Sivil Toplum, Sorunlar ve Gelecek

PAYLAŞ: ... facebooktwittergoogle_plusredditpinterestlinkedinmailby feather
PrintFriendly and PDFYazdır

Sivil toplumSivil Toplum, Sorunlar ve Gelecek

Gürcan Banger

Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle

Ülkemizde ve kentlerimizde sivil toplum alanına ilişkin çok sayıda ve değişik nitelikte sorunlar olduğunu biliyoruz. Bunların önemlilerinden birisi görünürlüktür. Sivil toplum kuruluşlarının (STK’ların) yaptıkları çalışmalar dar bir alana sıkışıp kalmakta kentli yurttaşlara ulaşmakta zorluklar yaşanmakta. Diğer yandan STK’lar ise halkı temsil ettikleri iddiası ile bu gerçeğe ters düşmekte…

İşin aslı şu ki; STK’ların geniş yurttaş topluluklarına ulaşmakta fazlaca gayretli olduklarını da söyleyemeyiz. Genelde kendi tembelliklerini ve halka ulaşmadaki gayretsizliklerini, halkın ilgisizliği olarak yorumlayarak bir tür iç rahatlama yaratmakta. Hâlbuki STK’ların, halkın desteğini almadan gerçek bir sivil güç oluşturmaları mümkün değil. Bu nedenle hem üye hem de gönüllü açısından geniş bir katılımcı yapısına sahip -kitleselleşmiş ve o oranda demokratik işleyişe sahip- STK’lara ihtiyacımız var.

Katılımsız katılımcılık

Pek çok dernekte şöyle bir başka kolaycılık yaşanıyor. Üye sayısı 100’ü, aktif katılımcı sayısı 5-10’u geçmemesine rağmen kendilerini tüm toplumun temsilcisi sayma yanılsaması içindeler. Hâlbuki halkın ne bu kuruluşlardan ne de yaptıklarından haberi var. Bu zafiyet ve eksikliğinin, sivil toplumculara işaret ettiği görev daha sıkı, daha sağlam, daha soluklu, daha yaygın ve daha katılımlı çalışmalar yapılması gerektiğidir.

STK türlerinden birisi olan vakıfların üye esaslı olmadığını biliyoruz. Konusu gereği bazı derneklerin belli sayıda üyeye hizmet vermesi olağan bir durumdur. Konusu gereği sınırlı katılımcı ile çalışan STK’ların geniş bir kitlesel yapıya sahip olmalarını beklemiyorum. Ama öyle bazı sivil toplum alanları var ki, buralarda yer alan STK’ların kesinlikle yüksek sayıda katılımcılı - çok sayıda üye ve gönüllü sayısına sahip - dinamik ve kurumsal kuruluşlar olması gerekiyor. Bu tür alanlara örnek olarak; çevreyi, kadın hak ve özgürlüklerini, insan haklarını ve gençliği sayabilirim. Bu alanlarda kitlesel ve kurumsallaşmış STK’lara ihtiyaç var. Tabii ki; savunuculuğun öne çıktığı, ihtiyaç olan başka acil alanlar da düşünebiliriz.

Katılımlı STK ihtiyacının arkasındaki nedenlerden birisi, sivil toplum kuruluşlarında demokratik işleyişin tam olarak sağlanabilmesidir. Üyeleri ve delegeleri bir sürü gibi yönetmeyi ve denetlemeyi engellemenin yolu, kitleselliğe ve aktif demokratik işleyişe geçiştir. İletişimin açık ve özgür tutulmasını da unutmamak gerekir. Ne yazık ki; takım tutma anlayışı ile yapılmaya zorlanan STK çalışmaları, yıllar yılı sonuçsuz biçimde sürmekte. Bu anlamda çalışma kalitesi açısından pek çok STK, 12 Eylül 1980’nin bile çok gerisindedir. Sivil toplumun kendini birilerini başkan yapma, birilerini meclise taşıma, birilerine rant sağlama, birilerine kartvizit edindirme sıkıntı ve anlayışından kurtarması gerekiyor.

Sivil toplumun temel özelliği, herkese ait bir hak ve özgürlükler alanı olmasıdır. Hiç kimse, bunu kendi keyfi, çıkarları veya rant beklentileri için kullanmamalıdır. Kullandırmamak da yine sivil toplumun görevleri arasındadır.

Eksik yönlerimiz

Soru soran, sorgulayan ve takip eden bir toplum değiliz. Son yıllarda neden sivil toplumdan bu denli fazla söz ettiğimiz de kendimize yeterli açıklıkla sormadığımız sorulardan birisi. Acaba –derneklerde veya vakıflarda– çalışan kişiler olarak sivil toplumun fazlaca içinde olduğumuzdan mı bu sorgusuzluğumuz? Acaba iletişimsiz biçimde çölde yaşayan bir bedevinin tüm yaşamı çölden ibaret sanması gibi sivil toplumu fazlaca mı içselleştiriyoruz?

Sivil toplum kavramının yaygınlaşması

Sivil toplum kavramının popüler bir kullanıma erişmesi, 20’nci yüzyılın son çeyreğinde, özellikle 1980’li yıllarla birlikte oldu. Geleneksel siyaset yaklaşımlarının ve temsili demokrasinin beşerî ve sosyal ihtiyaçları tam olarak karşılanmadığının anlaşılması üzerine siyaset dışı yaklaşımlar üretilmeye başlandı. Tam olarak siyaseti ikame etmese de; geleneksel siyasetin yeterli cevaplar veremediği çevre, insan hakları, toplumsal cinsiyet veya engelliler gibi alanlardaki boşlukları doldurmak üzere yeni söylemler ve örgütlenmeler gelişti. Bu faaliyetler çerçevesinde bir kez daha kavradık ki; geleneksel siyaset, kendini toplumun tamamı için tanımlamakla birlikte, işin aslı böyle değil. Bugün de egemenliğini sürdüren geleneksel siyaset, hiçbir zaman başta yoksullar olmak üzere özellikle ayrımcılığa maruz kalan insanların ve toplulukların siyaseti olamıyor. İşte; sivil toplumdan bu denli çok söz etmemizin nedenlerinden birisi budur. Sivil toplum kuruluşları öncelikle; varlıklarıyla ve faaliyetleriyle geleneksel siyasetin boş ve çözümsüz bıraktığı bu alanlara işaret ediyorlar.

Bu noktada; henüz toplam sivil toplum hareketinin geleneksel siyaseti ikame edecek bir birikim ve olgunluğa ulaşmadığını söylemem gerekir. Dolayısıyla bugünkü şekliyle –küresel, ulusal veya yerel boyutta– sivil toplum hareketleri, kendi başlarına bir siyaset söylemini toplam olarak tanımlayabilecek yetkinliğe ve bütünlüğe ulaşmış değil. İlerleyen dönemlerdeki gelişmeleri ise izleyerek göreceğiz.

Ama kaçınılmaz olan bir gerçek var. Eğer geleceğe uzanan süreçte başarılı olma iddiasıyla ortaya çıkan yeni siyasal söylemler ve iş modelleri olacaksa; bu siyasetin en değerli unsurları arasında sivil toplumun bulup çıkardıkları olacaktır. Örneğin toplumsal cinsiyet söylemi, hiç kuşkusuz bunların başında yer alacaktır.

Bir başka deyişle; bugün sivil toplum kavramına bu denli fazla vurgu yapmamızın nedeni; yetersiz, eskimiş ve uyumsuzluklarla dolu olan geleneksel siyasetin yerine yeni bir dünya anlayışı geliştirebilme çabasıdır. Sivil toplum tartışmaları, bireyin önemini ve değerini fark eden birey ve toplulukların geleneksel siyasete alternatif olabilecek bir kamusallık ve meşruiyet anlayışı arayışının ifadesidir.

Farklı algılar, farklı tepkiler

Sivil toplum kavramının değişik çevrelerden farklı tepkiler aldığını izliyoruz. Bunu Amerikancı sömürgeleştirme oyunu olarak algılayanlardan bir fetişizm modeli halinde ona tapınanlara, bu alandaki çalışmaları bir rant ve çıkar kapısı olarak kullananlardan bunu bir sosyal kurtuluş vesilesi olarak algılayanlara kadar çok farklı yaklaşımlar var. Ama sivil toplum hareketlenmesinin, temelinde yeni bir siyasal söylem ve yönetim (yönetişim) modeli oluşturmayı hedeflediğini dikkate alırsak, bu karmaşayı olağan karşılamak gerekir. Hele ki; bilimin, sanatın ve kültürel gelişimin pek fazla itibar görmediği ülkemizde bunu olağan karşılamak gerekir.

Eğer ülkenin yeni geleceğinin kurulmasında kendinize bir misyon biçiyorsanız, sivil toplum kavramını eskitmeden ve tüketmeden daha fazla konuşmak ve tartışmak gerektiğinin de farkında olmalısınız. Yeni bir siyasal söylemin temel taşları arasında sivil toplumun ürettikleri hayli fazla olacaktır.

Son söz: Sivil toplum kavramını yavaştan olsa da öğrenmeye başladık. Sıra; katılım ve yönetişim kavramlarına geldi.

 

İZLE: ... facebooktwittergoogle_pluslinkedinrssyoutubeby feather

duyguguncesi hakkında

Gürcan Banger, Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ mezunu. Elektrik yüksek mühendisi (opsiyonu bilgisayarlı denetim). Halen iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik gibi konularda kurumsal danışman ve eğitmen olarak çalışıyor. Düzenli olarak kendi bloglarında ( http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net ) yazıyor. Köşe ve dosya yazdığı gazete ve dergiler var.
Bu yazı Gelecek, Gelecek tasarımı, Sivil toplum, Sorun, Sorun / Çözüm, STK kategorisine gönderilmiş ve , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>