Muhsin Mutlugeldi’yi Bir Kez Daha Anmak…
Gürcan Banger
Öğrencilik yıllarımda Simone Beauvoir’ın annesinin ölümünü anlattığı bir kitabını okumuştum. Oldukça etkilenmiş ve “Ölüm böylesine güzel ve etkili anlatılabilir mi?” diye kendi kendime sormuştum. Yaşam insanın karşısına tuhaf durumlar çıkarıyor. Bazen bir ölümü okuyor, kimi zaman ise yazmaya teşvik ediyor.
10 Ocak 2005 Pazartesi günü onun ismine bir yerel gazetenin iç sayfalarındaki bir ilanda rastladım. Muhsin Mutlugeldi, ilkokul öğretmenimdi. Uzun okul yaşamım boyunca çok sayıda öğretmenim oldu. Bazı öğretmenlerimi hatırlamıyorum. Ne isimlerini ne de cisimlerini… Olumlu anılarım olmayanlar da var. Bazıları var ki, ben istesem beynim istemez onları akıldan silmeyi. Muhsin Mutlugeldi, özel bir öğretmendi. Öğrencinin farkında olmayı, öğrenciye değer vermeyi ben onda gördüm, onunla tanıdım.
Sanırım ilkokulu daha bitirmemiştik. Hani “çocuktum, top oynadım, acıktım” denir ya şiirde, işte o yıllardaydım. Bir gün ilkokulumuzun yakınında oynarken çöpe atılmış eski not defterleri görmüştüm. Sanırım defterler geçerliliğini yitirdiği için muhtemelen okulun temizlik görevlisi tarafından çöpe atılmıştı. Çocukluk merakıyla defterlerden birisini karıştırırken o defterin benim sınıfıma ait olduğunu görmüş ve kendi ismimi aramıştım. Tahmin edeceğiniz gibi o defter, Muhsin Bey’in kullandığı defterlerden birisi idi. En ilginç yanı ise öğretmenimizin her öğrenci için ayrı ayrı kişisel düşüncelerini yazmış olması idi. Ben dış dünyaya nasıl bir görüntü verdiğimi ilk kez ondan (onun not defterine yazdıklarından) öğrenmiştim. Bir öğretmen ancak bu kadar iyi bir gözlemci olabilirdi.
Düşünüyorum da; onunla ilgili içimde sıcak bir sevgi var. Bu kadar öğretmenden onun ayırt edilmesini sağlayan nedir? Sanırım bu, bizzat Muhsin Mutlugeldi’nin kendisidir. O, kendi evinde ve çevresinde nasıl tanınır bilinirdi; bu konuda fazlaca bir bilgim yok. Ama ben, onu sevdim. Ve gerçekten sevdim diyebileceğim az sayıdaki insandan biriydi.
Ara sıra sağda solda karşılaşırdık. Onu her görüşümde öğretmenimi görmüş olmanın verdiği saygı duygusuyla ve sevilen bir insanla karşılaşmış olmanın verdiği sevinçle onunla birkaç kelime konuşabilmeyi denerdim. Gülümsetirdi onunla konuşmak beni; içimi yaşama sevinci ile dolduran insanlardan birisiydi.
Ve ilan
İlanda önce onun adını gördü gözlerim. İlanın başlığında büyük harflerle “Teşekkür” yazıyordu. “Sanırım öğretmenim hastalandı ve tedavi ile iyileşti” diye düşündüm. Bırakıp gideceğini hiç tahmin etmemiştim. Nedense bazı insanlar bize hiç yaşlanmaz ve asla ölmez gibi gelirler. Muhsin Mutlugeldi’yi de daima ilkokul dersliğinde gördüğüm gibi bilmeye devam edeceğim.
Onunla tanıştığımda okuma yazma biliyordum sanırım. Ama okuma hevesimin artırılmasında onun büyük emeği vardır. Ama gel gör ki, onun teşvik ettiği okumalarımın birisi de onun ölüm ilanını okumak oldu.
Örnek olmak
Uzun yıllardır Eskişehir’deki üniversitelerde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak ders veriyorum. Bu sayede birçok insan gibi benim adım da Hoca’ya çıktı. Bazen mesleğimin ve yaptığım işin önüne bile geçiyor bu hocalık… Uzunca bir süredir işim bilgisayar değil ama “Hâlâ bilgisayar işiyle uğraşıyor musun?” türünde sorularla karşılaşınca anlıyorum ki, benim “hocalık” yürümüş gitmiş…
“Hocalığımda” kendime örnek aldığım insanlar olmuştur. Kendi ölçütlerime göre “olumsuz” bulduğum hocalarım gibi olmamaya çalıştım. Olumlu örnekler olarak aldıklarım da var. Her zaman Muhsin Mutlugeldi, (deyim yerindeyse) bir ilk göz ağrısı olarak örnek aldığım öğretmenlerin başında olmuştur. O sıcaklığını daima içimde taşıyacağım.
Dilerim; ben de bir gün onun bende ulaştığı noktaya varabilirim. Dilerim; bir yürek beni de bir yudum sıcaklıkla anar…