Yaşamımızı Kim Yönlendiriyor?
Gürcan Banger
Yaşam yönümüzün belirlenmesinde çevre faktörlerinin önemli etkileri var. Kimi zaman bu etkenlerin ağırlığı, yaşamsal amaçlarımızın önüne geçebiliyor. Öyle zamanlar oluyor ki, kısıtların mı yoksa amaçların mı daha önemli olduğunu gözden kaçırıyoruz.
Sevdiğim bir yaklaşım var. Önce yapmak istediklerinizi bir kağıda yazıyorsunuz. 1-2 saat ya da birkaç gün sonra bir başka kağıda sizi engelleyenleri not alıyorsunuz. İlk yazdıklarınız sizin içinizdeki çocuğu (bir başka deyişle yaşamsal amacınızı), ikinci yazdıklarınız ise içinizdeki ana-babayı (bir başka deyişle kısıtlarınızı) ifade ediyor.
Beklentilerimizi / isteklerimizi ve bizi engelleyen kısıtları ayrı ayrı not almanın ve sonra bunlar üzerinde düşünmenin yararlarına her zaman inanırım. Esasen strateji kavramının özü de budur. “Artılarım ve eksilerim nelerdir?” biçiminde başlayan bir düşünce süreci sorunların aşılmasında önemli bir başlangıçtır.
Bu konuyu açmamın nedeni iş yaşamında stratejinin öneminden söz etmek değil. Dış yaşamdaki faktörlerin duygusal yaşamımızı nasıl etkilediğini dile getirmek istiyorum.
Sanırım, aile içinde yaratıcı ve girişken amaçlardan daha çok kendimizi kısıtlamayı öğreniyoruz. Anne ve babamız, çoğu zaman yaratıcı ve girişken olmaktan çok, neleri yapmamamız konusunda bizi eğitiyorlar. Ayıplarla, yasaklarla, “kim ne der”lerle yetiştiriliyoruz. Kurallarla çatışmamak adına güzellikleri, tatlı heyecanları, muhtemelen başarılı bir geleceği kaybediyoruz.
Yaşam hızla değişiyor. Değişen sadece yaşamın fiziksel görünümü değil. Sosyal kabuller, alışkanlıklar, özetle kültürün tamamı değişiyor. Bir kültürle yetişmiş insanların bu değişime ayak uydurması kolay değil. Özellikle sosyal ve kültürel yaşama açık olmayan aile büyüklerinin bu değişimi yakalaması zor oluyor. Dolayısıyla genç insanların yeni yaşama dair özlemleriyle aile büyüklerinin onlara koyduğu geleneksel kısıtlamaların yarattığı bir çatışma doğuyor. Kuşak farkı deyip geçiverdiğimiz bu farklılığın kaçırılan fırsatlarla bazen yaşamlara mal olduğunu görmek mümkün.
Yaşamda kazancın kaynağı risktir. Risk ise girişim ve değişim demektir. Yaşamımızı sürekli kısıtları gözeterek sürdürürsek ne değişimi yakalayabiliriz ne de olası yeni nimetleri.
Yaşam sürecimiz amaçların ve kısıtların bir dengesi olmak zorundadır. Sadece amaçlarını gözeten bir insan, marjinal olma, yaşamın kıyılarına düşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Biteviye kısıtları gözeterek yaşayan bir insanı ise tarihin not bile düşmeyeceği bir yanda bizzat kendisinin de Dünya Nimetleri’nden herhangi bir tat alamayacağı ortadadır.
Hukuktan, töreden, sosyal koşullardan, kültürel sorunlardan kaynaklanan kısıtlarımız olduğunu inkar edecek değilim; ama bazen kısıtları amaçlarımızdan, yaşam sevincimizden daha öne koyduğumuz kuşkusuna düşüyorum. Lezzetsiz bir ömür, yaşanmış sayılabilir mi?