Ahlaksızlaşan Ahlak
Gürcan Banger
Basit olarak söylenirse; ahlak, insanlar için ne doğru ve neyin yanlış olduğunun, dolayısıyla doğru davranış biçiminin ifade edildiği bir disiplindir. Pek çok yaşamsal alanı ilgilendirdiği için günlük yaşamdan kültüre, dinden felsefeye kadar pek çok bağlamda yer bulur. Batı kültüründe ahlak, daha genel ve soyut konuları ele alan etik ve günlük yaşam konularıyla ilgili olan moralite olarak iki ayrı kategoride ele alınır. Biz kolayca her iki konuyu da ahlak olarak isimlendiriyoruz. Özetle; ahlak kavramı ile iyi ve doğru davranmayı (kısaca; ahlaklı yaşamayı) ifade etmeye çalışıyoruz.
Ahlak Sorunu
Ahlak sorunu, çok eski yıllardan beri insan düşüncesinin konusu olmuş. İsimlerini hayal meyal hatırladığımız pek çok düşünür, bu konuda yazmış ve görüş belirtmiş. Etik üzerine ayırt edici çalışmaları olan pek çok düşünür var.
Diğer yandan ahlak, toplumların değişim ve dönüşüm süreçlerinde ilk akla gelen kavramlardan birisi… Çünkü sosyal değişimin karmaşık görüntüsünün, toplum içinde her türlü ilişkinin temelindeki ahlakî davranış kalıplarını bozduğu ve yok ettiği düşünülür. Yine bu süreçlerde gelenek ve göreneklerde oluşan değişiklikler bu tür düşüncelere güç ve yön verir.
Ve Türkiye
Yaşadığımız Türkiye’ye baktığımızda, yukarıda söylendiği biçimde bir değişim (ya da alt üst oluş) yaşandığı gözleniyor. Bu süreci etkileyen birkaç faktör var. Türkiye, yerel olarak kültürleri bozacak biçimde karıştıran sosyal göçün etkilerini net olarak hissediyor. Genel olarak kırdan kente göç, hem kırın sosyal davranış kalıplarını değiştirirken, diğer yandan da kentlere uygun olmayan bir kentsel davranış modelinin gelişmesine vesile oluyor. Kır ahlakı ile kent ahlakı, bir araya gelerek anlamsız ve düzeysiz yeni bir sentez oluşturdu. Artık (1970’ler sonrasında) Osmanlıyla biten dönemden ve Cumhuriyet yıllarından hayli farklılaşmış yeni bir –deyim yerindeyse– amorf ahlaki sentez var.
İkinci önemli faktör ise küreselleşme olarak özetlenen genel olgunun, toplumu etkilemesi olarak ortaya çıkıyor. Toplum, hızla yaşam ve tüketim alışkanlıklarını değiştiriyor. Ekonomik yeterliliğe, gelecek güvencesine ve tasarrufa önem veren bir sosyal yapı, tüketim güdümlü olma yolunda dev adımlarla ilerliyor. Bunda da başta medyanın kolaylaştırıcılığı ile olmak üzere, küresel güçlerin Türkiye üzerinde artan etkilerinin önemi var. Aşırı ve irrasyonel tüketim yönelimini, sadece Türkiye’ye mal edemeyiz. Ulus ötesi şirketler, Dünya üzerindeki tüketimi sınırsız artırarak, bir yandan kârlarını korumayı hedeflerken, diğer yandan da yandaşı oldukları ideolojik düşünce ve yönetim modelinin –dolayısıyla kapitalizmin– sürdürülebilirliğini kolaylaştırıyorlar.
Felsefi Etik, Güncel Ahlak
Başlarken ima ettiğim gibi etik kavramı, daha çok felsefî bir boyut taşır. Günlük yaşama indiğimizde, günlük ahlakı ifade etmek üzere ahlakî değerler anlamına ‘moral değerler’ kavramını kullanırız. İster etik ister moral diyelim, ahlakî değerler, bir kişisel davranış modeli oluşturacak biçimde önce ailede öğrenilir. Yukarıda anlattığım nedenlerle veya sadece bozulan gelir dağılımı nedeniyle, ailenin davranış kalıplarında da farklılıklar oluşacağına hiç kuşku yok. Özellikle medyanın fütursuz biçimde kolay ve şaşaalı yaşama özendirmesi ile önce ailelerde etik değerlerden uzaklaşarak ‘kolay kazanma’ eğilimleri filizleniyor. Bu nedenle; genç insanlar, geleneksel dönemde olduğu gibi aileden doğru kültür edinmede zorlanıyorlar.
Günümüzde çekirdek ailenin yaygınlaştığı ve çocuklarla genç bireylerin, aile ortamında daha az zaman geçirdikleri düşünülürse, ailede alınan ahlak derslerinin sonu gelmiş gibi duruyor. Ailenin yerini –en azından zaman olarak– daha fazla okul alırken, giderek özü boşaltılmış bir eğitim sistemi ile ahlak da beklendiği gibi erozyona uğruyor. Sosyal sisteme bir bütün olarak baktığımızda; siyasal, sosyolojik ve ekonomik olarak ahlaksızlaşan bir sistemin, bir kültür olarak ahlakı geliştirip büyütemeyeceği sonucuna kolaylıkla varabiliyoruz.