Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Sık Kullanılanlara Ekle
İnsan, insanla tartılmaz. İnsan, ne terazi kefesinde mal olur ne de diğer kefede dirhem. Eğer insanı insanla tartacak (insanı mal ve dirhem edecek) bir terazi olsa neler olurdu, düşünebiliyor musunuz?
Örneğin malı mülkü çok olanı, az olandan değerli bulmamız gerekebilirdi. Çok okumuş veya çok bilgili olanın, az okuyabilmiş olandan daha makbul bulmamız gibi bir durum ortaya çıkardı. İyi konuşanı, belagati daha düşük olandan daha kıymetli kabul etmemiz ihtiyacı doğabilirdi.
Yaşam, bir öncelikler manzumesi. Bazı insanlar önceliklerini okumaya, öğrenmeye ve bu birikimlerini başkalarına aktarmaya ayırıyorlar zamanlarını: Bazıları ise küçük yaşta para kazanmanın derdine düşüyorlar. Başarılı bir eğitim süreci yaşamış olanla önceliğini para kazanmaya vermiş olanı birbiri ile kıyaslayabilir miyiz?
İnsanlar olarak doğuştan gelen yeteneklerimiz ve bedensel özelliklerimiz de çok farklı. Bedensel olarak avantajlı doğanlarımız olduğu gibi, kimilerimizin bazı fiziksel engelleri olabiliyor. Renkli gözlü olan birisini, fiziksel engeli olan bir başka insandan daha değerli bulabilir miyiz?
Dar, kısıtlı ve açılımları olmayan bir çevrede doğan çocuğun kabahati nedir ki? Yaşadığı çevredeki eğitim imkânları daha dar olan insanlar, eğitim konusunda daha ileri fırsatları yakalamakta daha az ‘şanslı’ oluyorlar. Geçim sıkıntısı çeken bir ailenin ağır şartlarını kırarak başarıya ulaşmak hiç de kolay olmuyor. Ağır koşullar altında sınırlı gelişme gösterebilmiş bir kişiyi, bir eli yağda diğeri balda yetişmiş bir kişiden daha az kıymetli gösterebilir miyiz?
Sosyal kuralların ve ahlakın varlığı, bu tür konularda hata yapmamak içindir. Toplumun bilgelerinin özdeyişleri, insanî ölçeğin kaçırılmaması gereğine dikkat çekerler. Başka insanları değerlendirirken kantarın topuzu kaçtığında; saygısızlığın ve kabalığın boyutunun nerelere varacağı hiç belli olmaz.
Bu nedenle konuşmalarımızda ve yazılarımızda başka insanlar hakkında (hele ki isim vererek) yorumlar yaparken, saygı sınırını aşmamaya özel bir önem vermemiz gerekir. Kişi, bu tür değerlendirme ve yorum durumlarında; benzeri bir yargıya kendisinin muhatap olduğunda nasıl karşılayacağını düşünmeli önce. Malum atasözü, “İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır” der.
Eleştiri hakkı, çalışmaktan doğar. Eleştirirken ve yorum yaparken, “Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” konumuna düşmemek gerekir. Başkaları hakkında ağızdan çıkan her söz veya klavyeden tuşlanan sözcük, bir günah ya da sevap oluşturur.
Başkasını eleştirirken kişinin verdiği mesaj, “Ben seni eleştiriyorum ama senden gelebilecek olana da açığım” demektir. Eleştirinin dozunun aşılıp saygısızlık noktasına geldiğinde de; bu yaklaşımın hâlâ geçerli olmaya devam edebileceğini unutmamak gerekir. İşte; bu nedenle saygısızlık yapan karşılığında saygısızlık bulabilir. Benzer biçimde kabalık eden de kabalık bulmaya hazır olmalıdır.
Son bir şey daha eklemek isterim. Müdür olmanız memuru, büyük olmanız küçüğü, öğretmen olmanız öğrenciyi ya da yazar veya gazeteci olmanız vatandaşı ‘aşağılayabileceğiniz’ anlamına gelmez. Herkes haddini bilmeli ve saygı sınırlarını aşmamalı. Özellikle kamunun ya da basının gücünü elinde tuttuğuna inananlar, bunu birkaç kat daha kuvvet ve ciddiyetle kavramalı.
Yaşam bir okuldur. Her aşamasında bize öğütlerde bulunur, bilgiler edinmemizi sağlar ve bunlarla yeni davranış biçimleri geliştirmemize yol açar.
Yaşamdan iyi ya da olumsuz dersler alabiliriz. Diğer yandan öğrendiklerimizin her zaman başarıya yol verdiğini de söyleyemeyiz. Yaşamdan aldığımız her ders, bardağı dolduran bir damla gibidir. Deneyimimiz ve birikimimiz arttıkça, kendimizi yaşam karşısında daha donanımlı hissederiz. Ama bu yetmez.
Yaşamdan edindiklerimizden bazıları, bir tamir çantasında bulunan aletler gibidir. Örneğin bilgisayar kullanma ve ütü yapma becerisi kazanma, sözünü ettiğim çantadan bir aleti kullanmayı öğrenmeye benzer.
Ama yaşamın bize kazandırdıkları arasında öyle yetkinlikler var ki; bunlar, yaşamımızın tamamını etkileme gücüne sahip. Örneğin saygı, hoşgörü ve empatiyi bu türden kazanımlar olarak sayabilirim. Bunlar, yaşamın bize sağladığı becerileri doğru kullanmak için uygun bir dayanıklılık ve süreklilik iklimi oluşturur.
Yaşamın bazı derslerini zihnen doğru olarak kabul edebiliriz ama önemli olan, bunları yaşamımızın vazgeçilmez uygulamalı unsurları arasına katabilmektir. Kendi yaşamımın bana verdiği dersler arasında en önemli bulduğum unsur iyi niyettir. Kanımca; yaşamda -duygusal, zihinsel veya fiziksel- herhangi bir konuda başarılı olabilmenin yolu, kişinin niyetli olabilmesinden (buna olumluluğu da katarsak iyi niyetli olmasından) geçmektedir.
İyi niyetli olmak, bir sonsuz enerji ve sinerji kaynağı gibidir. Türü ne olursa olsun amaca ulaşmak ve arzu edileni sağlamak için anahtar, yapılması gereken konusunda niyetli olmaktır. Tabii ki; isteklerimiz konusunda ahlâk ve yasalara saygı gibi bizi barbarlardan farklılaştıran ve iyi ile kötüyü ayırt eden temel ilkeleri göz ardı etmemek gerekir.
Niyetli olmak, bir süreci başarı ile tamamlamak için ilk adımdır. Ama Ferhat ile Şirin hikâyesinde olduğu gibi dağların kazma ve kürek ile delindiği zamanlar çok eskilerde kaldı. İnsanın ‘neye niyetli’ olduğu kadar ‘nasıl niyetli’ olduğunun da bilincinde olması gerekir. Niyete uygun bir plan eşlik etmediği sürece beklentilerin gerçekleşmesi bir hayalden öteye geçemez.
Şöyle tanıdıklarınızı veya çevrenizi gözden geçirdiğinizde; büyük bir iştah ve niyetle bir işe girişen, hatta bu konuda yeterli planları da yapmış olan kişiler olduğunu hatırlayacaksınız. Bunların ciddi sayılabilecek bir bölümünün başarısızlıkla sonuçlandığını da gözlemişsinizdir. Olur olmaz her işe burnunu sokup daha sonra da sıkılan, ‘maymun iştahlı’ olarak isimlendirdiğimiz kişilerin sayısı hiç de az değildir.
Niyet ve plan, bir konuda başarılı olmak için gerek koşullardır. Ama bir uğraşının sürdürülebilirliğini sağlayan unsurların başında kararlılık gelir. Bir konuda beklentilerimizin yerine gelmesi için niyet (özel olarak iyi niyet) ilk adımdır. Bunu kararlılığın sıkı bir şekilde izlemesi gerekir.
Niyet, azgın dalgalarla kaplı bir denizde doğru yönü ve limanı gösteren deniz feneri gibidir. Niyet, aynen deniz fenerinin yön gösterdiği anlamda doğru insanların size yönelmesini ve uygun ortam koşullarının olgunlaşmasını sağlar. İyi niyetin bir sinerji kaynağı olma özelliği bu özde kök bulur.
1913-1996 yılları arasında yaşamış İskoç dağcı ve yazar William Hutchinson Murray’in şu sözleri niyetin (iyi niyetin) gizemini anlatma konusunda son derece anlamlıdır: “İnsan niyet edene kadar tereddüt içindedir; geri çekilme riski ve durağanlık hali kişiye hâkimdir. Bir işe başlamak söz konusu olduğunda, tek ve basit bir gerçek vardır; kusursuz planları ve sayısız fikri öldüren boşvermişlik. İnsan bir kez niyet ettiğinde, kısmet de açılır.”