Yalnızlığa Dair
Gürcan Banger
Oyuncu Robert De Niro’nun canlandırdığı Travis Bickle karakteri, sinema tarihinin önemli filmlerinden 1976 yapımı “Taksi Şoförü (Taxi Driver)”nde şöyle diyordu: “Yalnızlık benim tüm yaşamım boyunca takip etti. Her yerde. Barlarda, arabalarda, kaldırımlarda, mağazalarda. Her yerde. Kaçış yok. Ben Tanrı’nın yalnız adamıyım.”
Giderek karmaşıklaşan bir dünyada kalabalıklar içinde yalnız olmak… Çevremizde koşuşturma ve aşırı yoğunluk görüntüleri veren insanlar var. Ne çok işleri, nice yoğun meşgaleleri olduğunu düşünürüz. Çevrelerinde sürekli olarak, değişik kesimlerden insanlar bulunur. Onların yalnız olabilecekleri aklımıza gelmez. Ya da (kendi yalnızlığımızı olağan karşılarken) onlara yalnız olmayı yakıştırmayız.
Yalnızlık Paylaşılmaz
Yalnızlık, kolay paylaşılabilir bir duygu değildir. Yalnız olmaktan utandığımız, başkalarına ifade etmeye cesaret edemediğimiz dönemler bile olur. Ancak yaşam deneyimimiz arttıkça, yalnızlığın pek çok insanın ortak özelliği olduğunu hayretle fark ederiz. Değişik mekânlarda bir kalabalık olarak bulunduğumuz halde, topluluğumuzun gerçekte tek tek yalnızların toplamı olduğunu kavrarız.
Yalnızlık kader midir? Yalnızlık, kırılmaz ve değiştirilmez bir yazgı mıdır? Yalnızlığımızdan kurtulmak için pek çok konuyla ilgilenmemize rağmen, günün herhangi bir anında yalnızlığı duyumsamamız kaçınılmaz bir durum mudur?
Yalnızlığımızı Çocukluğumuza mı Borçluyuz?
Karakterimizin oluşma sürecinde en etkili dönemlerden birisi, çocukluğumuzdur. İlerleyen yaşlarda anlaşılmaz gibi gelen pek çok özelliğimizin yapı taşları çok erken yaşlarımızda oluşmaktadır. Çocukluğumuzda gelişen bu karakter unsurlarını bir taş temelli yapıya benzetebiliriz. Yapı yükseldiğinde, temel taşlarını göremeyiz ama onlar daima oradadırlar; bina, bu taşların üzerinde yükselmektedir. İşte; çocukluğumuzda yaşadığımız olaylar da böyledir. O dönemde yaşadıklarımız ve bu olaylardan edindiğimiz davranış modeli, karakterimizin temel taşları olarak derinlerde bir yerlerde bizi herhangi bir biçimde ayakta tutmaya devam ederler.
Binaların yapıldıktan uzun yıllar sonra kötü yapımdan veya zamanla yıpranmadan dolayı iyileştirildiğini bilirsiniz. Kuşkusuz; yalnızlık duygusundan ve bunun olumsuz etkilerinden uzaklaşmak için, gerçekleştirebileceğimiz bazı önlemler var.
Yalnızlığı Aşmak
Yalnızlık, bir yol kavşağı ise bu noktada tercih edebileceğimiz iki yön olabilir. Birincisi; etrafımıza duvar örerek yalnızlığımızı mutlaklaştırabiliriz. Bu durumda; gerçekten bir süre sonra yalnızlık, bir yaşam tarzı haline gelir. Bazı insanlar yalnızlığın hüznü ile yaşamaktan mutlu bile olabilirler. Çevrenize dikkatle baktığınızda, yaşam tarzı olarak yalnızlığı seçmiş insanlar görebilirsiniz.
Yalnızlık kavşağından ayrılan ikinci yol ise, yaşamla köprüler kurmaya çalışan seçenektir. Etrafınıza yalnızlığı mutlaklaştıracak dört duvar örmek yerine, yaşamla aranızda yeni köprüler oluşturabilirsiniz. Ama bu seçenekte kararlılık esastır. Ayrıca emek vermeniz de gerekir.
Yalnızlığı bağımsızlık sananlar var. Bu yanılsama, bir gerçek olabildiği gibi bir derin duygusal yalnızlık gerçeğinin kamufle edilmesi de olabilir. Doğru bir anlayış üzerine oturtulmuş birlikteliklerin bağımsızlığı engelleyeceğini söylemek haksızlık olur. Sonuçta; sizi mutlu eden (birliktelik ya da yalnızlık veya her ikisi birden) hangisi ise onu yapın.
Karşıtlıklar Birlikte Var
Yaşamda siyah ve beyaz, ışık ve karanlık, olumlu ve olumsuz, sevinç ve keder daima birlikte vardır. Siyah olmazsa beyaz da olmaz. Çünkü siyahı beyazla karşılaştırarak, ışığı karanlıkla dengeleyerek tanır ve kavrarız. Bu noktada Fransız düşünür Michel Foucault’nun (1926-1984) bir sözünü hatırlıyorum. Foucault şunları diyor: “Eğer bir kişi yalnız olmayı beceremiyorsa, başkalarıyla bir arada olmayı da beceremez.”