Kentte Demokrasi ve Yönetişim
Gürcan Banger
Kent sadece yollardan, binalardan ve mobilyalardan ibaret değil. Hatta bu listeye kentte yaşayan insanların eklenmesi de resmi tamamlamıyor. Bir kenti, daha önceki yerleşim türlerinden ayıran önemli farklardan birisi olan kültürü anmadan bir bütünden söz etmek mümkün olmaz. Bu bağlamda da o kentsel kültürün gelenekten demokrasiye, yönetimden yaşam biçimlerine kadar pek çok yönünü ele almak gerekir.
Kenti yönetmek ve planlamak
Plan sözcüğü kentlerimize çok yabancı değil. Ama kent ölçeğinde planlama kavramını, tek tek yapıların planı veya çok teknik düzeyde ele alınan imar planı anlayışının ötesinde geliştiremedik. Planlamaya aşırı teknik bakış, kentlerin sadece fiziksel yapısı ile ilgilenmemizi sağladı. Bu tür teknik planlar, adeta kente bakışımızda at gözlüğü oldu. Kentin fiziksel yapısının ötesinde kültürden, gelenekten, tarihten veya sosyallikten kaynaklanan bir ruhu olduğunu gözden kaçırdık.
Eğer kenti sadece fiziksel olarak görme alışkanlığında iseniz, kent ölçeğinde yönetim başarısını da ne kadar çok asfalt döktüğünüz veya kaç ton beton harcadığınız ile ölçmeye başlarsınız. Böyle bir durumda kentin her noktası, insanların soluk almasına izin vermeyen beton binalar, dal-çık’lar, sevimsiz alt-üst geçitler ve doğayla uyumlu olmayan asfalt yollarla dolup taşar.
Kent planlaması kulağımıza hoş geliyor. Bu konuda çalışan uzmanlarımız var. Ama kent planlaması anlayışının hepimizi içine alan bir şemsiye olduğunu söylemek zor… Bugünkü kentsel planlama yaklaşımları, dört duvar bir hapishaneye kent halkını doldurmaya benziyor. Sonuçta; bir yandan doğaya yabancılaşırken, yaşamımızda soluk alınamaz hale geliyor.
Bir nokta sizin de ilginizi çekiyor olmalı. Bugünkü kent planlaması anlayışı ile bulmaya çalıştığımız her çözüm, kısa sürede yeni bir probleme dönüşüyor. Çözümler üreteyim derken aslında yeni problemler yaratıyoruz.
Çürümüş siyaset sistemi
Bugün yaşadığımız kent sorunlarının ciddi bir bölümünü, artık iyiden iyiye çürümüş olan siyaset sistemimize borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü vatandaşlara ait olması gereken bir kenti, seçim sonrasında belediye başkanlarının insafına bırakıyoruz. Bir anlamda kenti yaşam çevremizi seçilmiş belediye başkanlarına emanet ediyoruz. Ama bu durum, bir yazarın ifade ettiği gibi bir emanetten ziyade, bir hibe mekanizmasına dönüşüyor. Belediye başkanları kent üzerinde kendi talep ve beklentilerini –deyim yerindeyse– talim ediyorlar.
Belediye başkanlarını böyle bir davranış modeline yönelmeye teşvik eden unsurların başında, öncelikle planlama sürecinin katılımcı olmayışı geliyor. Bunu kamu kaynaklarındaki katılımı dışlayan süreç takip ediyor. Yerel yönetim plan ve bütçelerinin halk tarafından denetlenemeyişi de eklenince; kentin başkana emanet değil, hibe edilmiş olduğu süreci doğrulanmış oluyor.
Kent planlamasındaki açılımları tam olarak kavrayabilmek için dünyadaki örnekleri yakından izlemek lazım. Mutlu insanların yaşadığı kentlerde planlama ve bütçeleme sürecindeki katılım unsurları kolayca görülecektir.
Bir kent, kendi sosyal aktörlerinin farkında olmalıdır. Bu aktörlerin kentin gelişim, değişim ve dönüşüm süreçlerinde doğrudan yer almasını sağlamalıdır. Bunun sağlanamadığı durumlarda kentte yaşamadan kaynaklanan mutluluğu yükseltmek mümkün görünmüyor.
Ve demokrasi
Kentte demokrasinin gelişmesi, tek yönlü çabalarla gelişebilecek bir olgu değildir. Bir başka deyişle; sadece yurttaşların ve sivil toplum kuruluşlarının ya da yalnız yöneticilerin çaba göstermesi yetmez. Her iki tarafta kentin paydaşı olduğunu benimsemeli ve buna uygun davranış modelini geliştirmelidir.
Yukarıda sözünü ettiğim ön koşul gerçekleşse bile –yani karşılıklı iyi niyet, saygı ve hoşgörü iklimi oluşsa bile– kentte demokrasinin, katılımcılığın ve çoğulculuğun gerçekleşmesi garanti altına alınamaz. Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için uygun araçların ve mekanizmaların bulunması, gerektiğinde yaratılması ve işletilmesi gerekir.
Kenti konu alan kurultaylar, bu amaçla kullanılabilecek mekanizmalardan birisidir. Ne yazık ki; bu konuda pek çok kentimizde gerçek anlamda katılımı sağlayan başarılı sivil toplum veya halk kurultayları gözleyemedik. Hızla gelişmekte olan sivil toplum hareketliliğine rağmen yerel yönetimlerin teşvik etmekte ve destek olmakta aynı başarıyı gösterdiğini söyleyemeyiz. Bu veya benzer alanlarda yapılan bazı denemeler de katılımı sağlamakta ve talepleri yeterli biçimde duyurmakta başarılı olamadı.
Demokratik yönetim belediyelerden ibaret mi?
Belediyelerin halkla bir araya geldikleri örnekler arasında belde evleri dikkatimizi çekiyor. Bir başka örnek olarak belediye iletişim merkezlerinin de bazı fonksiyonları yerine getirdiğini görüyoruz. Diğer yandan muhtarlık hizmet binalarının yapılanmasındaki anlayış da değişmeye başladı.
Fakat yukarıda saydığım örneklerin hepsinde fatura tahsili, muhtarlık işlemlerinin yerine getirilmesi, dar kapsamda bilgi alma ile çok kapsamlı olmayan meslek ve hobi edindirme kursları ve benzeri işlerin ötesine geçilemedi. Örneğin belde evlerinin tam anlamıyla mahalle iletişim merkezlerine (MİM’lere) dönüşümü henüz sağlanamadı.
Bir kentte demokrasinin, katılımcılığın ve çoğulculuğun sağlanabilmesi için tam donanımlı mahalle iletişim merkezlerinin önemli görevler üstlenebileceğini düşünüyorum. Bu merkezleri; mahalle meclisi, yetişkin eğitim merkezi ve danışma – iletişim noktası –hatta sağlık birimi– olarak kullanabilmek gerekli.
Katılımcılık
1970’li yılların sonlarına doğru popüler olan kavramlardan birisi proje demokrasisi idi. Bu kavram ile bir bölgede yapılacak projenin karar süreçlerine sivil toplum kuruluşlarının ve yurttaşların katılımı öngörülüyordu. 1980’li yılların sonlarında ise bu kavram, yerini daha kapsamlı bir proje yaklaşımı olan “Katılımcı Demokrasi, Katılımcı Bütçe” olarak isimlendirilen yönetişim tarzına bıraktı.
Halkın belediyelerin yaptığı proje ve faaliyet kararları ile belediye bütçesinin oluşumuna müdahil olması anlamına gelen katılımcı bütçe, pek çok kentte giderek artan bir ilgi görüyor. Birkaç yerel denemeyi bir yana bırakırsak; henüz ülkemizde iyi örnek olarak gösterilebilecek bir uygulama yok. Uzman – başkan yönetiminden yönetişime geçişte katılımcı bütçe uygulamalarını önemli ve değerli buluyorum.
Günümüzde planlama çok kriterli hale geldi. Aynı anda çok sayıda kısıta uymak ve çok sayıda amacı birlikte eniyilemeye çalışmak gerekiyor. Bu gerçek, kendini küreselleşen insan ve toplum yaşamının bir parçası olarak ortaya koyuyor. Çağ bunu gerektiriyor.
Bir küçük not
Zaman zaman yazılı basında siyasetçilerin başında oldukları bir kentsel kurumun başarılı olduğuna dair açıklamalarını okuyorum. Bir kurum ya da kuruluş için başarılı diyebilmek için öncelikle o kurumun belirlenmiş yazılı hedefleri olmalı. Bu ölçülebilir hedeflere, ölçülebilir performans göstergeleri eşlik etmeli. Yapılan işler; bu hedefler ve ölçülen performans değerleri açısından değerlendirilmeli. Başka örneklerle kıyaslama yapılmalı. Başarı veya başarısızlığın kaynak nedenleri araştırılmalı. Ancak bundan sonra “Başarılı…” demek mümkün olabilir. Bunlar olmadan yorum yapmak, çirkin siyasetin adeti olduğu üzere “işkembe-i kübradan sallamak” olur.