Hızlı Dünyada Yaşamı İyileştirmek
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Sık Kullanılanlara Ekle
Konu; sen ya da ben olmaktan daha çok biz olabilmekle ilgili… Biz olunmadığında; saygı, hoşgörü, empati ve sevgi de olmuyor ya da yapısında sorunlar taşıyor. Dinlemekten daha çok konuşmayı seviyoruz. Okumayı ise pek sevmiyoruz. Gazete karıştırıp ciltlerle kitap okumuş gibi davranma eğilimindeyiz. Görüş belirtmeyi veya fikrî tartışmayı karşımızdakini alt etmek olarak düşünüyoruz. Katılımcı olmayı sadece kendi görüşlerimizi dayatmak olarak algılayıp ortak payda ve uzlaşmaya yönelmiyoruz. Kişisel olanı sosyal olanın, kendimize ait olanı hepimize ait olanın önüne koyma çabası içindeyiz.
Yaşadığımız çağda çevremizi bir bilgi okyanusu sarmış durumda. Bu muazzam birikim, hem kişisel hem de toplumsal olarak yararlanmamız için ona ilgi göstermemizi bekliyor. Bugün geçmişe göre gelişmişlik sıralamasında Batı’nın Doğu’ya oranla önde olmasındaki neden, bu görkemli okyanustan yararlanma oranıdır. Bu büyük birikimden yararlanmakta gösterilecek başarılar, yarın bu deryanın oluşumuna daha fazla katkı yapmak anlamına gelecektir.
Yaratıcılık ve yenilikçilik
Ne yazık ki; okumayı ve araştırmayı sevmiyoruz. Eğitim sistemimiz de uzunca bir süredir okuma yetkinliğini artırmada etkili olamıyor. Yapılan okumalar ise anlayıp tartışmaktan daha fazla, ezbere dönmüş gibi. Hem bireysel hem de sosyal olarak önlerde yer alabilmek için daha fazla okumak, okurken düşünmek ve okuduklarımızı saygı – hoşgörü çerçevesinde tartışmamız gerektiğini unutuyoruz.
Yaratıcılık ve yenilikçilik, sadece okuyarak öğrenilemez. İnsanın, kendi farklılığını yaratmasında doğuştan gelen özellikleri kadar büyüdüğü ve yaşadığı çevrenin yaptığı katkılar da var. Okumak ve daha fazla öğrenmek ise yaratıcılık ve yenilikçilik ufkumuzun genişlemesine neden oluyor. Böylece yaşam hakkında daha fazla fikir üretme, doğayı ve yaşama daha iyi anlama ve geleceği daha sağlam öngörme yetimizi geliştirmiş oluyoruz. Bunları yaparken, bir zihin ve emek tembelinin kolaycılığı ve kayıtsızlığından kurtularak kendi farklılığımızı, toplumsal açıdan iyi, doğru ve güzel için kullanmış oluyoruz.
Modeller
İnsan yaşamı anlarken ve açıklarken modeller kullanır. Modelleme, doğayı ve yaşamı kavramakta kullandığımız en etkin araçlar arasındadır. Örneğin bir plan veya maket, bir yapının modelidir. Bilgisayar üzerinde geliştirdiğimiz plan ve bütçeleri de modellere örnek olarak gösterebiliriz. “Genelde insanlar şöyle davranır” dediğimizde de basit anlamda bir modelleme yapmış oluruz. Model, gerçeğin özetlenmiş bir örneğidir. Gerçeğin kendisi olmadığı için her zaman yetersizlikler, zayıflıklar ve hatalar içerebilir. Bu nedenle yaptığımız modellemenin değiştirilmeye ve düzeltilmeye aday olduğunu akıldan çıkarmamamız gerekir.
Modelleme, insan zihninin seçkin özelliklerinden birisidir. Bu niteliğimizi kullanarak yaşamı daha anlaşılır, açıklanabilir ve öngörülebilir hale getiriyoruz. Dolayısıyla model denen kavramın ne olduğunu sağlam şekilde akılda tutarak kendi modellerimizi yaratmak, insan olarak yetkinliklerimizi geliştirici bir özelliğe sahiptir. Buradaki tehlike, kişinin bir model yaratıp sonra da bu yarattığı modele vazgeçilmez biçimde tutkuyla bağlanması ve körleşmesidir.
İnsan olarak kendimizi değişik yol ve yordamlarla zihinsel ve duygusal yönlerden geliştirmek, gelecek konusunda daha güvenli olmamızı sağlar. Geleceği biçimlendirecek eğilimlerin ve yönelimlerin farkında olan insan, bir yandan attığı adımlar açısından daha güvenli olurken, kendi geleceğini kendisi yaratmanın farkındalığı ile mutluluğunu artırır.
Hızlı değişen dünya ve zorlanan Türkiye
1970’li yıllara kadar bir kapalı köy ekonomisini andırıyorduk. Dünyada olup bitenden haberimiz yoktu. Bilişim, Internet ve iletişim teknolojilerindeki gelişme ile birlikte küresel ölçekte olup bitenden daha fazla haberimiz olmaya başladı. Ama bu bilgilenmenin de çoğu zaman denizin üstündeki köpüklerin altına inemediği bir başka gerçek olarak karşımızda duruyor. Dünyadaki hızlı bilimsel, teknolojik ve düşünsel değişimi, toplumun iliklerine işleyecek biçimde yakında izlemiyoruz. Bunda okuma, düşünme ve tartışma alanlarındaki zafiyetimiz rol oynuyor.
Her ne kadar kalite konusundaki çalışmalar, ülkemizde de yaygınlaşmaya başlasa da; bunun işletme veya kuruluş kültürümüzce özümsenmiş olduğunu söyleyemem. İşlerimizde ve çalışmalarımızda dünyada kabul görmüş standartları yakalamada başarılı değiliz. Büyük sınai kuruluşlarımızı, aile şirketlerimizi, devletin değişik birimlerini, siyasal partileri veya sivil toplum kuruluşlarını mercek altına aldığımızda; bu gerçeği kolaylıkla kavrıyoruz.
Bizans entrikacılığımız
Toplumu eleştirmekte cesur olanlar, komplo zihniyetine sahip bir topluluk olduğumuzu söylerler. Aslına bakarsanız; bu söylenen, bir felaket senaryoları manzumesinden öteye gitmiyor. Yaşamı, sürekli üretilmesi gereken stratejik açılımlarla birlikte kavramayı henüz öğrenmedik. Bu nedenle kuruluşlarımızda stratejik planlama ve yönetim ile bütçelemenin yaygın kullanımını görmüyoruz.
Kendimize yaşamın aynasında yaşam kalitesi açısından baktığımızda da ilginç görüntüler izliyoruz. Örneğin yaşam kalitesini görsellik ve imaj olarak algılıyor olmamız bunlardan bir tanesi. Dolayısıyla kendimizi düşünsel ve duygusal olarak değiştirmek yerine kılık kıyafetimizle ve kozmetik değişim ile yetiniyoruz. Hâlbuki yaşam kalitesi, insanların gelir hakkından sağlık koşullarının iyileştirmesine; kültür, sanat ve spor yapma hakkından güvenli bir ortamda yaşama kadar çok değişik faktörlerden oluşuyor. Kaliteli bir yaşam için buna benzer unsurların tümünde iyileşme olması gerekiyor.
Hedeflerimiz yok
Son 200 küsur yılda önümüze büyük hedefler koymaktan giderek uzaklaştık. Hem toplum hem de birey olarak büyük hayallerimizin ve büyük hedeflerimizin sayısı ve niteliği düşüyor. Tembelliği hak olarak görmeyi akıl ederken, büyük küresel yarışta toplum ve birey olarak ayakta kalmak için daha verimli ve daha akılcı olmamız gerektiğini, ne yazık ki unutuyoruz.
İnsanın başarısı, öncelikle niyetiyle yakından ilgilidir. Bardağın dolu tarafını görmek, yapılan işte sinerji yaratır. Hâlbuki toplum olarak bardağın boş tarafını görme eğilimimizi bir türlü aşamadık. Çözümler konusunda gayretli, ısrarlı ve azimli olmak yerine olumsuzluk üreterek moral bozukluğu yaratıyoruz. Ayaklarımızı gerçek zemine basıp ihtiyaç duyduğumuz önlemleri almak ve çözümleri üretmek yerine hayali yanılsamalar üzerine gerçeği kurmaya çalışıyoruz. Bu bozuk ruh halinden kurtulmak için yol, yordam ve stratejiler geliştirmemiz gerekiyor.
Beleşçi motivasyonu
Araştırmayı, yenilikçiliği, derinleşmeyi ve bunlara bağlı olarak kaliteli öğrenmeyi teşvik etmek yerine işi kolaydan halletmeyi huy haline getirdiğimizi gözlüyorum. “Emek olmadan yemek olmaz” diyen bir anlayıştan kolaycı ve beleşçi bir zihniyete transfer olduk. Bu gidişin hayır olmadığını, toplumdaki kirlenme ile her defasında acı biçimde yaşıyoruz.