Kentsel Dönüşüm Modası
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Sık Kullanılanlara Ekle
Merkezdeki siyasetin yarattığı (ve medyanın manşetlerinin önemli bölümünü işgal eden) gündemi bir yana koyalım. Özellikle yerel ölçekte konuşulan konulardan birisi kentsel dönüşüm… Bu tartışmaların haklı yanı, kentleşme ile birlikte değişim, dönüşüm ve yenilenme ihtiyacının ortaya çıkması… Akıl karıştıran yönü ise dönüşüm ihtiyacının yeni rant elde etme kaynakları haline dönüştürülmek istenmesi… Başta İstanbul olmak üzere Anadolu’da pek çok irili ufaklı kent bu süreçten nasibini alıyor. Bu alanda da haksızlıklara, yolsuzluklara ve kayırmaya dur diyecek erk ufukta görünmüyor.
Kent Planları
Bir kentin (yerel yönetim ölçeğinde yapılan) imar planları, ne denli sıkıntılı olursa olsun bir bütünlük taşır. İmar değişiklikleri, eğer hata düzeltme amaçlı değilse genelde bu bütünlüğü bozucu bir özellik gösterir. Bir bütünü biteviye bozarak yeni bir düzen yaratma anlayışı, düşük kültürlü ve kalitesiz tasarım sahibi toplumlara özgüdür. Bu tür toplumlar, geleceklerini kısa vadeli, bencil çıkarlar üzerine kurgulamaya çalışırlar. Rüşvet, yolsuzluk, haksız yarar, rant kollama ve adil olmayan kazanç, böyle toplumlarda rasyonel bir yaşam yolu olarak kabul edilir. Bir kentsel politika ve yerel yönetim uzmanı, bu modeli “lümpen kentleşme” olarak isimlendiriyor. (Bir küçük hatırlatma: Lümpen, sınıfsız ya da ayak takımı anlamına gelen siyasal jargon kökenli bir sözcüktür.)
Kentin imar planları manzumesinde yapılan rantçı değişikliklerin, kent yararı adına takdim edilmesi ülkemizde artık gelenek haline geldi. Muhtemelen yeni kentsel problemler yaratacak olan imar değişiklikleri, buna karşı çıkanların düşman yerine konduğu bir sürece sokuluyor ve böylece kabulü zorlanıyor. Yakın çevremizde, imar değişikliği ile yapılan kavşak düzenlemesi, köprü, otel veya alışveriş merkezi gibi tüm yapılanmaların yepyeni sorunlar yarattığı veya mevcut problemleri büyüttüğü kolayca gözlenir. Yapılanı sahiplenen rantçı anlayış, yeni problemlerin sahiplenilmesine gelindiğinde ise ortalıkta görünmez olur.
Bu süreçte; elbette hatalı davranan, yanlışı göstermemeye çalışan ve edineceği rantı saman altından su yürüterek elde etme çabasında olan, rantçı siyaset ve onun yardakçılarıdır. Ama şunu iyi bilmeliyiz ki; kendi kentinin sahibi olmayı beceremeyen vatandaş da bu soyguna ve lümpen kentleşmeye katıksız ortaktır.
Tarihsel Gelişim
19’uncu ve 20’nci yüzyıllar, genel hatları ile Sanayi Toplumu Çağı idi. Bu dönemde esas olarak emeğe dayalı sınaî üretim ve buna ilişkin sorunlar ön planda oldu. Yine bu çağda toplumların örgütlenme biçimi ulus-devlet modeli olarak gözlendi. Antik çağlarda ve özellikle Orta Çağ’da belirgin olan kent devletleri, tarih boyunca dönüşüp toplulaşarak Sanayi Toplumu ile birlikte ulus-devlete dönüştüler. Yaşamakta olduğumuz Küresel Çağ’a baktığımızda ise ulus-devletin varlığını ve meşruiyetini koruduğunu ama buna karşılık kentlerin yeniden öne çıkmakta olduğunu görüyoruz.
Klasik anlamda anayasa, ulus-devleti oluşturan toplumun birlikte yaşayabilme ilke ve koşullarını ifade ediyordu. Bir sosyal sözleşme olan anayasa, devletin bu temel metinde belirtilen biçimde örgütlenmesini de sağlıyordu. Ulus-devlet modeli veya genel anlamda bir toplum olarak birlikte yaşama geleneği devam ettiği sürece değişik biçimlerde anayasalar da var olmaya devam edecek. Küresel Çağ’ın önemli özelliklerden birisi olan ulus-devletlerin toplulaşması ve küresel birlikler kurma eğilimi ile birlikte AB Anayasası gibi ulus-ötesi anayasalar da gündeme geldi.
Bir yandan küresel birlikler nedeniyle egemenlik sınırları ulus-ötesine genişlerken, diğer yandan da yeni aktörler olarak kentler tarihte bir kez daha öne çıkıyorlar. Yaşadığımız dönemin dünyasını kavrarken, kentlerin antik çağlarda ve Orta Çağ’daki baskınlığını andırır biçimde yeniden yükselişini görmek durumundayız.
Eski çağlarda monarşi koşulları altında da olsa kentlerin yönetimi konusunda bilinen yönetim modelleri ve yaklaşımları vardı. Örneğin antik çağın kentleri, demokrasinin -özellikle doğrudan demokrasinin- gelişmesinde ilk adımı atan yerleşimler olarak bilinirler. Bugünün sosyal ve ekonomik şartları da kent yönetiminde ve kentin geleceğinin tasarlanmasında çağın şartlarına uygun yeni yaklaşımlar öngörmektedir.
Kenti Yeniden Tasarlamak
Bu yeni koşullar altında ilk değinilmesi gereken nokta, kenti çevreleyen yasal koşullar ne olursa olsun kent yönetiminin stratejik planlama ve bütçeleme yaklaşımını özümsemiş olmasıdır. Bu anlayış çerçevesinde planlama; kısa, orta ve uzun dönemli düzenlemelerden oluşmalıdır. Burada önemli olan, yasaların getirdiği kısıtların ötesinde yerel yönetimlerin konuya yaklaşımları ve bakış açılarıdır. Örneğin planlama kavramından her durumda zorlayıcı planlamayı anlamamız gerekmez; planlamanın motoru, uygun mekanizmalarla özendiricilik ve teşvik üzerine kurgulanmış olabilir.
İkinci olarak; kentin gelişim planlarının katılımcı bir anlayışla, çağın katılımcı ve çoğulcu demokrasi felsefesine uygun olarak düzenlenmiş olmasıdır. Hiç kuşkusuz; kentsel gelişimi planlama yaklaşımın unsurlarından birisi, değişik düzeylerdeki imar planlarıdır. Kentin kısa, orta ve uzun vadede gelişim planı, katılımcı demokratik ortamda üretildiği takdirde kent için bir sosyal sözleşme niteliğine dönüşür. Bu nedenle kentin imar planlarını da sıradan bürokratik uğraşılar veya yalnız uzmanlarla yerel yöneticilerin yapacağı teknik uzmanlık çalışmaları olarak görmemek gerekir.
Kentte Sözleşme
Küresel Çağ’da kentlerin ulaştığı noktada her düzeyden imar planları da kentin yeni sosyal sözleşmesinin unsurlarıdır ve mümkün olan paylaşımla hazırlanmalıdır. Bu çağda kent; sadece yöneticiler, uzmanlar ve bürokratlar tarafından yönetilemeyeceği gibi, kentin geleceği de yalnız bunlar tarafından belirlenmemelidir.
Kentlerin, bir sosyal sözleşme ile yönetilmesi, hem yerel yöneticileri hem de uzmanları, meşruiyetleri açısından olmaları gereken yere konumlayacaktır. Böylece temsili demokrasinin krizini aşarak halkın siyasal yaşama doğrudan katılımı konusunda doğru adım atılmış olacaktır.