İnsandan Kente
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Sık Kullanılanlara Ekle
Günlük yaşamda koşuşturmalar o kadar çok ki; önemli sorular ve ciddi sorgular yapmaya zaman kalmıyor. Belki de bunu ancak kapı aralarında veya küçük soluklanmalarda zihnimizin bir yaramazlığı olarak yapabiliyoruz. Özellikle yoğun kentsel yaşam, ne iş yaptığımızdan bağımsız olarak bizi değişimler ve yeni tasarımlar açısından sığlaştırıyor. Hâlbuki öğrenmelerin ve yenilenmelerin sürdürülebilir yani yaşam boyu olması gerekiyor.
Öğrenmek
İnsanın öğrenme yaklaşımının altında karşılaştırmalar yapmak var. İnsan, yaşam çevresinde gördükleri ve yaşadıklarını birbirleri ile karşılaştırarak aynılık, karşıtlık veya benzerlik gibi ilişki kalıplarını öğrenir. Karşılaştırmaya katılan her yeni olay veya nesne, insanın yaşam hakkındaki bilgisini biraz daha zenginleştirir. Karşılaştırmanın imkânsız olduğunu düşündüğümüz durumlarda bile insan, karşılaştırma yapmak için uygun nesne, olay veya kavramlar bulur, hatta düşünsel olarak yaratır.
İnsan beyni yaramaz bir çocuk gibidir. Bilgi sahibi olmadığı konularda önceden bildiklerine bağlı olarak bazı modeller ve yargılar üretir. Bu yargıların içinde olumlu – olumsuz, iyi – kötü, doğru – yanlış, güzel – çirkin gibi değer yargıları bulunur. Ön yargılardan, saplantılardan ve takıntılardan kurtulmanın yolu ise yaşam hakkında daha fazla bilgilenmektir. Bilgi edinmenin ve dolayısıyla özgür öğrenmenin insanı ön yargılardan kurtarıcı önemli bir özelliği vardır.
İnsanın beyazı öğrenmek için siyahı da öğrenmesi gerekir. Ama siyahı öğrenmek yerine siyahla ilgili ön yargılar ve kalıplaşmış modellerle yetinirse, beyaz hakkında öğrendikleri de muhtemelen hatalı olacaktır. Demode bir tartışma olmakla birlikte bir başka örnek vermek isterim. Siyaset alanında sol düşünceyi öğrenmek isteyen kişinin, tarafsızlıkla sağ düşünceyi de okuyup araştırmayı istemesi gerekir. Örneğe devamla; kişinin böyle bir süreçte sağ düşünceyi, sol görüşü benimsemiş düşünür ve yazarlardan olduğu kadar; sağ düşünceye sahip uzmanların bakış açılarından da incelemesi gerekir. Ancak objektif bir yaklaşım böyle geniş açılı bir çalışma süreci ile öğrenilebilir. Sadece solu okuyarak sol, sadece sağı okuyarak sağ düşünce yeterli ve doğru biçimde öğrenilemez.
Sorgulama yerine ezber
Ne yazık ki bu olgu, dar düşünce kalıplarına sıkıştırılmış ve sistem olarak sorgulama yerine ezberi tercih eden toplumlarda uygulama şansı bulmaz. Birincisi; neyin doğru olduğuna devlet veya genel anlamda büyükler karar verir. Vatandaşlara veya ilgili topluluğun bireylerine büyükler tarafından iyi – doğru – güzel diye sunulanı ezberlemek düşer. İkincisi; iyi – doğru – güzel diye sunulanın dışındakilerin; tehlikeli, zararlı ve yasak olduğu gene yöneticiler ve büyükler tarafından diğerlerine belletilir. Böyle bir çerçevede araştırma yapmanın ve sorgulamanın imkânı kalmadığından yekpare, fanatik ve at gözlüklü bir toplum yapısı oluşur.
Yukarıda anlattığım türden bir toplum yapısı varsa; burada anlamlar ve değerler de kesimler arasında kesin çizgilerle paylaştırılmış haldedir. Örneğin Necip Fazıl bir sosyal kesime, Sezai Karakoç toplumun bir başka bölümüne ve Nazım Hikmet bir diğer vatandaş grubuna ait olur. Bu tercihlerden birisini yapan, diğerini değersiz, anlamsız, olumsuz ve hatta tehlikeli bulur. Böylece sanattan düşünceye, ekonomiden yaşam biçimine kadar her sosyal unsur; paylaşılmış, bizimki ve öteki gibi kategorileştirilmiş olur. Bizimki gibi toplumlarda böyle oluşturulmuş kastlar vardır ama sadece bunların mevcudiyeti ile ilgili itiraflar eksiktir.
Birkaç eğilim
Bugün için geldiğimiz noktada toplumun farklı düşünce, kültür ve inanç kesimlerinde birkaç belirgin eğilim var. Dinozor diye adlandırabileceğimiz bir kesim var ki, hâlâ farklı düşüncelerin varlığına, yaşam hakkına ve sürdürülebilirliğine tahammülü yok. Sağ adına sağ-olmayanı, sol adına sol-olmayanı, İslam adına dindar-olmayanı, laiklik adına dindar-olanı, velhasıl kendilerinden olmayan her şeyi reddediyor. Bir kesim var ki, dünya yıkılsa umurunda değil; soygun veya tüketim temelli dünyalarında kendi çıkarlarının peşinde. Son olarak; bir başka kesim var ki, geçmişte edindikleri ezberi bozmanın zamanının geldiğini düşünerek dün ihmal ettiklerini bugün dikkate almaya ve geçmişte öğrenmediklerini bugün okuyup araştırmaya çalışıyor.
Köklerini tarihte bulan ve farklılıklara sahip olan çok kültürlü bir toplumsal yapımız var. Vatandaşlar ve kuruluşlar olarak bu yapıya uygun düşünsel yaklaşımlara ve davranış modellerine yönelmemiz gereğini kavramamız gerekiyor. Bu sürecin ilk eldeki anahtar kavramları ise saygı, hoşgörü ve empatidir.
Bu arada kentte neler oluyor?
19’uncu ve 20’nci yüzyıllar, genel hatları ile Sanayi Toplumu Çağı idi. Bu dönemde esas olarak emeğe dayalı sınaî üretim ve buna ilişkin sorunlar ön planda oldu. Yine bu çağda toplumların örgütlenme biçimi ulus-devlet modeli olarak gözlendi. Antik çağlarda ve özellikle Orta Çağ’da belirgin olan kent devletleri, tarih boyunca dönüşüp toplulaşarak Sanayi Toplumu ile birlikte ulus-devlete dönüştüler. Yaşamakta olduğumuz Küresel Çağ’a baktığımızda ise ulus-devletin varlığını ve meşruiyetini koruduğunu ama buna karşılık kentlerin yeniden öne çıkmakta olduğunu görüyoruz.
Klasik anlamda anayasa, ulus-devleti oluşturan toplumun birlikte yaşayabilme ilke ve koşullarını ifade ediyordu. Bir sosyal sözleşme olan anayasa, devletin bu temel metinde belirtilen biçimde örgütlenmesini de sağlıyordu. Ulus-devlet modeli, devam ettiği sürece değişik biçimlerde anayasalar da var olmaya devam edecek. Küresel Çağ’ın önemli özelliklerden birisi olan ulus-devletlerin toplulaşması eğilimi ile birlikte (çok başarılı bir süreç olamasa da) AB Anayasası gibi ulus-ötesi anayasalar da gündeme geldi.
Küresel ve yerel
Bir yandan küresel birlikler nedeniyle egemenlik sınırları ulus-ötesine genişlerken, diğer yandan da yeni aktörler olarak kentler tarihte bir kez daha öne çıkıyorlar. Yaşadığımız dönemin dünyasını kavrarken, kentlerin antik çağlarda ve Orta Çağ’daki baskınlığını andırır biçimde yeniden yükselişini görmek durumundayız.
Eski çağlarda monarşi koşulları altında da olsa kentlerin yönetimi konusunda bilinen yönetim modelleri ve yaklaşımları vardı. Örneğin antik çağın kentleri, demokrasinin (özellikle doğrudan demokrasinin) gelişmesinde ilk adımı atan yerleşimler olarak bilinirler. Bugünün sosyal ve ekonomik şartları da kent yönetiminde ve kentin geleceğinin tasarlanmasında çağın şartlarına uygun yeni yaklaşımlar öngörmektedir.
Bu yeni koşullar altında ilk değinmem gereken nokta, kent yönetiminin stratejik planlama ve bütçeleme yaklaşımını özümsemiş olmasıdır. Bu anlayış çerçevesinde planlama; kısa, orta ve uzun dönemli düzenlemelerden oluşmalıdır. Burada önemli olan, yasaların getirdiği kısıtların ötesinde yerel yönetimlerin konuya yaklaşımları ve bakış açılarıdır. Örneğin planlama kavramından her durumda zorlayıcı planlamayı anlamamız gerekmez; planlamanın motoru, uygun mekanizmalarla özendiricilik ve teşvik üzerine kurgulanmış olabilir.
İkinci olarak; kentin gelişim planlarının katılımcı bir anlayışla, çağın katılımcı ve çoğulcu demokrasi felsefesine uygun olarak düzenlenmiş olmasıdır. Hiç kuşkusuz; kentsel gelişimi planlama yaklaşımın unsurlarından birisi, değişik düzeylerdeki imar planlarıdır. Kentin kısa, orta ve uzun vadede gelişim planı, katılımcı demokratik ortamda üretildiği takdirde kent için bir sosyal sözleşme niteliğine dönüşür. İşte; bu nedenle kentin imar planlarını da sıradan bürokratik uğraşılar veya yalnız uzmanlarla yerel yöneticilerin yapacağı teknik uzmanlık çalışmaları olarak görmemek gerekir. Küresel Çağ’da kentlerin ulaştığı noktada her düzeyden imar planları da kentin yeni sosyal sözleşmesinin unsurlarıdır ve mümkün olan paylaşımla hazırlanmalıdır. Bu çağda kent; sadece yöneticiler, uzmanlar ve bürokratlar tarafından yönetilemeyeceği gibi, kentin geleceği de yalnız bunlar tarafından belirlenmemelidir.
Yaşatılacak yeni sosyal sözleşme
Kentlerin, bir metin veya süreç olarak benimsenmiş bir sosyal sözleşme ile yönetilmesi, hem yerel yöneticileri hem de uzmanları, meşruiyetleri açısından olmaları gereken yere konumlayacaktır. Böylece temsili demokrasinin krizini aşarak halkın siyasal yaşama doğrudan katılımı konusunda doğru adım atılmış olacaktır.
Son söz: Kentin aksesuarlarını yenilerken kentte yaşayan ve kenti yöneten kafaları da yenilemek gerekmiyor mu?
What’s it take to become a sublime expounder of prose like yoreulsf?