Gürcan Banger
Richard Hagopian’ın bir öyküsünü okumuştum. Bir kıza âşık oluşunun kısa bir anlatımıydı. “Onun masada sandalyeden kalkışına âşık olmuştum” diyordu öykünün bir yerinde. Okuduğumda bu ifadeyi sevmiştim. Belki de öykünün en çok beni yakalayan cümlesi buydu. Aslına bakarsanız, yaşamın kendi doğal akışı içindeki bir güzelliği yakalamanın lezzetini her zaman sevmişimdir.
Yürümeyi severim. Uzun yürüyüşler benim için derin düşünce zamanlarıdır. Bir bilseniz aklımdan neler gelir geçer… Sınırları kaldırıp düşüncelerimi zihnimin rüzgârlarına salıvermek beni mutlu ediyor. Bir tür yalancı mutluluk diyebilirsiniz buna. Ama yaşamın keyfini yakalayabildiğimiz anların pek de fazla olmadığını hatırlarsanız, bu sanal özgürlüğün bile rahatlatıcı olduğunu kabul edersiniz.
Bazen bu keyfe kendimi fazla kaptırıyorum, sanırım. Beni tanıyanlar zaman zaman “yanlarından gelip geçtiğim halde onları fark etmediğimden” şikâyet ediyorlar. Beni bağışlasınlar.
Bu uzun yürüyüşlerde (aynen Saroyan’ın öyküsünde olduğu gibi) gördüklerimi anlamlandırmayı seviyorum. Bazen çiçeklenmiş bir ağaç dalı için aklımdan bir şiirin birkaç dizesini kuruveriyorum. Çok sık yazmasam da benim için şiir yazmak zaten böyle bir şey. Bir an için fark ettiğim bir gerçeklik ve benim onu anlamlandırmaya çalışmam…
Bazen yolumun üzerine bir kedi yavrusu çıkıyor. Karşılıklı bakışlarımızı yakaladığımız bir an oluyor. Aramızdaki sessiz konuşmayı başkaları duymuyor, ama o kedicik ve ben, o birkaç saniye içinde nice uzun bir sohbet yapıyoruz. Doğanın her varlığıyla aramızdaki sessiz konuşmaları seviyorum.
Bakışların Tanışması
İnsanların birbirleri hakkındaki görüşlerini ilk birkaç saniye içinde oluşturduklarını biliyorum. Genelde bu izlenim, ilerleyen zamana karşın fazlaca değişmiyor.
Kimi zaman bir kalabalıkta bir çift gözle çakışıveririz. Ne hoş bir duygudur bir anda bakışların tanışması. Bir anda sözcükleri aşan duygusal bir konuşma oluverir. En becerikli söz ustalarının bile beceremediği anlam, güzellik ve derinlikte bir konuşmadır bu. Bir anda karşılıklı ilgi, beğeni ve saygı (sözcüklere sığmayacak biçimde) ifade ediliverir. O bakışları fark etmek, içimizi bir heyecanla dolduruverir. “Ne şanslıyım ki, bu bakışı yakaladım” deriz kendi kendimize.
Gözler, kalbin dünyaya açılan kapısıdır. Sözcüklerle yalan söylemek, belki mümkün olabilir ama gözler yalan söylemezler. Bu nedenle anlamlı ve hoş bir bakışı, daima uzun sürebilecek bir sevginin ipucu olarak algılarım. Bazen o ‘ipin ucu’ elimizden kayar gider. Elden kaçırmamak için emek vermek gerekir. Emeksiz sevgi olabilir mi?