Ortak Payda ve Uzlaşmadan Yenileşmeye

PAYLAŞ: ... facebooktwittergoogle_plusredditpinterestlinkedinmailby feather
PrintFriendly and PDFYazdır

Ortak Payda UzlaşmaOrtak Payda ve Uzlaşmadan Yenileşmeye

Gürcan Banger

Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle

Zamanın önümüze getirdiklerini ve gelecekte getireceklerini kavrayabilmek için –sivil yaşamdan iş dünyasına kadar– yaşamın bütünlüğünü görmek gerekiyor. Ayrıntıları göreceksin ama onları bir arada tutan bütünlük bakış açın içinde olacak. Yaşadığımız çevrenin çok kimliklilik ve çok kültürlülük özellikleri nedeniyle ortak payda ve uzlaşma kavramlarını kaçınılmaz hale getirdiğinden söz etmiştim. Ortak payda kavramı, toplumun değişik kesimlerinin birbirlerini anlama ve bu amaçla mümkün olan uzlaşma alanlarında birlikte bulunma veya çalışma olarak tanımlanabilir. Ortak payda, siyasi nutuklarla sağlanabilecek bir olgu değildir. Önce karşılıklı anlamanın ve devamında ortak paydanın oluşabilmesi için fiilen yaşamın içinde bir arada olmak gerekir. Bu yolun ilk adımı, her süreçte açık iletişimin gerekliliğini kabul etme ve uygulamaktır.

Uzlaşma ve ortak payda aramak, kişi ve kuruluşların kendi ilkelerinden ödün vermeleri anlamına gelmez. Gereğinde taraflar geri adım atsalar bile; burada önemli olan ortak noktaları bulabilmektir. Ortak payda fikri, toplumun farklı kesimlerinin özgünlüğü ve farklılığına saygı duyarak başlamalıdır. Her farklılık, yasal ve etik çerçeve içinde kalmak üzere kendi isteğine bağlı olarak varlığını koruyabilir ve geliştirebilir.

Farklılaşan toplum

Toplumda farklı kesimlerin oluşturdukları farklı örgütlenmeler var. Bunlar arasında merkezî devlet örgütlenmesini, bunun yerel temsilcilerini, yerel yönetim birimlerini, aileleri, ekonomik işletmeleri ve sivil toplum kuruluşlarını sayabiliriz. Geçtiğimiz yüzyılda toplumun farklı kesimleri arasında kalın çizgilerle oluşmuş ayrımlar vardı. Bu çağ ise farklılıkların açık iletişimini öngörüyor. Toplumun değişim kesimleri birbirleri ile iletişim kurdukları sürece, ekonomik ve sosyal sorunların çözümü daha kolaylaşıyor. Sorunların ve çözümlerin konunun paydaşları tarafından birlikte ele alınması ve yönetilmesi olgusuna ‘yönetişim’ adını veriyoruz. Yönetişimi ‘etkileşimli yönetim’ olarak düşünebiliriz.

Aynen ortak payda konusunda olduğu gibi; yönetişimin fiilen uygulanması, bu konuya niyetlenmek veya bunun sözünü etmekle olmuyor. Bu konuda yol, yordam, yöntem ve teknikler geliştirmek gerekiyor. Bu dönemde özellikle yerel yönetimlerle sivil toplumun birlikte çalışmasının yolunu açan yönetişim önerileri hayli ilgi çekiyor. Ülkemizde olduğu gibi; devletin hâlâ tutucu olmayı sürdürdüğü toplumlarda merkezî devlet ile sivil toplumun yönetişim ufkunda buluşmalarında ciddi sorunlar ve engeller olmaya devam ediyor. Ama kısaca şunu söylemeliyim ki; bu çağı tanımlayan önemli kavramlardan bir diğeri yönetişimdir. Ama yönetişim olgusu da aynen ortak payda kavramında olduğu gibi, farklı toplum kesimlerinin özgünlüklerini ve farklılıklarını koruma ve geliştirme haklarını ellerinden almaz.

Sivil toplum

Yaşadığımız yüzyıl, sivil topluma yeni bir anlam kazandırarak öne çıkaran bir zaman dilimidir. Bu nedenle dernekler, vakıflar veya sivil topluluklardan sıkça söz edilmeye başlanmıştır. Sivil hareketlenmenin yeni olması, bu konuda yazılı belge, geliştirilmiş yöntem ve tekniklerden oluşan kültür ihtiyacını da ortaya koymaktadır. Bugün sivil toplum alanında kullanılan yaklaşımlar, genel olarak devletin ve özel sektörün kullandığı iş kültürünün yansıması olarak görünmektedir. Henüz sivil toplum kendisine özgü yaklaşımları yeterli ölçüde geliştirebilmiş değildir. Ama hiç kuşkusuz; bugün kamudan veya özel sektörden ödünç alınarak kullanılan iş modellerinin yerini sivil toplum tarafından geliştirilmiş olanlar alacaktır.

Sivil toplumun kendine özgü örgütlenme ve iş yapma modellerinin bir arada oluşturacağı bütünü demokratik kurumsallaşma olarak isimlendirmek istiyorum. Bu olgu, bu çağın üzerinde düşünmemiz ve yeni açılımlar geliştirmemiz gereken alanlarından birisi olarak önümüzde duruyor.

İş dünyası

Son yıllarda tüm dünyada üretimin önündeki sorunların aşılması ile birlikte işletmelerin bakışı, pazarlama ve satış faaliyetlerine yöneldi. Satmak, üretmekten daha önemli hale geldi. Dünyanın bir küresel pazar haline dönüşmesi ve ürünlerin dünyanın herhangi bir noktasından tedarik edilebiliyor olması, satmayı üretmekten daha önemli bir noktaya taşıdı.

Üretim patlamasının yaşandığı bu süreçten en çok etkilenen kuruluşlar arasında üretici işletmeler geliyor. Fiyatların ve katma değerin düşüşüyle birlikte oluşan süreçte üreticiler, daha kârlı bir sektör olan perakendeciliğe yöneldiler. Gerçekten son 30-35 yılı incelersek; bu dönemde ara satıcıların hızla yok olduğunu ve üretici şirketlerin kendi yapılarında öz perakende ağlarını kurduklarını gözleriz. Böylece dağıtıcılar ve ile paylaşılan kârlar, üretici şirketlerin kalıcılığını sağlama ve ortalama kârlılığını yükseltme amacı ile değerlendirilmeye başlandı.

Organize perakendecilik

Kütlesel satışı ve nakit girişini sağlamak üzere düzenlenen organize perakendecilik, ABD gibi ülkelerde 1950’li yıllarda görülmeye başlanmasına rağmen yukarıda anlattığım sürecin bir parçasıdır. Daha çok tüketim ve daha çok satış anlayışını benimseyen organize perakendeciliğin belli başlı araçları arasında alışveriş merkezleri (AVM’ler) önemli bir yer tuttu. Bir takım eğlence ve yeme-içme olanakları ile tüketicilere yepyeni bir sanal dünya sunan AVM’ler, tüm dünyada hızla yayıldı.

AVM sayısındaki hızlı artış ve bu sektörün hesapsız ve rakipleri dikkate almayan büyümesi, bazı soruları da gündeme getirmeye başladı. Örneğin pek çok üretici veya organize perakendeci şirket, beher mağazadaki verimliliği artırmak yerine daha çok mağaza açarak daha fazla satış yapma gibi bir hataya düşmeye başladı. Bu, tehlikeli bir gelişme olarak görünüyor. Birim satış alanındaki verimliliği artırmak yerine mağaza sayısını artırarak satışı büyütmeye çalışmak, yüksek verimlilik yerine geçmiş enflasyonist dönemin daha çok ciro politikasına yönelmeyi hatırlatıyor. Bugün tüm işletmelerin anahtar politikası, daha çok müşteri, daha yüksek pazar payı, daha fazla ciro yerine daha verimli satış olmak zorundadır. Bu da sayıca çoğalmak yerine öncelikle beher satış alanının iyileştirilmesi ve geliştirilmesi anlamına gelir.

AVM konusuna dönersek; birçok kentsel yerleşimde hızla artan AVM sayısı, “Bu kadar kapasiteyi besleyecek tüketim potansiyeli var mı?” sorusunu gündeme getirmeye başladı. Hiç kuşkusuz hem ürün bolluğu hem de satış noktalarının giderek artan sayısal çokluğu ile piyasada bir arz fazlası oluşmaya başladı. Diğer yandan pazardaki likiditenin azalması ve durgunlaşması da dikkate alındığında; hem kimi perakendeciler hem de bazı AVM’ler açısından ciddi sıkıntılar olabileceği ihtimali yükseliyor. Bu alanda çalışan uzmanların yaklaşımları da bu tezi doğruluyor.

Son söz: Anahtar sorular şunlar: Sen neyi daha yeni, daha iyi, daha farklı ve daha katma değerli yapıyorsun? Bu ürün ya da hizmetin alıcısı veya tüketicisi bunun farkında mı?

İZLE: ... facebooktwittergoogle_pluslinkedinrssyoutubeby feather

duyguguncesi hakkında

Gürcan Banger, Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ mezunu. Elektrik yüksek mühendisi (opsiyonu bilgisayarlı denetim). Halen iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik gibi konularda kurumsal danışman ve eğitmen olarak çalışıyor. Düzenli olarak kendi bloglarında ( http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net ) yazıyor. Köşe ve dosya yazdığı gazete ve dergiler var.
Bu yazı Ortak payda, Uzlaşma kategorisine gönderilmiş ve , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>