Gelecek Tasarımını Sahiplenmek
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Sık Kullanılanlara Ekle
Geçtiğimiz Perşembe günü liderlik üzerine verdiğim bir eğitimde sıklıkla liderin vizyoner olmasından ve gelecek tasarımına odaklanmasından söz ettim. Sadece liderlik alanında değil; yaşamın pek çok gelecek fikri bana heyecan verici geliyor.
Gelecek tasarımı
Geleceği tasarlamayı hayal ettiğimde ilk olarak geleceği sahiplenmek fikri takılıyor aklıma. Onu düşünme ve hissetmeyi ise geleceğin yaşanacağı dünyayı ve yaşam çevresini sahiplenmek olarak algılıyorum. Dolayısıyla daha iyi bir geleceği tasarlayabilmek için insanın önce kendini dünyaya ait hissetmesi gerekiyor. Bir yandan kendini dünya olgusu içinde algılarken diğer yandan da dünyayı kendine ait hissetmek durumunda… Ancak kendini dünya ile hemhâl olabilen insan geleceğin sorumluluğunu duyabilecektir.
Sorumluluk
Dünya hakkında sorumluluk hissetmek, aynı zaman insanın dünyanın yapılanmasında ve örgütlenmesinde yer almayı gerektirir. Dar bir çevrede alışılmış bir yaşam, insanı mutlu edebilir ama bu durum, kişinin insan olmaktan kaynaklanan sorumluluğunu yerine getirdiğini göstermez. Bazı zamanlarda kendimizi gözden geçirmek için geri çekildiğimiz dinlenme anları olabilir; ama bu örnekler, kendimizi dünyanın gelecek sorumluluğundan sıyırmamız olarak algılanıp yorumlanamaz.
Geleceğin, dünyanın ve yaşam çevresinin sorumluluğunu duymak, bir yandan da farklı olabilme cesaretini gerektirir. Çünkü yeni bir dünya kurma özlemi ciddi anlamda bir cesaret, azim ve gayret işidir. Tüm bu özelliklerin uzağı görmeye kolaylaştıran vizyoner bir anlayış ile bütünleşmesi gerekir.
Bu özelliklere sahip bir kişi, yaşamın her alanında dünün izlerini ve bugüne uzanan belirtilerini tespit ederken, bunları geleceği tasarlamak için yapıtaşları olarak kullanır. Dünün değerini bilir ama düne saplanıp kalmaz. Bugünü olabilen en iyi şekilde yaşar ama geleceğinin bugünün gerçeği içinde türeyeceğini de iyi bilir.
Gelecek öngörüleri
Gelecek konusunda öngörüleri olanları izlediğimizde; bugüne kadar yaşanmış değişimin en büyük ölçeklisi karşısında olduğumuzu ifade ettiklerini görüyoruz. İyiler ve kötüler, olumlular ve olumsuzlar her an daha sert, daha karmaşık ve müdahale etmesi daha zor biçimde yaşanıyor. Böyle bir ortamda geleceği tasarlamak veya en azından geleceğin oluşumuna katkıda bulunmak çok daha zor hale geliyor.
Gelecek tasarımcılığını, zorunlu olarak dünyayı şekillendirmek olarak anlamamak gerekir. Geçmişten geleni geleceğe izdüşürüp öngörülerde bulunmak veya gelecek üzerine senaryolar kurmak dünyayı ve yaşamı daha iyi anlamamız için modeller yapmaktır. Böylece güncel karmaşası içinde bize anlaşılmaz gelen pek olay ve sürecin kavranabilir hale gelmesi mümkün olur. Felaketlere daha hazırlıklı olabiliriz, karşılaştığımız olağanüstü durumları tehdit olmaktan çıkarıp fırsata dönüştürebiliriz.
Şimdilerde dünya zor…
Dünyada yaşamın yerel ve bölgesel anlamda daha içe kapalı olduğu zamanlarda olup biteni kavramak çok daha kolaydı. Küreselleşmenin unsurları, her ekonomik, sosyal ve kültürel sürecin çok daha fazla aktörden etkilenmesini sağlıyor. Bir sürecin çok fazla girdisi olduğunda ise bunu açıklayabilecek modeli kurabilmeyi zorlaştırıyor. Belki de geleceği modelleme ve tasarlama sürecinin cesaret gerektirmesi ağırlaşan bu şartların bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Her olayda ve süreçte aktörlerin ve paydaşların sayısının ve çeşitliliğinin artıyor olması, aynı zamanda gelecek tasarımında ortak payda kavramının önemini daha fazla ortaya çıkarıyor. Kendi toplumumuz açısından baktığımızda; gerçekten geleceğe uzanan yolda uzlaşma, ortak payda ve barış gibi kavramların bizim açımızdan özel önem ve değere sahip olduğunu daha iyi fark ediyoruz.
Tüketim tutsaklığı
Sanki son çeyrek yüzyılda mutluluk ve özgürlüğün tanımları değişmiş gibi. Her iki tanım da daha fazla tüketime endekslenmiş sanki. Ne tüketeceğimizi seçerek özgür ve daha fazla tüketerek mutlu olmaya çalışıyoruz.
“1980’li yıllardan önce de tüketim anlayışı, tatmin ve mutluluk üzerine kurgulanmamış mıydı?” şeklinde sorular muhtemeldir. Son çeyrek yüzyılla daha öncesi arasında ciddi bir fark var. 1980 öncesi dönemde Dünya ekonomisi, gerçek veya sahte ihtiyaçları karşılamak üzere mal ve hizmetleri üretiyor ve yeniden üretiyordu. Son çeyrek yüzyılda ise kütlesel üretimin yanında yeni ihtiyaç üretimi felsefesi eklendi. Dünya ekonomisi artık sadece ticari emtiayı değil, aynı zamanda ihtiyaçları da üretiyor ve yeniden üretiyor. Böylece sınırsız tüketimin önündeki engeller kalkmış oluyor. Tüketmek için daima yeni, yepyeni mal ve hizmetler var.
Eğer ekonomi öncelikle sınırsız tüketim üzerine kurgulanırsa, üreticiler ve satıcılar açısından çözülmesi gereken birkaç sorun var demektir. Birincisi; insanların daha fazla tüketmeye ikna edilmesi ve yönlendirilmesi. İkincisi ise yoğun üretimi destekleyecek olan aşırı tüketimin oluşmasını sağlayacak araç ve mekanizmaların oluşturulması.
Artık; başta TV kanalları ve İnternet olmak üzere üreticilerin ve satıcıların çok sayıda tanıtım, reklâm ve propaganda araçları var. Bir kitapçı dükkânını gezerseniz, raflarda iletişim, pazarlama, satışçılık ve reklâmla ilgili çok fazla sayıda kitabın bulunduğunu göreceksiniz. Tüketimi destekleyecek mekanizmalar, hem donanım hem de yol-yordam ve felsefe olarak çok büyük hızla gelişiyor.
İçeriği ve biçimi değişen ticaret
Diğer yandan ticaretin içerik yanında biçim olarak da değiştiğini gözlüyoruz. Küçük bakkal dükkânları, minik tekel bayileri, baba dostu terziler, semt fırınları, mahalle manavları büyük bir hızla tarihin tozlu sayfaları arasında yer almaya başladılar. İnşaat işlerindeki gelişme, hiç de bilişim ve iletişim teknolojilerindeki ilerlemenin gerisinde kalmadı. Her doğan yeni günde yakın çevremizde yeni bir alışveriş merkezi veya kampanyalı – indirimli satış yapan bir outlet mağazası görmeye alıştık. Bu yapılar, tüketicilere sadece alışveriş yapma imkânı sunmuyor; yeme-içme, gezme ve eğlenme gibi başka ihtiyaçların karşılanması için de yeni bir yapay dünya takdim ediyor.
Öyle görünüyor ki; bu tüketim temposuyla gelirimiz ve sözüm ona ihtiyaçlarımız arasındaki uçurum her gün biraz daha fazla büyüyecek. Bugün kredi kartları ile yarattığımız sanal gelir kaynakları bile gelecekte yeterli olmayabilir. Nereye gittiğimizi durup düşünmenin zamanı çoktan geldi.