Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Doların ve Avro’nun TL karşısındaki fiyatı değişimi ve borsanın inip çıkması dışında medya kanallarına yansımayan ekonomiye bir bakalım. Dünya ekonomik sisteminin adı olmaya devam eden kapitalizm için tek ve basit bir kural var: Daha fazla üretmek, daha fazla satmak ve daha fazla kazanmak… Şu sıralar artçı şokları yaşanmakta olan ve kısa sürede kolayca atlatılamayacağı anlaşılan küresel krizin gerçek nedeni de bu kural zaten… ABD’de daha düşük gelirli kesimleri konut tüketim sürecine dâhil etmek ve konut tüketimini artırmak üzere başlatılan faiz düşürerek tüketim cazibesi yaratma süreci iflas etti. Faizlerin yükselmesiyle konut kredileri ödenmemeye başlayınca; kendini bu tüketim sürecine göre kurgulamış olan finans sektörü de aşırı şişkinliğinin bedelini kriz olarak ödemeye başladı.
Küresel kriz yerel krizlerden farklı
Bu kez durum, 2000’li yılların başlarında yaşanan yerel krizlerden farklı… Küreselleşmenin genişlemesi, dolayısıyla küresel sermayenin büyüklüğünün ve akışkanlığının artması ile krizin, önceki yıllarda olduğu gibi yerel önlemlerle durdurulması mümkün olmuyor. Kriz, kapitalizmin doğasının olağan bir unsurudur. Bugün yaşanan krizin farklılığı ise küreselleşmenin boyutlarından dolayı yaygınlaşma eğiliminden kaynaklanıyor. Özetle; bir dönem için kapitalizmin daha fazla kazanmasına neden olan küreselleşme, bir başka dönemde kapitalizmi kendi silahı ile vuruyor.
Yaşanan küresel krizin büyüklüğüne ve yaygınlığına bakarak kapitalizmin iflas ettiğini söylemek hem aşırı iyimserlik hem de acelecilik olur. Kriz yaşamak, kapitalizm için beklenen olağan gelişmelerdendir. Buna rağmen dikkate almamız gereken bazı yeni hususlar da yok değil. Bu faktörlerin birincisinden, küreselleşmenin giderek büyüyen etkisinden söz ettim. İkincisi ise özellikle başta petrol olmak üzere enerji sektörünün yeni sermaye birikimleri yaratmış olması. Ucuz işgücü ile öne çıkan Çin ve Hindistan gibi ülkelerdeki sermaye birikimini de petrol zenginlerine eklemek gerekir. Sonuç olarak; küresel sermaye oluşumu içinde Asyalıların payının arttığını görmek şaşırtıcı değil. Bu değişimin, kapitalizmin yaşam modelini nasıl etkileyebileceğini çok uzak olmayan bir gelecekte göreceğiz. Örneğin ağırlıklı olarak Anglo-Sakson sermaye birikimine sahip şirketlerin Asyalıların katılımı ile ‘daha fazla’ çok uluslu hale gelmeleri beklenebilir.
Krizin kaynağı
Kriz, ABD’de bir finans sektörü sorunu olarak ortaya çıktı. Hâlâ büyük ölçüde bu sektörün sınırları içinde kalmaya devam ediyor. Sanayi sektörlerine yansıyıp yansımayacağı veya bu yansımanın ölçüsü yakın zamanda ortaya çıkmaya başlayacak. Eğer krizin, finans dışında reel sektörlere yansıması söz konusu olursa, o zaman olumsuz sonuçları çok daha ağır olacaktır.
Krizin ne zaman sonuçlanacağını tam olarak kestiremesek de; devam eden muhtemel etkileri üzerine bazı yorumlar yapmak mümkün. Birincisi; tüm ekonomilerde en az 1-2 yıl gibi bir süre için yavaşlama olacak. İkincisi; gelişmiş ülkelerde finans sektörünün yapılanmasında daha katı kuralcı bir yeniden yapılanma gündeme gelecek. Üçüncüsü; küresel sermaye, kazanç elde etmek için tercih ettiği ülkeleri değiştirecek ve güvence koşullarını ağırlaştıracak. Dördüncüsü; küresel düzeyde işsizlik oranında ciddi artışlar olacak. Doğal olarak beşincisi; bazı şirketler el değiştirecek veya başkaları ile birleşecek.
Türkiye
Daha önce yaşadığı krizlere bağlı olarak Türkiye’nin finans sektöründe yaptığı yapısal iyileştirmeler bu sektörü eskiye oranla daha sağlam tutuyor. Ama reel sektörler açısından aynı iddiada bulunmak mümkün değil. Krizin sanayiye yansıması durumunda hâlâ çok ciddi riskler var.
Sonuçta faturanın büyük ölçüde çalışanlara kesileceği, işsizliğin artacağı ve geçimin zorlaşacağı ortada… Bu arada kendisini marka ilan eden ama ekonominin gerçeklerinin henüz farkında olamayan pek çok firmamızın da kötü yapılanmaları ve az gelişmiş iş modelleri ile hayli zarara uğrayacakları da bir başka gerçek…
Krizde yeni olan ne var?
Günümüzde kapitalist sistemin krizlerinin değişen bir yönünden dünkü yazımda söz etmiştim. Küreselleşme denen çok boyutlu olgu, kapitalizmin olağan bir unsuru olan krizleri de daha küresel hale getirmeye başladı. Dünya pazarının bütünleşmeye başlaması ve finansın daha akışkan ve küresel hale gelmesi ile önceki dönemlerde yerel veya bölgesel olarak ateşi söndürülebilen krizler, artık küresel boyuta taşındı. Bu nedenle kapitalizmin, beklentilerini karşılamaya devam edebilmek için bu konudaki önlemlerini küresel paydaşlarla küresel boyutta ele alması gerekiyor.
Diğer yandan; Birleşmiş Milletler Örgütü başta olmak üzere uluslararası örgütlerin birlikte iş yapma modellerinin eskimiş ve meşruiyetlerinin ortadan kalkmakta olduğu ise bir başka gerçek. Gelişmiş ülkelerin ön yüzünde yer alan Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlar ise az ve orta düzeyde gelişmiş ülkelerde uygulattırdıkları politikalarıyla krizi yaygınlaştırma dışında başkaca bir amaca hizmet etmiyorlar. Önümüzdeki dönemde gelişmiş ülkelerin şu ana kadar bilinen konferans veya toplantı benzeri periyodik faaliyetlere ek olarak; kalıcı ve yapısal, yeni bir ‘küresel kriz masası’ oluşturmaları muhtemeldir.
20’nci yüzyılın son çeyreğine kadar hüküm süren Sanayi Toplumunda kapitalistin kârının ana kaynağı emek idi. Bunu bugün bile işgücü yoğun sektörlerde görmeye devam ediyoruz. Her dönemde üretimin faktörleri arasında sermaye, toprak ve emek sayılmakla birlikte; Sanayi Toplumundaki ana birikim kaynağı, işgücünün yarattığı artı değer idi. Buradan sağlanan getirinin bir bölümü sermaye birikimini sağlıyor ve değişik amaçlarla tekrar yatırıma dönüyordu.
Temel sorun değişti
Sanayi Toplumunun birincil sorunu, belli ölçüde kaliteye de bağlı olarak üretimin artırılması idi. Çünkü üretim, özellikle yetersiz teknolojik altyapı nedeniyle kısıtlamalara uğrayabiliyordu. 20’nci yüzyılın son çeyreği; başta bilişim, iletişim ve lojistik alanlarında olmak üzere bilim ve teknolojideki gelişmelerle daha fazla üretimin önünü kesen engelleri ciddi anlamda aştı. Böylece tek kutuplu dünya ekonomisinin sorunu, üretim olmaktan çıkarak satmak ve tüketilmesini sağlamak haline dönüştü. Bu olguyu, kapitalizmin bu çağda sadece miktarsal anlamda mal ve hizmet değil, aynı zamanda yeni ihtiyaçlar da ürettiği şeklinde tanımlıyorum.
Bu süreçte; birim ürün veya hizmette emek oranı düşerken, metanın içerdiği bilgi faktörü oranı artmaya başladı. Böylece teknolojinin getirdiği kolaylıklar sayesinde artan ve yaygınlaşan üretime bağlı olarak mal ve hizmet fiyatları aşağı inerken, emeğin azalması nedeniyle işletmenin elde ettiği artı değer de azaldı. Bir diğer söyleyişle; iş sahibi, eskiye oranla aynı kârı elde etmek için daha fazla ürün satmak zorunda kalmaya başladı. Ayrıca bütünleşen pazar nedeniyle küresel rekabetin olumsuz etkilerine de maruz kaldı. Bu durum, kapitalizmin daha çok kâr için daha çok üretim çılgınlığını yeni bir boyuta taşıdı. Çünkü artan üretim karşısında tüketimi aynı düzeyde artırmak her zaman mümkün değildi. Tüketimin artmayışının ana nedenleri arasında ise adaletsiz gelir dağılımı ve dünya zenginliklerinin giderek daha küçülen bir azınlığın eline geçmesi gibi unsurlar etkili oldu. Özetle; birim üretimde emeğin azalması ve bilginin oranının artması ve bunun ürün fiyatını düşürücü etki yapması, kapitalizmin 1980’li yıllardan sonra yaşamaya başladığı yeni bir durum olarak ortaya çıktı.