Göze Görünmeyen Genetik Kod: Ayrımcılık
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Sık Kullanılanlara Ekle
Sosyal ve ekonomik krizler ile felaket dönemleri, bir toplumun adeta genetik kodlanmış gibi görünen özelliklerinin kolayca görülmesini sağlar. Bunu dostun ve düşmanın zor zamanlarda öğrenilmesine benzetebiliriz. Diğer yandan bazı sosyal özellikler vardır ki; aşırı miktarda içselleştiğinden sistemin içinden bakarak onları fark etmek zordur. Ayrımcılık da (bireysel olmaktan daha çok sistemin bir bütün olarak özelliklerini yansıtan) böyle bir sosyal özelliktir.
Ayrımcılık nedir?
Ayrımcılık; bazı kişi veya grupların sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel, cinsel veya günlük yaşam tercihleri nedeniyle; bir insan ve yurttaş olarak kişinin yaşam alanlarından dışlanması olgusu üzerine gerçekleşir. Ayrımcılığın özü, insan haklarının doğru kavranıp buna uygun davranılmamasında kaynak bulur. Ayrımcılık, herhangi bir bireyin olağan günlük yaşam faaliyetlerine özgürce ve tam anlamıyla katılmasının engellenmesi şeklinde oluşur. Ayrımcılık uygulanmasının gerekçeleri arasında ırk, yaş, renk, milliyet, etnik köken, cinsiyet, hamilelik, medeni durum, dinî inanç veya özürlülük gibi unsurlar yer alır.
Ayrımcılık uygulamalarını izlemek için özel koşullar aramak gerekmez. Bu olgunun uygulamalarını örneğin işyerinde, aile yaşamında, siyasal parti faaliyetlerinde, sivil toplum etkinliklerinde izleyebilirsiniz. Ayrımcılığın, kişisel veya grupsal çıkar nedeniyle yapıldığı pek çok örnek sayabiliriz. Ama çoğu zaman ayrımcılık yapan kişi, böyle bir tutum veya davranış içinde olduğunun farkında bile değildir. Pek çok durumda bir ayrımcı için bu yaklaşımı, kendi zihinsel ve duygusal yaşamının sımsıkı eklemlenmiş olağan bir parçasıdır. Ayrımcılığın alt yapısında genel anlamda ben ve öteki ayrımı yapan bir ruh hali ve zihin şekillenmesi bulunur.
Ayrımcılık bir kültürel unsurdur
Ayrımcılık, bir kültür unsurudur. Öz olarak kültür; tarihî ve sosyal gelişim içinde yaratılan maddi ve manevi değerler ve bunlara ilişkin araçlar bütünüdür. Dolayısıyla kültür, bir toplum veya topluluk içinde öğrenilir. Bu nedenle ayrımcılık, içinde yaşanılan sosyal ve kültürel çevreden edinilen bir niteliktir. Ayrımcılığı ile belirginleşen kişinin, içinde yer aldığı grubun da ayrımcı özellikler taşıyor olması beklenir. Ayrımcılık özrüne sahip bir kişinin, yakın ilişki içinde olduğu sosyal grubun, insan hakları anlamında sorunları ve zafiyeti olması hiç şaşırtıcı değildir.
Ayrımcı, öncelikle karşısındaki kişinin veya grubun kendi dünyaya bakışı ile uyumlu olup olmadığını anlamaya çalışır. Eğer kendi kültürü, ideolojisi veya kabulleri ile çelişik bir durum varsa, karşısındakini ortamdaki mal ve hizmetlerden mahrum etmeye yönelir. Dolayısıyla ayrımcının kendi bakışına göre geçer not alan düşünce ve davranışlar yaşam hakkı bulurken, diğerleri mahkûm edilir. Çoğu zaman erkeklere oranla kadınlar, beyazlara oranla renkli tene sahip olanlar, ulus-devletin meşru kabul edilen milliyetine göre diğer etnik kökenli gruplar, yaygın cinsel tercihe oranla farklı cinsel seçimleri olanlar, zenginlere oranla yoksullar, belli bir dine mensup olanlara göre ateistler, deistler veya agnostikler, çoğunluk siyasal görüşe göre azınlıkta kalanlar, gelenekçilere göre yenilikçiler veya sadece farklılıkları olanlar sosyal yaşamın hemen her olası alanında ayrımcılığa maruz kalırlar.
Ayrımcılık, insanlar veya gruplar arasındaki farklılıklar değildir. Bir kişi veya grubun farklılığının, onun aleyhine onun aleyhine olacak biçimde kaynaklardan veya hizmetlerden mahrum edilmesidir. Bu nedenle ayrımcılık, sosyal ve kültürel olarak yok edilmesi için mücadele gerektiren bir olgudur. Çoğu zaman ayrımcılık konusunda yeterli düzeyde bir farkındalık ve bilinçlenme gelişmemiş olduğundan, toplumun her alanında başta eğitim olmak üzere yaygın mücadele yöntemleri uygulanmalıdır.
Siyaset veya sivil toplum alanında yer alan tanıdığınız insanları gözünüzün önüne getirin. Muhtemelen bunlardan pek çoğunun kendisini demokrat olarak tanımladığını duymuşsunuzdur. Ama malum kişinin ailesini, iş ve sosyal çevresini dikkatle incelediğinizde; gerçekte hiç de demokrat olmadığını görebilirsiniz. Bizim kendimizi demokrat olarak tanımlamamız, demokrat olmak için yeterli bir şart değildir. Yaşam biçimimizin demokratik olması gerekir. Ayrımcılık, konusunda da benzer bir durum var. Kişinin ayrımcı olup olmadığını tam olarak görebilmek için, onun yaşam alanlarında nasıl davrandığını izlemek gerekir. İyi nitelikler sözle değil, doğru çevre ve doğru eylemlerle ediniliyor.
Farklı olabilen ırk, etnik köken, dil, cinsiyet, yaş veya bedensel durum özelliklerimize rağmen bizi aynı çatı altında toplayan yurttaşlık nedir? Yurttaşlığın çağımızda dayandığı ana fikir hangisidir? Bizi bir ülkenin vatandaşları olarak aynı hak ve özgürlüklerle eşdeğer sorumluluklara tabi tutan kurallar manzumesi ne olabilir?
Yurttaşlık olgusu, bir sosyal sözleşme temelinde şekillenir. Müslümanlığın Hazreti Muhammed dönemi ile birlikte anılan Medine Vesikası, 1215’te İngiltere’de yazılan bir özgürlükler dokümanı olan Magna Carta, insanlar arasında bir arada yaşama kurallarını düzenleyen örnek belgelerdir. Antik çağlardan başlayarak günümüze kadar yurttaşlık fikrinin temellenmesine ve gelişmesine neden olan pek çok uzlaşma çerçevesi sayabiliriz.
Sosyal sözleşme: Anayasa
Günümüzde bu çerçeve; her toplumun kendi anayasası olarak ortaya çıkmaktadır. Anayasaya bağlı olarak daha alt konularla ilgili yasalar ise bu sosyal çerçeveyi eksiksiz kılmaya çalışır. Yasal mevzuata uygun biçimde bir sivil toplum derneğinin tüzüğü gibi insanlar arası sözleşmeler ile firmalar ve/veya bireyler arasındaki anlaşma metinleri bu çerçevenin diğer unsurlarıdır. Yine; yasal olarak zorunlu olmamakla birlikte aynı amaca hizmet etmek isteyen kişilerin, bu ilişkinin sürdürülebilirliği açısından kendi aralarında yaptıkları sözleşmeler de yurttaşlık fikrini destekleyen belgelerdendir.
“Yurttaşlık nedir?” sorusunun cevabı; öncelikle bizi toplum olarak bir arada tutanın, geçmişten geleceğe doğru ilerleyen bir uzlaşma fikri olduğudur. Dolayısıyla yurttaş olmak demek, yukarıda bazı unsurlarını saydığım anayasal çerçevenin gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmek ve yine bu sözleşmede yazılı olan hak ve özgürlükleri kullanabilmek demektir.
Bir birey, anayasal çerçevede kendisine düşen tüm sorumlulukları yerine getirdiği ve toplumda üretilen mal ve hizmetlerden yararlanmak için gerekli şartlara yasal olarak sahip olduğu halde; bunlardan mahrum bırakılıyorsa buna ayrımcılık denir. Bir kişi veya grubun hak ve özgürlüklerini kullanmasına engel olana ise kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ayrımcı adı verilir. Bugün genel anlamda uluslararası sözleşmelerden ulusal yasal mevzuata kadar tüm çerçevelerde ayrımcılığın bir suç olduğu ve ayrımcının yasal kovuşturmaya uğraması gerektiği kabul edilmiştir.
“İşim uygun ama ben işyerimde kadın çalıştırmak istemiyorum”, “Tüm şartları yerine getiriyor ama ben devlette dindar olmayanların çalışmasına razı değilim”, “Bizim derneğin tüzüğünde tesettürlü kadınların üye olmasını engelleyen bir madde yok ama yönetim kurulunda bu tür kişilerin üyelik taleplerinin reddedilmesinden yanayım”, “Farklı yaşam tercihi olan insanların bizim sivil platformda katılımcı olmalarına bir engel yok ama dinî ve sosyal görüşlerim nedeniyle bu ortamda bulunmalarına karşıyım”, “Özürlüler ile aynı haklara sahip olmayı uygun ve doğru bulmuyorum”, “Farklı etnik kimliğe sahip birisi ile bu sosyal ortamda bulunmak istemiyorum, çünkü onları memleket için zararlı buluyorum”… İşte; ayrımcılık, bunlardan (veya benzer örneklerden) biri veya birkaçıdır. Bunlardan herhangi birisi duygu ve düşüncelerimizle çakışıyorsa, o zaman ayrımcılık yapıyor olduğumuzdan ciddi biçimde kuşkulanmamız ve bunu sorgulamamız gerekir.
Bir milletler sistemi kurmuş olan Osmanlının doğup büyüdüğü topraklarda yaşıyoruz. O dönemde gerçekten etnik köken ve dinî inanç açılarından hoşgörünün ve uzlaşmanın güzel örnekleri var. Ama bugün Osmanlı’nın kurulduğu dönemden yediyüz küsur ve imparatorluğun dağıldığı dönemden ise yaklaşık doksan yıl uzaktayız. Ayrıca artık sosyal sözleşmeleri sadece iç dinamikler değil; dış dünya koşulları da belirliyor. Sadece son yüzyılda değişenin haddi hesabı yok. Bu nedenle uzlaşma ve ayrımcılık, dünde olduğundan çok farklı bir içeriğe sahip.
Son söz: Yukarıda saydığım ayrımcılık göstergeleri açısından yaşamın aynasında kendinize bakabilir misiniz? Demek ki; “Ben de bir ayrımcı imişim” diyebilecek cesaretiniz var mı? Ya kendinizi baştan yaratır gibi ayrımcılığa karşı yeniden yapılandırmak?