulanmış ve başarıya ulaşmıştır.
Son söz: Bu ülkenin vatandaşları onun bunun odasındaki video kasetlerinden daha önce kendi geçim ve iş sorunlarının derdinde… Bunu anlamayanlar ise –uzak ara ile- siyasetçiler…