Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Bir siyasetçi, ekonominin iyi ya da kötü gittiğini nasıl bilir de yorum yapar? Muhtemelen ya meslek odalarının açıklamalarına bakar ya da makro ekonomi konusunda yorum yapan raporları ve uzmanları izler, bulguları kendine göre yorumlar. Seçilmiş makro ekonomik göstergeler halkın durumunu ya da işletmelerin yaşamsallığını yeterince ifade eder mi? Her zaman değil… Pek çok durumda makro ekonomik göstergelerle (ülke ölçeğini ifade eden ortalama değerlerle) yaşam ve geçim standartlarını, istihdamı veya satın alma gücünü reel anlamda ifade etmek zordur. Sokağı sokakta, işletmeyi işletmede, sanayiyi sanayide görüp anlamak lazım…
Kriz ne âlemde?
İş dünyasının içinde bulunduğu zorlu süreçlerde en çok duyduğum cümleler arasında “Şu sıra işler kötü” ya da “İşlerin açılmasını bekliyoruz” gibileri oldu; olmaya devam ediyor. İşletmelerimizin kurumsal nitelikleri açısından yetersiz olması nedeniyle ekonomide suların yükselmesini ve bizi de kaldırmasını bekliyoruz. Sular alçaldığında iniyoruz, yükseldiğinde kalkıyoruz.
“Ay, ne iyiyiz”, “Kriz, bize dokunmadan geçti” gibi fildişi kule açıklamalarıyla ekonomik ortamın eski güzel günlere dönmesi beklentisi içindeyiz. Bu arada krizin ağır baskısına dayanamayanlar iş dünyasından silinip gidiyorlar. Türkiye’ye benzer ülkelerde kriz ve risk ekonomik yaşamın olağan bir parçasıdır. Bunu böyle bellemek lazım… Bu durum değişebilir ama hangi kuşak görür, onu bilemem.
Mevcut durumda dikkate almadığımız iki önemli unsur var. Birincisi; krize karşı her firmanın alabileceği ekonomik ve kurumsal önlemler mevcut. İkincisi ise krizden sonra ekonomi, asla eskisi gibi olmayacak. Firmalar, ne yazık ki, almaları gereken önlemler konusunda genel anlamda yalnız kaldılar. Krizin firmalara olan yansıları, işletme sahip ve yöneticilerine yeterince yansıtılamadı. Firma yönetimlerinin genelde içsel olarak kriz yönetimine yeterince hazırlıklı olmadıkları düşünüldüğünde ise mevcut durumu olağan bir sonuç olarak karşılamak gerekir.
Kriz sonrasında durumun neden farklı olacağına ilişkin birkaç kolay ipucu vereyim. Atasözlerimizden birisi, “Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer” der. Yine yanan sobadan eli yananın, ikinci kez sobaya değmeyeceği söylenir. Bu atasözlerinde içerilen anlama benzer biçimde; krizlerde tüketiciler ve firmalar belli dersler çıkarır ve önceki davranış modellerini uzunca bir süre için değiştirirler.
Küresel kriz öncesi neredeyse tüm dünyada tüketim eğilimi had safhaya varmıştı. Üretici ve satıcı firmaların temel stratejileri, daha çok satmak, dolayısıyla tüketimin artırılmasını sağlamak üzerine kurulmuştu. Krizle birlikte hem firmalar üretim kapasitelerini düşürmek zorunda kaldılar, hem de toplumların tüketim hacimlerinde ciddi düşüşler oldu. Ekonomik olarak yetersizliğe düşen bireyler, bir yandan ekonomik diğer yandan psikolojik olarak tüketimlerini kesme eğilimi içine girdiler. Bu durumun tüketicilerde daha az harcama eğilimini destekleyeceğine kuşkum yok. Daha az harcama ve daha az tüketme eğilimi, bireylerin krizle kazanılmış bir özelliği olarak varlığını, krizin etkilerini kaybettiği dönemde de sürdürecektir. Özetle; ‘Kriz bitti’ diye tüketim eğilimin eski biçimini alacağını düşünmek ancak tatlı bir hayal olabilir. Siyasetçilerimiz de tasarruf açıklamaları ile bunu doğrular gibiler…
Kriz ve işletme
Krizin işletmelere olan etkileri ise öncelikle daha az kaynakla daha verimli mal ve hizmet üretimi olarak yansıyacaktır. Bir başka deyişle; bireylerin tüketim eğilimlerini kısıtlamaları gibi firmalarda hem sabit sermaye hem de değişken sermaye harcamalarını azaltma eğilimi içinde olacaklar. Bu öngörü, işletmelerin muhtemelen uzunca bir süre için daha az yatırım yapmaları ve daha az istihdam sağlamaları sonucunu doğurabilir. Kısaca; krizin etkisini kaybetmesi ile iş dünyasının eski güzel günlerine döneceği yanılsaması içinde olmamak gerekir.
Kriz sonrasına yönelik olarak başka öngörülerde de bulunabiliriz. Bunlardan en genel olanı, işletme yönetim felsefesinin temelden değişme olasılığıdır. Muhtemelen önümüzdeki yıllarda öncekilerden hayli farklı olabilen yönetim yaklaşımları izleyeceğiz. Bu yeni anlayışların temelinde daha korumacı unsurların bulunması ihtimali yüksek… Diğer yandan nakit yönetimi konusunda yeni –ama korumacı– açılımların görülmeye devam etmesi hiç şaşırtıcı olmaz.
Kriz ve değişim
Son birkaç yılda yaşanan büyük krizin en önemli farklılığı, küreselleşmenin etkisi ilk kez bu alanda bu denli yoğun hissediliyor. Bir başka deyişle; küreselleşme, krizin etkisini de küresel hale getirdi. Diğer yandan bu krizin büyük ölçüde bir finansman krizi olduğunu, başka alanlara yayılsa da çıkış noktasının finansman olduğunu görmek lazım.
Son çeyrek yüzyılın bize –bir kez daha acıtarak– öğrettiği konu, artık yönetim yaklaşımlarının uzun süreli olamayacağını gösterdi. Ekonominin çok faktörlü hale gelmesiyle birlikte –öngörü alanındaki tüm çalışmalara rağmen– iş dünyasının basit kurallar ve basit politikalar ile yönetilemeyeceği ortaya çıktı. Dar bir bölgede iş yapmak için bile ondan çok daha büyük bir ufka bakmak gerekiyor.
Ne yazık ki; bu süreçte iş dünyamızın ve onu etkileyen aktörlerin gerekli dinamizmi gösteremediğini görüyoruz. Krizden etkilenen gelişmiş ülkelerde krize karşı makro ve mikro ölçeklerde –ulusal ekonomi düzeyinde ve firmalar ölçeğinde– pek çok önlem alınmasına ve yaklaşım geliştirilmesine rağmen bizim sığlığımız ve kısır halimiz sürüyor. İş dünyasının uzmanı sayılabilecek kesimlerden ilgili sektörlerin önünü aydınlatabilecek çok fazla politika önerisi gelmiyor.
Zamanın yavaş aktığı dönemlerde işletme politikalarını üretmek kolaydı; çünkü çok önceden üretilmiş ve yavaş gelişimin bir sonucu olarak değişmeyen politikalarımız vardı. Aslına bakarsanız; krizlere de alışıktık. Ekonomimizin ve özellikle finans dünyamızın sığlığı nedeniyle dış krizlerden çok fazla etkilenmeyebiliyorduk. Bu nedenlerle krizlere yönelik yeni araçlar ve yöntemler geliştirme ihtiyacını da hissetmedik. Ekonominin ve işletme politikalarının entelektüelleri, gelişmiş ülkelerde üretilmiş iş dünyası araç, teknik, yöntem ve felsefelerini bire bir aktarmakla yetindiler. Kriz karşısında yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde iş politikalarını etkileyebilecek sivil, yarı–kamu ve meslek örgütlerinin bir bölümü de ‘geleneksel sessizliklerini korumaya’ devam ettiler. Bunlara kolaycılık ve tembellik de eklenince, ne yapacağını bilmekte zorlanan bir iş dünyası ile karşı karşıya kaldık.
Bu hoş olmayan manzara, yeni döneme ilişkin almamız gereken bazı önlemlere işaret ediyor. Ekonominin hemen her alanında iş modelimizi değiştirmek gerekiyor. İşletmelerimize yön gösterecek yeni mekanizmalar oluşturmak vazgeçilmez oldu. Bugünün iş dünyasında büyüklerimizin ilkeleri ve çalışma usulleri ile kalıcı olmak, büyümek ve geleceğe uzanmak mümkün değil. Firma ölçeğinde uğradığımız erozyon bu gerçeğin en belirgin kanıtı olarak karşımızda duruyor.
Kriz dersleri
Krizden herkesin kendi adına çıkarması gereken dersler var. Öncelikle, “Ne idik, ne olduk! Sıfırdan bu noktaya geldik” gibi geçmişle yaşamaktan vazgeçmeli; gelecekte nasıl ayakta kalıp büyüyebileceklerinin hesabını yapmalılar. Akademisyenler, iş dünyasına entegre olmanın yeni yol ve yordamlarını düşünmeliler. İş dünyasının sivil kuruluşları ile meslek odaları üyelerine katkı vermek için yeni araç ve mekanizmalar geliştirmeliler. İş alanlarına yönelik fikrî çalışma üreten entelektüeller bu dünya ile daha fazla iç içe olmalılar. Yerel ve yaygın medya ekonominin daha fazla farkında ve bilincinde olmalı. Böyle bir süreç, gelecekteki çalkalanmalardan daha az etkilenmemizi sağlayabilir.
Son söz: Unutmamalıyız ki; yükseldiğinde yukarı kaldıran sular, alçaldığında hepimizi aynı anda aşağı indiriyor.