İşletmelerde Bilgi İhtiyacı ve Kurumsal Danışmanlık
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Günümüzde iş alanında gelişen ihtiyaçlardan birisi, öğrenmenin sürekli hale gelmesidir. Sıklıkla ifade ettiğim gibi; sadece okul ile sınırlanmış bir öğrenim anlayışı, bugünün dünyasında yeterli değildir. Yaşamın hangi alanında yer alınırsa alınsın, bireylerin kendilerini sürekli geliştirmesi, günlük faaliyetlerin ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Bizdeki gibi düşük yoğunluklu iş yaşamlarına bakarak, bu konuda bir değerlendirme yapmak doğru olmaz. Bugün rekabetin, bir yandan ulusal sınırlara dayandığı, diğer yandan küresel boyutlar kazandığı düşünülürse, eğitimsiz iş yaşamlarının ilerleyen zamanda çok daha büyük götürülerinin olacağı kesindir. Günümüzde ayakta kalmak ve gelişmek isteyen her işletme, eğitime önem vermek zorundadır. Dev adımlarla büyüyen bilgi miktarı karşısında, dün ile bugünü bir tutarak ayakta kalmaya çalışmak, geleceği kaybetmenin bir başka ismidir.
Eskiden işletme yönetimi için gerekli olan bilgi miktarı sınırlı idi. Çoğu zaman okulda veya günlük yaşamın içinde elde edilen bilgiler ve deneyim yeterli olabiliyordu. Bugün ise işletme yönetimi, bilginin en etkin ve yoğun geliştiği alanlardan birisi olarak göze yapıyor. Pazarlama, satış, müşteri ilişkileri, bütçeleme, halkla ilişkiler, iletişim, reklam ve stratejik yönetim gibi konularda her gün ciltler dolusu yeni doküman üretiliyor.
Bir yöneticinin veya iş sahibinin bu denli büyük ve giderek artan bilgi hacminin tümüne sahip olmasını beklemek hayal olur. Ayrıca gerekmez de… İşletme içinde yetki ve sorumluluklar dağıtılarak, bilgi ihtiyacı da paylaşılmış olur. Ama eğitim ihtiyacının tüm yöneticilerin sorunu olduğu düşünülürse, gerekli yönetim ve işletme bilgisinin sağlanması için “iyi” bir yolun bulunması gerekir.
İşletmede bilgi ihtiyacını gidermenin geleneksel yollarının pek çoğu bilinir. Yöneticilerin kendilerini geliştirmek için okuma alışkanlıkları edinmeleri bunlardan bir tanesidir. Gene bir geleneksel yaklaşım olarak işletme içinden birilerinin eğitim düzenlemesi düşünülebilir. Bir başka yol ise işletme dışında eğitim ve danışmanlık desteği almaktır.
Ülkemizde iş alanlarında eğitim ve danışmanlık veren firmaların sayıları son yıllarda artmaya başladı. AB süreci ile birlikte firmalar da eğitim ve danışmanlık desteği almanın önemini kavramaya başladılar. Pek çok firma, gerekli bilgi donanımı olmadan ekonomik büyümenin mümkün olmayacağını öğrendi. Bu bağlamda ihracatın değer kazanmasının da önemi var. Hızlı büyüyüp gelişen kentlere ve şirketlere baktığımızda, bilgiyi dayanak almış ihracatın önemini görüyoruz. İhracat için, geleneksel sanayi ve ticarete oranla çok daha fazla bilgiye ihtiyaç var.
Ülkemizde sanayileşme ve şirketleşme, kendi iç dinamikleri ile gelişmemiştir. Sınai ve ticari gelişmenin oluşmasında en büyük katkılar, dış dinamiklere ve devlete aittir. Bu nedenle işletmelerimizin geleneksel bir iç değişim özelliği yoktur. İşletmelerimizin kurumsal bir işleyiş kazanmalarının tarihi de çok eski değildir. Bu iç değişim özelliğinin kazandırılmasında, işletme dışında alınacak eğitim ve danışmanlık hizmetlerinin önemi ve yararı vardır.
İşletmelerimizin pek çoğu, yönetici ve sahiplerinin aynı ailenin bireyleri olduğu aile işletmeleridir. Bu tür işletmelerin en büyük sorunlarından birisi, ailenin büyümesi ile birlikte şirketin devamlılığında sorunlar yaşanmasıdır. Aile işletmelerinin önündeki ufuk, şirketin aile yapısına uygun biçimde kurumsallaşması ve yeniden yapılanmasıdır. Bu konuda da dışarıdan alınacak danışmanlık ve eğitim hizmetlerinin yararları olabilir.
Dünya değişiyor. Değişen ekonomik ve sosyal dünyada işletmelerin sağlam bir yer edinebilmeleri için bilgi ile donanmaları gereği konusunda hiç kuşku yok.
Ar-ge ve inovasyon
Sınaî ve ticari işletmelerin, yükselen verimlilik ve ar-ge ihtiyaçları konusunda artık kimsenin kuşkusu kalmadı. İşletme kavramı üzerine kafa yoran kişi ve kuruluşlar, bilginin artan önemi ile birlikte araştırma - geliştirme (ar-ge) faaliyetlerinin öne çıktığı konusunda aynı görüşteler. Küresel rekabet ortamında yer alabilmek için ar-ge’nin hak ettiği değeri ve işletme içi yeri bulması gerekiyor.
Aslına bakarsanız; sosyal ve ekonomik kuruluşlarda ar-ge’nin artan önemi konusunda kimse olumsuz görüş belirtmiyor. Ama bir diğer gerçek daha var ki; ar-ge, bir kuruluş için karşılanması en pahalı fonksiyonlardan bir tanesi. İleri teknoloji aygıtlarının görece yüksek maliyet getirmesi bir yana; ar-ge birimlerinde çalışacak işgücünün de yüksek nitelikte olması gerekiyor. Dolayısıyla yüksek kalite de yüksek ücretlerin ödenmesi anlamına geliyor. Özetle; ar-ge ihtiyaçları, kısa vadeli statik bir kesit aldığımızda, ortalama birim maliyeti artıran bir faaliyetler dizisi olarak görünüyor.
Ortada adeta iktisadı var eden klasik bir problem var. Bir yanda artan bilim, teknoloji, araştırma ve geliştirme ihtiyacı; diğer yanda ise işletmenin kısıtlı kaynakları… Mevcut Dünya ekonomik sisteminin en bilinen özelliklerinden birisi, ne zaman ortaya beklenmedik bir maliyet çıksa, bunu ödetecek bir sosyal ve ekonomik kesim bulmasıdır. Yeni yönelimleri incelediğimizde; yüksek maliyetli ar-ge ihtiyacının karşılanması için değişik yöntemler bulunmuş gibidir.
Özellikle gelişmiş ülkeler açısından bakıldığında; iş dünyasının ar-ge ihtiyaçlarını maliyetleri ile birlikte kamu ve özel sektörler ile paylaşmayı ön plana çıkardığı gözlenmektedir. Bu çerçevede iş âleminin, araştırma enstitüleri, devlet araştırma laboratuarları ve akademik kuruluşların birlikte çalışmalarına tanık olabileceğiz. Böylece tek bir firmanın kaldırmakta zorluk çekeceği ar-ge maliyetleri paylaşılmış olacak.
“Züğürdün parası, yoksulun çenesini yorar” derler. Yukarıda sözünü ettiğim ar-ge ihtiyaçları ve buna karşı düşen bütçe değerlerini görünce; az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki karşılaştırmalı durumun müstakbel vahameti ortaya çıkıyor. Öyle anlaşılıyor ki; önümüzdeki dönemde gelişmişler ile gelişememişler arasındaki bilimsel ve teknolojik uçurum daha da derinleşecektir.
Gelişmiş ülkelerin artan ar-ge ihtiyacı ile birlikte yükselen maliyetler; görünen o ki, ar-ge çalışmalarının sınır dışı (ülke dışı, offshore) bir yönelime girmesine neden olacaktır. Yeni duruma göre; gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerdeki nitelikli işgücünü beyin göçü aracılığı ile kendine transfer etmek yerine, beyin gücünü yerelde istihdam edecektir. Muhtemelen; maliyetleri gelişmekte olan ülke devletine ödetilerek yerel veya bölgesel ar-ge merkezleri kurulacak; elde edilen bilgiler, lisans / patent korumaları altında gelişmiş ülkelere transfer edilecektir. yönelimdeki ana fikirlerin başında nitelikli ama ucuz işgücü kullanımının olduğunu gözden kaçırmamak gerekli.
Ar-ge çözümlerinin “offshore” ülkelere transfer edilmesi ile gelişmiş ülkelerin yeni türden pazarlar elde edebilecekleri yorumları da yapılıyor. Özetle; bilimsel ve teknolojik içerikli küresel oyunu, her zaman olduğu gibi gelişmiş ülkeler kendi aralarında oynuyorlar; bize de amele rolü düşüyor.
Eskişehir’de Durum
Eskişehir, iki üniversitesi ile Anadolu’da öne çıkan bir kent olma özelliğini sürdürüyor. Bunun yanında üniversitelerle Eskişehir Sanayi Odası’nın birlikte yer aldığı teknopark türündeki oluşumlar giderek daha nitelikli bir hal almaya başladı. Yukarıda sözü edilen ar-ge ve inovasyon gibi alanlarda firmalara destek olmak üzere kurulmuş olan BEBKA, TÜBİTAK, KOSGEB ve TTGV gibi kuruluşlardan alınan desteklerde artışlar gözleniyor. Eskişehir sanayisinin iş dünyasının bilgi ve kurumsal danışmanlık ihtiyacını karşılamak üzere kurulmuş olan Eskişehir Sanayi Geliştirme Merkezi (SANGEM) giderek artan tempo ve içerikte (kâr amaçsız) hizmetlerini sürdürüyor. Bir yandan destek kurumlarına proje sunarak destek taleplerimizi artırmamız gerekirken, diğer yandan da SANGEM gibi iş kültüründe ve iş dünyasında farklılık yapabilecek oluşumlara daha fazla sahip çıkmak ve destek olmak gerekiyor.
Eskişehir’de un, yağ ve şeker var. Helva yapmak için Eskişehir, kendi kişi ve kuruluşlarına sahip çıkmalı ve daha fazla destek vermeli.