Sahipliğin ve Yönetimin İşe Yansıyan Psikolojisi
Gürcan Banger
Uzun zamandır kobi ölçeğinde firmalarla kurumsal danışmanlık ilişkisi içinde çalışıyorum. Sorunların pek çoğunun; işletmenin teknoloji, hammadde, teçhizat veya finansman kalemlerinden ziyade (iş sahipliğini de içeren) yönetim anlayışından kaynaklandığını şaşırarak görüyorum.
Korku ve endişe
Psikolojinin ilgilendiği konulardan iki tanesi, korku ve endişedir. Korku, genelde daha somut konulardan kaynaklanır. Kişinin ağır bir hastalığı varsa ve kişi, bunun onu ölüme götürebileceği düşüncesindeyse; bu durum, kendini korku olarak ortaya vurur. Bir başka deyişle; korkunun gerçek ve genel olarak söylendiğinde somut bir nedeni vardır. Endişe ise kurgulardan kaynaklanır. Eğer kişi, “Ya ağır bir hastalığa kapılırsam …” ve “Ya bu hastalık beni elden ayaktan düşürürse …” diye düşünüyor ise bu durumda bir endişeden söz ederiz.
Korkularınızın farkındaysanız, onların üzerine gitmek daha kolaydır. Çoğu zaman korku nedenini ortadan kaldırınca, korkuyu da yok etmek –en azından bir olasılık olarak– mümkün olabilir. Ama endişe daha yıpratıcıdır. Endişe, yüksek ateş gibidir; yapıyı içeriden yer bitirir. İşte; toplumun yaşadığı psikoloji de bu türden endişe kökenlidir.
Gerçekten genlerimize kodlanmış gibi; uzunca bir süredir endişeli kuruluşlarımız ve endişeyle bütünleşmiş insanlarımız var. Sosyal ve siyasal yaşamın her unsuru, her gün yeni bir endişe unsuru üreterek, daha fazla kaynağını bu endişeyi gidermek üzere harcıyor veya bu endişeli ruh hali nedeniyle girişim ve yaratıcılık özelliklerini yitiriyor.
Örgütte korku ve endişe
İnsanlarda olduğu gibi; tür ayrımı yapmaksızın örgütlerde de endişelerin korkulara dönüştürülmesi eğilimi vardır. Örgütler veya kişiler, girişimci ve yaratıcı olmalarını engelleyen endişelerini bir süre sonra mantıklı bir korku haline dönüştürürler. Kendilerince sosyal, siyasal veya yönetsel olarak atıl davranmalarına gerekçe olarak mantıklı nedenler uydururlar. Böylece kendilerince yaratıcı ve yenilikçi olmamak, yeni atılımlarda bulunmamak ya da aktif ve girişimci olmak isteyenlerin önünü kesmek akıllı bir iş politikası haline dönüşür.
Bizim toplumumuzda insanların, kendilerini ruhen daha iyi hissetmelerini sağlayacak destek mekanizmaları gelişmemiştir. Psikolog veya psikiyatr olarak isimlendirilen uzman, deli doktoru sınıfından sayıldığından; bu uzmanların sağladığı türden ruhsal destek alınması pek alışılmış değildir. Benzer mantığı, neredeyse her tür kuruluş için yürütebiliriz. Örgütlerimizi, yapısal ve ruhsal olarak elden geçirecek mekanizmalarımız ya yoktur, ya da bu konu bir ihtiyaç olarak görülmez. Hâlbuki gerçek o ki; birçok örgütün sorunlarının kaynağı, örgüt psikolojisi ile ilgilidir. Bu psikolojide elde edilecek iyileştirmeler, kuruluşun ayakta kalmasını ve geleceğe güvenle bakmasını sağlayacaktır.
Yukarıda sözünü ettiğim türden bu iş anlayışındaki kuruluşa, nevrotik örgüt desek doğru bir tanımlama yapmış oluruz. Bu konunun üzerinde daha fazla düşünülmesi ve tartışılması gerekli; çünkü işte, sivil toplumda, devlette ya da yerel yönetimlerde yeterince farkında olmadığımız yaşam sorunlarından birisi olarak varlığını sürdürüyor.
Nevroz
Nevroz, ruhsal kaynaklı bir hastalıktır. Ruh sağlığı bilimi tanımlaması olarak ise nevroz, toplumsal tavır ve davranışları tutuklayan ve kişide ruhen hasta olduğu bilinciyle birlikte bulunan tinsel bir hastalıktır. Kişinin yaşamını sürdürmesini tümüyle engellememekle birlikte, beden görevleri üzerinde yakınmalara ve ruhsal bunalımlara neden olur. Böyle bir hastalığa sahip kişi ise nevrotik birey olarak isimlendirebiliriz.
Türünden bağımsız olarak her örgütte değişen sayıda yönetici ve çalışan bulunur. Eğer söz konusu örgüt bir sivil toplum ya da siyasal kuruluş ise çalışanlar yanında ciddi oranda gönüllüler yer alır. Kuruluşta bulunan her bireyin görev ve iş tanımları bulunmasına rağmen, bu görevin yerine getirilmesinde kişinin psikolojisi etkili olur. Bir başka deyişle kişiler, kendi psikolojilerini kaçınılmaz biçimde kendi iş yapışlarına ve günlük çalışmalarına yansıtırlar. Dolayısıyla örgütün psikolojisi, özellikle yönetenlerin ruh durumlarının bir bileşkesi olarak kendini gösterir. Bu nedenle; baskın nevrotik kişilikler (örneğin nevrotik yöneticiler veya profesyoneller), örgütün nevrotik (yani ruh hastalıklı, dengesizlik izlenimi veren) bir görünüm yansıtmasına neden olur.
Nevrotik örgüt
Özetle; nevrotik örgüt, kişilerin bozuk ruhsal yapılarının kuruluşun iş yapma modeline ve çalışma usullerine yansıdığı durumdur. Kurumsallığın geride kaldığı ve birey temelinde kişilik sorunlarının yönetim, karar, uygulama ve denetim aşamalarına yansıdığı nevrotik örgüt tipi toplumumuzun her alanında yaygın olarak görünür.
Nevroz, örgütlerin akıllı ve yapıya uygun kurumsallaşma ile kurtulmaları gereken bir sorundur. Ama genelde bizim kuruluşlarımız, ya nevrozun farkında değillerdir ya da nevroza neden olan endişelerden kaçınmak için bazı hatalı yollar geliştirirler. Bu kaçınmalardan bir tanesinin, örgütün önündeki engellerin rasyonelleştirmesi olduğunu hatırlatmak isterim. Örneğin bütçe sıkıntıları nedeniyle hiçbir şey yapmamak için örgüt yöneticileri, kendilerince mantıklı gerekçeler üretmeye başlarlar. Böylece akıllı davrandıklarını düşünerek, kendi zihinsel ve duygusal yönlerden hastalıklı durumlarını örgüte yansıttıklarını ört bas etmeye çalışırlar.
İkinci kaçınma yolu, hem örgütü oluşturanların, hem de yöneticilerin nevrozu inkâr etmesidir. Bu tür kuruluşlarda sorunların tespit edilmesi, tartışılması ve öneriler geliştirilmesi adeta bir suç gibi görünür. Örgüt yöneticisinin gözlerinde adeta bir iyimserlik süzgeci vardır. Her şeyin tozpembe olduğuna kendilerini ikna etmişlerdir.
Üçüncü kaçınma yolu ise, aynen insanların kendilerini bağımlılık yapan maddelere kaptırmalarında olduğu gibi, kuruluşu oluşturan yönetici ve bireylerin kendilerini uyuşturma yolları bulmaya çalışmaktır. Bu tür örgüt yapılarında en kolay görünen özelliklerden birisi, üst düzey yöneticilerin asla kendilerini ilgilendirmeyen aşırı ayrıntı konularla ilgilenmeleridir.
Nevrotik örgüt her yerde
Örgüt veya kuruluş sözcüğü ile ifade etmek istediğim, derneklerden ekonomik işletmelere, belediyelerden kamu dairelerine kadar her tür yapıyı kapsıyor. Dolayısıyla hastalıklı yönetici ve nevrotik örgüt olgusu, toplumumuzda hiçbir örgütsel yapıyı dışarıda bırakmıyor.
Nevrotik örgüt; çalışanların veya gönüllülerin, nevrotik yöneticinin ruh durumundan büyük oranda etkilendiği bir ekonomik, sivil veya siyasal iş modelidir. Dolayısıyla bu iş modelinde kurumsal iletişim ve ilişkiler yerine, gayri resmi iş yaşamı ve eş–dost–arkadaş ilişkileri sistemi öne çıkar. Kısaca; nevrotik örgüt, kaçınılmaz olarak tedaviye muhtaç olan kuruluştur. Sık görülür. Tedavisi olmadığı durumda ölümcüldür. Ekonomik, siyasal veya sivil yaşamımızın örgütsel anlamda en gözlemlediğim sorunlarının başında yer alır.