Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Bilişim, iletişim ve lojistik teknolojilerindeki ilerlemeler ve başta Internet olmak üzere medyadaki gelişmelerle birlikte bilgi üretiminde nitelik ve nicelik olarak bir patlama gerçekleşti. Bilgi bir yandan yenileşip çoğalırken, özellikle Internet sayesinde çok daha kolay ulaşılır hale geldi. İnternetin sağladığı erişim kolaylığı, pek çok insanda yeni türden bir özgürlük -bilgiye erişim özgürlüğü- fantezisi oluşturdu. Bilgi Çağı verilen bu dönemde bilginin durumu abartılarak sonsuz mutluluk senaryoları yazılmaya başlandı. Ama İnternetin yarattığı bu yanılsama ile gözleri kamaşanlar, kısa sayılabilecek bir sürede oluşan bu bilgi taarruzunun arka planını görmekte zorlanıyorlar.
İnternet, enformasyon, dezenformasyon
Internet, bir enformasyon kaynağıdır. Ama henüz bir kalite denetim sürecine sahip olmayan Internet, aynı zamanda bir karşı-bilgi ve yanlış-bilgi -bir başka deyişle dezenformasyon- kaynağıdır. Bilimsel yaklaşımlar açısından bilginin erişilebilir olmasının yanında doğrulanabilir olmasının da birincil ve vazgeçilmez önemde olduğunu unutmamak gerekir.
İnternetin yarattığı tartışmalı bilgi bolluğu ve sanal kolaycılık ile gözleri kamaşan mutluluk oyuncularının gözden kaçırdıkları bir önemli nokta daha var. 19’uncu yüzyılın ortalarında kaleme aldığı Manifesto’da Marks’ın söylediği gibi; kapitalizm, sevgiyi dahi alınır - satılır hale getirmekten geri durmuyor. Benzer biçimde; bilgi, önümüzdeki dönemde giderek daha fazla alınır - satılır bir meta özelliğine sahip olacak. Kyoto Sözleşmesi nasıl ki havayı bir ticari meta haline dönüştürüyorsa; bilginin ticarileşmesinin adı da fikri mülkiyet haklarıdır. Bilginin, maddi nesneler gibi mülk edinildiği bu sürece bilginin metalaşması adını verebiliriz.
Fikri mülkiyet, bir zihinsel ve düşünsel çalışmanın sonucu üzerinde kullanım haklarının mülkiyeti olarak tanımlanmaktadır. Fikri mülkiyet hukuku; ilki, telif hakları ve ikincisi, sınaî mülkiyet hakları olmak üzere iki ayrı bölümde sınıflandırılır. Sınaî mülkiyet hakları ise patentler, faydalı modeller, tasarımlar, markalar, coğrafî işaretler, elektronik yonga tasarımları, yeni bitki çeşitleri ve biyoteknolojik buluşlar gibi alt dallara ayrılır.
Fikri mülk edinmek
Fikri mülkiyet hakları ile ilgili olarak iki kritik noktadan söz edilmelidir. Kritik noktalardan birincisi; bilginin mülk olarak edinilebilecek bir meta olduğu fikridir. Bu savın arkasında; kişilerin, bilgiyi üretmek için harcadıkları emeğin sonuçları üzerinde hakları olduğu yaklaşımıdır. Hâlbuki bugün Dünyada fikri mülkiyet bağlamında üretilmiş hiçbir bilgi, onu üretmiş görünen kişi veya topluluğun bağımsız yaratısı değildir. Bilgi, toplumsal özelliği olan ve önceki çalışmalar üst üste eklenerek üreyen bir soyut varlıktır. Hiçbir bilgi parçası kendi başına üretilmemiştir. Birlikte üretilmiş olanın, bireysel olarak mülk edinilmesinin bir hak kabul edilmesi sorgulanmaya değer bir konudur.
İkinci olarak; üretilen bilginin sahibi, genelde o bilgiyi üreten kişi olmamaktadır. Bilginin üretiminde bilim adamları, mühendisler ve uzmanlar çalışmasına karşın, bir kuruluşta bilginin ve sonuçlarının mülkiyeti örneğin bu kişilerin çalıştığı şirkete ait olmaktadır. Bir buluşun, onu üreten bilim adamı adına değil de; uzmanın çalıştığı şirket adına örneğin patentli hale gelmesi, muhtemelen artı değere el koymanın Bilgi Çağı usulü olmalı…
Özetle; bilgi üretim süreçlerinin ivmelenmesinin veya Internet ile bilgiye erişmenin kolaylaşmasının gözlerimizi kamaştırmasına izin vermemek lazım. Kapitalist sistem; havayı da, bilgiyi de kendi modeline dönüştürmekte yetkinliklerini geliştirmeye devam ediyor.
Marka ve kent
Marka; bir satıcının, mal ve hizmetlerini tanımlayan ve onları rakiplerinden ayırt etmeyi amaçlayan bir isim, terim, işaret, sembol, şekil veya bunların bileşimidir. Bir marka, bir satıcının mal ya da hizmetlerini diğerlerinden ayıran bir isim, terim, sembol veya herhangi başka bir özelliktir. Marka kavramı da fikri mülkiyet kapsamında ele alınabilen unsurlardan birisidir.
Bir kentin markalaşmasından söz edeceksek; ilk ele almamız gereken, söz konusu yerleşimin gerçekten sağlam bir tanımlaması olup olmadığıdır. Bu ifade, bir anlamda o kentin misyon ve vizyonunu ifade eder. Kenti başka yerleşimlerle yarışmak üzere hazırlayan ve pazarlayan unsurların, öncelikle o kentin ne ve kim olduğunu iyi bilmeleri gerekir. Bir kentin ne ve kim olduğu ise o yerin doğal ve kültürel zenginlikleri yanında nüfus yapısı, ekonomisi, mekân kullanımı ve kaynakları demektir. Bir kentin envanterini doğru ve sağlıklı olarak kavramadan onu kentler arası yarışa katmaya çalışmak doğru olmaz. Özetle; kent, kendi misyonunu doğru ve paylaşılabilir biçimde ifade edebilmelidir.
Kentin markalaşmasının ikinci ön koşulu, o kentle ilgili bir vizyonun oluşmasıdır. O yerleşimde yaşayan insanlar, o kentin gelecekte ne ve kim olmak istediği konusunda paylaşılmış ortak fikre sahip olmalıdırlar. Örneğin sadece belediye başkanının veya valinin kafasında var olan bir vizyon, paylaşılmış olmadığı sürece o kentin vizyonu kabul edilemez.
Kentsel misyon ve vizyon
Bir kentin ulusal veya küresel anlamda pazarlanması için, öncelikle kentsel misyon ve vizyonun, kentli yurttaşlar tarafından paylaşılıyor olması gerekir. Kent markalaşması için bu anlamdaki katılım ve paylaşım olmazsa olmaz türünde bir özelliğe sahiptir.
Yaşadığınız kentin bir marka olarak varlığı ve gücü hakkında bilgi edinmek isterseniz; çevrenizdeki insanlara şu soruları bir anket niteliğinde sorabilirsiniz: “Bu kent, mevcut hangi yönleri ile bir marka olabilir? Bu kent, gelecekte nasıl bir görünüm ve yapılanmaya sahip olacaktır?” Bu ve benzeri sorulara birbirine benzeyen cevaplar alabiliyorsanız, o yerleşim konusunda paylaşılan görüşler var demektir. Bu da kentin markalaşma için gerekli düşünsel ve duygusal altyapıya sahip olduğunu gösterir.
Ürün, hizmet ve marka
Marka, bir ürün veya hizmeti benzerlerinden ayırt eden özelliktir. Demek ki; bir kent, marka olacaksa; öncelikle kendi özgünlüğünü ve farklılığını koruyarak ve geliştirerek geleceğe yürümesi gerekir. Bir kent, başka yerleşimlerdeki kentsel unsurları taklit ve kopya ederek bir farklılık ve özgünlük yaratamaz. Bu nedenle de marka olamaz. Kanımca; bugün Dünya kentlerinin yaşadığı en önemli sıkıntıların başında aynılaşmak ve benzeşmek geliyor. Aynılaşarak öne çıkmaya çalışan kentler ise hızla sevimsizleşip sıradanlaşıyor.
Bir markanın mantıksal ve duygusal olmak üzere iki temel bileşeni var. Bir kente; ister sağladığı yaşamsal ve ekonomik imkânlar açısından mantıksal olarak bakın, ister koruyup sürdürdüğü doğal, tarihi ve kültürel çevre açısından duygusal olarak bakın; bir kentin farklı, özgün ve ayırt edilebilir olma koşulunun vazgeçilmez olduğunu göreceksiniz. Marka; ayırt edendir, farklı kılandır.